Çarşamba Mayıs 15, 2024

DERYA’YA… Mesil DEMİRALP

 

Bazı insanlar hayatımızdan öylece çekip giderler, bazılarıysa geçip giderken hayatlarımıza dokunur dokunuşlarıyla iz bırakır, zenginleştirir bizi…. Özgür yarınlara dair umudumuzu büyütür. Derya işte bu iz bırakan, bıraktığı izle zenginleştiren insanlardandı

Onu 2003 yılında tutuklu bulunduğum Bingöl zindanından tedavi için götürüldüğüm Bakırköy zindanında tanıdım onu. Ring aracı ile yaptığım iki günlük bir yolculuğun ardından bileklerimde kelepçe izleri, yüreğimde yeni dostlar, yoldaşlar görecek olmanın heyecanıyla aramalardan, kapılardan yorgunluğumu unutarak geçmiş ve sonunda farklı yapılardan onlarca kadın tutsağın olduğu bölüme varmıştım. Parmaklıklı kapının önünde gardiyanın beceriksizce kapıyı açmasını beklerken, kapının öte yanında önceden tanıdığım ve tanımadığım yüzler birikiyor. Kapının açılmasını beklemeden ellerini uzatıp sabırsızca merhabalaşıyor, yoğunlaşan seslerle beraber koğuşlardan koridorlara çıkanlar artıyor. Kapı nihayet açılıp yanlarına geçtiğimde sarılıyoruz birbirimize. Tanımadıklarım uzanırken kendilerini tanıtıyor, farklı kurumlardan olanlar isimleriyle beraber örgütlerini de ekliyor.

Ağır ağır ilerliyoruz kendi örgütümden arkadaşlar önünden geçtiğimiz koğuşlarda hangi örgütlerin kaldığını söylüyorlar, kendi koğuşumuza yaklaşırken bitişikteki koğuştan gülen yüzü, bukleli saçlarıyla biri çıkıyor; “Hoş geldin, geçmiş olsun, ben Derya” diyor, yanımdaki arkadaşım “Derya heval” diye ekliyor. Memnun olduğumu belirtiyorum. Derya “yorgunsun dinlen, daha buradasın, konuşuruz” diyor. Tedaviye gelenlerin hemen dönemeyeceğini bilenlerin tecrübesiyle. Sesinde, yüzünde samimi, coşkun bir tını var, sımsıcak sarıyor insanı. Hemen yanımdaki arkadaşıma dönüyor bakışları Derya’nın ve “kapıda, aramalarda bir sorun, sıkıntı olmuş mu, yapılacak bir şey ya da bir ihtiyaç var mı?” diye soruyor. Hemen anlıyorum uygulamalara karşı devrimci dayanışma olduğunu. Arkadaşım Derya ile konuşurken diğer arkadaşlarım beni koğuşumuza götürüyor. “Derya Partizan dostların temsilcisi mi?” diye soruyorum arkadaşlara “öyle de denebilir, Derya buradaki tek. Arkadaş yan koğuşta başka örgütten arkadaşlarla birlikte kalıyor” diyorlar. O an bu cevap beni etkiliyor, tek başına olsa da kendi örgütsel temsilini, duyarlılığını böyle belirgin ve güvenle taşıması… Yeni duruma adapte olmaya çalışan zihnim daha sonra ele almak üzere bir tarafa itiyor bu bilgiyi… Önceden tanıdığım arkadaşların özlemi, aradan geçen yıllara dair soruları, yeni tanıştığım arkadaşlarımınsa tanıma merakı ve yolculuğun ardından ihtiyaçları karşılama, dinlendirme telaşı birbirine karışıyor. Bir-iki hafta sürmesi beklenen konukluğum üç aya uzuyor.

Bir–iki günlük dinlenme, tanışma vs derken uzun volta ve eşlik eden uzun sohbetler başlıyor. Voltada ısınan sohbetler koğuşlar da çay eşliğinde demleniyor. Birbirimize alıştıkça ilk karşılaşmada Derya’nın bıraktığı izlenim zihnimin odalarından çıkıyor yeniden ve ben anlamlandırmak için gözlemlemeye, tanımaya çalışıyorum. İşte böyle başlıyor Derya can ile tanışmamız… Sonra başta zindanda yolumuz kesişse de asıl onu tanımam 2003’teki Bakırköy zindan sürecidir.

