Pazar Mayıs 5, 2024

Dogmatizmle hesaplaşmada teorinin önemi üzerine -1-

İçinden geçtiğimiz sürecin önderlikten, kadro ve militanların tamamına kadar her zamankinden çok daha fazla görev ve sorumluluk yüklediğine hiç kuşku yoktur. Elbette, kolektifin bütün kademelerine aynı sorumluluk veya görevin yüklendiğinden bahsetmiyoruz. Bahsedilen, örgütlü tüm yoldaşlarımızın yani kolektifin bütününün şu ana kadarki bütün sınırlarımızı hızlıca ve etkili bir şekilde aşmak zorunda olduğudur. Bu, zorunlu bir ihtiyaçtır. Yapılabilmesinin önündeki en büyük engel de sadece kendimiziz. Etrafımızdaki sınırları görme ve tanımlamada dahi sorun yaşarsak, ideolojik/teorik/politik ve örgütsel sınırlarımızın varlığını reddedersek; bunları aşma gibi bir gayret de olmaz.

Kolektifimizin yaşadığı krizin, bizi yıllardır tutuklaştıran yanlarımızla güçlü bir kopuşma olanağı doğurduğunu hep vurguladık. İstisnasız “tüm krizlerin büyük önemi, gizli olanı açığa çıkarmaları, sınırlıyı, yüzeyseli, ayrıntıyı bir kenara itmeleri, politik moloz yığınını ortadan kaldırmaları, gerçekten yürüyen sınıf mücadelesinin gerçek saiklerini ortaya koymalarıdır.” (Lenin) Fakat bu “gizli”, “sınırlı” ve “yüzeysel” olan krizle birlikte açığa çıktığında bile, gerçek bir ilerlemenin sağlanması, bunlarla yüzleşmeyi, ortaya çıkan politik moloz yığınını kabul etmeyi ve yapılan hesaplaşma ile beraber kopuşmayı gerektirir. Bunun sağlanamaması durumunda, yani bizi tutuklaştıran ideolojik/teorik/politik ve örgütsel meselelerin tek tek ayrıntılı çözümlemesinin ayrıntılı tahlillerinin yapılamaması durumunda, ileriye doğru tek bir adım dahi atamayacağımızı görmeliyiz.

Aslında devrimcilik, her zaman için sınırları aşmak, zamanı geçmiş olanı geride bırakmak, yaratıcılık ve disiplini iç içe geçirerek mücadelede özne olabilmektir. Yani yerinde sayma, kendini tekrar edip/durma, faaliyet alanının on yıllarca aynı kalması, rutinlik, var olanla barışık yaşama, sorgulamama... devrimciliğe aykırıdır. Devrimcilikte toplamda bir aşınma, bir kırılma yaşanmaktadır, bu sadece kolektife ait bir durum da değildir. Bu aşınmanın, kırılmanın sadece bireylere, bireylerin düzenle bağlarını kesememelerine, teknik meselelere bağlı olduğunu düşünmek yapılabilecek en büyük hatadır. Bu KP’nin kendi ideolojik/politik/örgütsel rolünün reddidir. KP’nin, tüm bu düzeylerdeki yetersizlikleri, alanlara ve bireylere devrimciliği üretememe olarak dönmektedir. Bir süreden sonra da etkili bir hamle yapılamaması durumunda bu, birbirini besleyen bir kısır döngüye dönüşmektedir. Devrimci hareketin ve özelde kolektifimizin son yıllarda yaşadığı durum budur. Kolektifte yaşanan kriz de bu kısır döngünün kırılması ve sınıfı mücadelesinin gerektirdiği mücadele yöntemlerine/biçimlerine ayak uydurulması için açılmış önemli bir kapıdır.

Yaşanan krizin ortaya çıkardığı en önemli sorunun dogmatik bürokratizm olduğunu biliyoruz.

Dogmatizmde, “inanmak, bilmekten önce gelir” (Skolastiğin ilkelerinden biri). Savunulanın doğruluğu veya yanlışlığı, mücadelede önümüzü açıp açmaması vs. önemli değildir. Oluşturulan ve teorik/politik olarak geliştirilemediği için kemikleşen düşünce kümeleri savunulup durulur. Esasa ilişkin olup olmadığına bakılmadan, her şey düşünceye kanıt gibi sunulur.

Dogmatizmi ortaya çıkaran ve besleyen en önemli olgunun devrimci teorinin üretimindeki kısırlık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eldeki mevcut bilgi kümesine kutsallık ölçüsünde dokunulmazlık sağlanmasının nedeni, bunun dışında bir şey üretilemediğinin fark edilmesi/görülmesidir. Sanki evrenin sonuna gelinmiş gibi, bir yerde çakılı durmak, kötü niyetle vs. değil, tamamen eldeki kemikleşmiş teorinin artık bulunan yere cevap vermemesiyle ilgilidir. O halde dogmatizmle mücadele en başta bu kemikleşmiş teoriyi, artık kendini bile var etmekte zorlanan bu yığını bir tarafa bırakmak, bunu oluşturan nedenlerle birlikte toplu bir hesaplaşma yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir.