Derya o zamanlar zindanda eski sayılmazdı. Ama disiplinli yaşamı, iradeli duruşuyla etkilemişti beni. Kendi örgütünden başka yoldaşları yoktu o zindanda ama, Derya dostluklar büyüten biriydi. Ve ayrılıkların ya da birlikteliklerin fiziki bir olgu olmadığının bilinciyle yaşayan biriydi. Durmadan okur ve yazar, araştırırdı. Yoldaşlarından, halkından ayrı düşürülmüştü ama o fiziki ayrılığı aşmış yüreğinde yaşıyordu ayrı düştüklerini. Mektuplarla yoldaşlarına doğru yol almak üzere oturduğunda yüreğindeki coşkun, sevgi sevinç yüzüne yansırdı. Ne zaman yüzünün o ifadesini yakalasam “Derya yine ne oldu?” derdim ve o an sanki yazıştığı yoldaşı yanındaymış da bizi tanıştırıyormuş gibi hissettiren ifadesiyle “genç yoldaşımıza bir anımızı anlatıyordum” ya da “yoldaşım bir şey sormuşta onu cevaplıyordum” derdi. Aynı şekilde üzüntüsü, öfkesi de yansırdı. Yazarken sıkıntılı, öfkeli bir ifade belirirdi yüzünde. Bir sıkıntı olabilir düşüncesiyle, biraz da o sıkıntıyı dağıtmak adına “Derya mektup mu yazıyorsun, yazdığın kişiyi dövmeye mi gidiyorsun?” diye takılırdım. “Yok, heval zindan uygulamaları canımızı sıkıyor, F tiplerde yoldaşlarımı arama adı altında soymak istemişler, yoldaşlar direnmiş ama kötü darp etmişler yoldaşları” derdi.

Ve o an Derya bir yanıyla düşmana kin kusarken, öfke kusarken, öteki yanıyla yoldaşlarının yarasına dokunuyor, sağaltıyormuş gibi hissettirirdi. Gözünüzde bir çatışma anı canlandırın; bir yandan savaşan, bir yandan yaralılara koşan, çatışma ortasındaki bir insan nasılsa Derya öyleydi. Zindan onun için yeni bir mücadele cephesiydi. Ve o bulduğu her yolla mücadele ediyor, kendini mektupları ziyaretlerle dostlarına, yoldaşlarına halkına ulaştırıyor. Yüreğinin devrim ateşini, mücadele ateşini paylaşıyor. Sadece öğreten, anlatan değil, açlıkla öğrenme isteği çabası olan, dinleyen biriydi. Sabırla dinginlikle okur ve sohbet ederdi.

Ayaklarında şişmelere neden olan rahatsızlıklar vardı ve bu onun uzun süre ayakta kalmasını engellerdi. Derya kendini her durumda üretmeyi bilirdi. Ne zaman ayaklarındaki şişmeler artsa da bu durumla dalga geçer, Kızılderelilerden ödünç adlarla “bugün oturan boğa modundayım” ya da “düşünen kartal” der gülerdi. Ama rahatsızlık asla moral bozukluğuna yol açmazdı. Gerillaya gittiğini duyduğumda şaşırmamıştım ama ayaklarındaki sorun aklıma gelmiş, ardından da hemen Derya’nın “doktorlar çözemedi bu mereti ama ben biliyorum dağlar her derde deva” deyişi aklıma gelmişti.

Derya’ya dair çok şey söylendi, kuşkusuz daha çok şey söylenebilir. Zira Derya öylece geçip gidenlerden değildi. Ama Derya’da beni asıl etkileyen şey o ilk günkü karşılaşmadan itibaren gözlemlediğim örgütlülük düzeyi oldu. Çoğu zaman bir örgüte üye olmakla, örgütlü olmak eş anlamlı ele alınır. Ama bir bireyi asıl örgütlü diye tanımlamamızı sağlayacak şey, o bireyin kendi iç örgütlülüğünü sağlama düzeyidir. Birey olarak kendi duygu ve düşüncelerini örgütleyememiş, bu temelde zamanını, yaşamının disipline edememiş, birey örgütlü bir yapının içinde yer alsa dahi güçlü, fark yaratan bir varlık gösteremez.

Aksi durumda ise, örgütlü bireyin iradeli katılımı söz konusu olur ki, bu da dahil olduğu devrimci yapıda gerçekten fark yaratan, rastgelelikten uzak, devrimci sorumlulukları taşıyabilen bir duruşu açığa çıkarır, tek başınayken de inandığı tüm değerleri şahsında temsil edebilir. İşte Derya, o zindanda tek başınayken bile gerek farklı yapılar içinde, kendi örgütünün temsilini yapabilme düzeyiyle gerek, zamanı, yaşamını planlama, disipline etme düzeyiyle, gerek halka yoldaşlarına, ulaşma düzeyi ve çabasıyla olsun, gerekse de bulunduğu yerde insanlarla ilişki düzeyi olsun… Her anlamda örgütlü bir duruşun sahibi oluşuyla etkilemişti beni.

Bir kadın olarak örgütlü olmanın farkındalığını yaşıyordu. O zamanlar “hata yapma korkusu” ya da “arayış, gelişme sancısı” diye düşündüğüm ama tam adını koyamadığım gözlemlerim vardı Derya’ya dair. Konuşamadık öyle kaldı. Beşler’e dair yazılan kitapta Derya’ya dair bölümü okurken Bakırköy’deki gözlemlerim anlam buldu. Zira anladım ki Derya canda her devrimci gibi kendiyle verdiği savaşlardan çıkmıştır. Bir devrimciyi güçlü kılan kendiyle, kendindeki sistem etkileriyle savaşma cesareti gösterebilmesidir. Derya cesur bir savaşçıydı, cesur bir kadındı. Ona anlattığım gerilla anılarımı merakla, can kulağıyla dinlerdi. Onunla Kürdistan dağlarında bir gün yeniden buluşmayı düşlerdik, ama olmadı.

Yine de Beşler’e dair kitaptan Derya’nın o dağları yaşamış olmasına, orada Hevallerimle geliştirdikleri dostluklara satırlar boyu tanıklık ettim. Gerek Derya’nın gerek, onunla birlikte ölümsüzleşen canların birer devrimci kadın olarak yakaladıkları örgütlülük düzeyi, özgürlük düzeyiyle bir kadın olarak gurur duydum. Bugün toplumda kadının karşı karşıya kaldıklarını, emekçilerin, ezilenlerin maruz kaldıklarını düşündüğümüzde, buna sessiz kalmayıp, özgürlüklerden yana tavır alan, bu temelde gerçekleşen her yolculuk çok değerlidir, anlamlıdır. Ama bu tavra sahip olan kadın ise bu çok daha anlamlıdır. Beşler de tavırsız kalmayan, kendilerine dayatılanı kader olarak kabul etmeyip, yola düşenlerdendiler. Kendi yaşam deneyimlerinden, topluma dayatılan her türlü ölümden dirim yaratan, diriliş yaratan kadınlardı.

Erkek egemen dünyada kadına alan açan her adım, kadın mücadele tarihinin mirasıdır, deneyim ve birikimidir. Dünden bugüne birikimlerin zenginleştiriciliyle yürüdük, yürüyoruz. Rosalardan Saralara, Beşlere… Bu miras hep büyüdü ve bütün bu kadınlar şahsında devrimciliğin, halkların kardeşliğinin, erkekle yoldaş olmanın, yan yana yürümenin anlamına varmak mümkün. Kendilerinden öncekilerin yolunda yürümeyi, İboların, Denizlerin, Mazlum-Kemallerin mirasını da devralarak yürümeyi bildiler. Mücadelede öncülük ederken kimsenin arkasında, önünde yürümeyi değil, yan yana, omuz omuza mücadele etmenin yüceliğine inandılar, inandıkları gibi tevazuuyla yaşadılar.

Zamansız erken gidişleriyle hem büyük acı, hem de büyük sorumluluk yüklediler hepimize. Ama o sorumluluklarda, acıyla da baş etmenin yolunu gösteren duruşlarını kılavuz bırakarak gittiler. Anılarını, deneyimlerini kılavuz edineceğimizi belirtiyor Beşler şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla, minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Devrimci selam ve saygılarımla… (Mesil DEMİRALP

 

68976

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Sayfalar