Lenin, bir dönemin Marksist ustaları olan Kautsky, Otto Bauer, Plehanov için şunları söyler:

“İflaslarının ana nedeni, işçi hareketinin ve sosyalizmin gelişmesinin belli bir biçiminde ‘takılıp kalmaları’, bunun tek yanlılığını unutmaları, nesnel koşulların kaçınılmaz hale getirdiği ani değişikliği görmekten korkmaları, ve örneğin üç ikiden fazladır gibi basit, ezbere öğrendikleri, ilk bakışta tartışmasız gerçekleri tekrarlamaya devam etmeleriydi. Ne var ki politika aritmetikten çok cebire, basit matematikten çok yüksek matematiğe benzer. Gerçekte sosyalist hareketin bütün eski biçimleri yeni bir içerikle dolmuştu, o nedenle rakamların önünde yeni bir işaret belirdi: ‘eksi’ işareti, fakat çokbilmişlerimiz ısrarla, kendilerini ve başkalarını, ‘eksi üç’ün ‘eksi iki’den daha fazla olduğuna inandırmaya çalışmaya devam ettiler.” (Lenin, S.E., c. 10, s. 163, İnter Yayınları)

Bizim artık cebiri, yüksek matematiği öğrenmemiz, çıkan ani değişiklikleri görmekten korkmamamız ve yeni bir içerikle dolan sosyalist hareketin bütün biçimlerine hiçbir tutuculuk göstermeden vakıf olarak, yaşama geçirmemiz gereklidir. Bu dogmatizmi kırmayı, onunla hesaplaşmayı ve devrimci teori üretimini zorunlu kılmaktadır.

 

“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz!”

Sanırız ki devrimcilikle yeni tanışan herkesin ilk öğrendiği şiarlardan biri “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz”dır. Elbette ki ilk öğrenilen olması ve sıklıkla tekrarlanması bunun gereklerinin yerine getirildiğini göstermemektedir. Hatta teorik üretimi bırakalım, binbir emekle çıkarılan legal-illegal yayınların tamamının ne kadar okunduğu, tartışıldığı bile sorgulanmaya muhtaçtır.

Teorik çalışmalara, teori üretimine ilgisizliğin pek çok nedeni mevcuttur. Teorik kültüre dair olan eksikliğin saflara yansımaları, teorinin öneminin kavranmaması/küçümsenmesi, teorik çalışmanın gerektirdiği disiplinden ve istikrarın zorlayıcılığından kaçınmak akla gelen ilk nedenlerdir. Elbette, yoldaşlarımız arasında yapılacak ayrıntılı bir araştırma daha pek çok nedenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Sayılabilecek önemli bir nedenin de pratikçi yoldaşlarımızın teoriyi “kendi işleri” olarak görmemeleri, teorinin başka bir yerde (laboratuarda veya uzayda belki) beklemeleri olduğunu da söyleyebiliriz.

Teoriyi bir fener gibi pratiklerinde hiç kullanmamış olanlar, karanlıkla aydınlık arasındaki farkı görmemiş olduklarından, teorinin yaratacağı etkiyi de bilmezler. Dolayısıyla böyle yoldaşlarımız için teori, duvarda asılı duran ama kullanılmayan bir fener gibidir! Kendileri düşe kalka, duvarlara çarparak, yaralanarak yolu bulacaklarına emindirler. (Dar pratikçilik...) Bu sırada hem kendilerini çok yorduklarının ve zaman kaybettirdiklerinin hem de kolektifi yavaşlatıp bahsini ettiğimiz kısır döngüye girmede katkılarının olduğunu dahi görmezler.

Devrimci teorinin üretilememesi, kendiliğindenlik içerisinde debelenip durmayı getirir. Mevcut seviyenin aşılması, yaşanan tıkanıklıklara vakıf olunması ve çözüm getirilmesi; bütünlüklü bir Marksist teorinin yardımıyla gerçekleşir. Teori üretiminin güncele dair bir-iki cümle kurmaya, ustalardan hareketle bazı konulara dair yazılar yazmaya, alıntılar yapmaya sıkıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bütünlüklü bir teori üretimi, Marksizm’in bilim/felsefe ve politik alanlarının her üçüne dair hem tarihsel olarak hem de günümüz gelişmelerine vakıf olmayı sağlayacak, yoğun, istikrarlı ve disiplinli bir çalışmayı gerektirmektedir.

Şunu açıklıkla belirtmeliyiz ki; Türkiye’de devrimci hareketinin önünü açacak, güçlü bir teorik geleneğin olmayışı, teorik kısırlığın farkında olanların omuzlarına çok daha fazla yükün binmesini getirmektedir. TDH, kendini esas alarak politik alanda, devletin saldırılarına karşı sürekli refleks vermekle var etmiştir. Bu da devrimci teorinin yokluğunda devrimci pratiğin olamayacağını, ancak düşman karşısında diz çökmeyip ayakta durmanın onurlu geleneğinin yaşatıldığının göstergesidir. Fakat ezilen kesimleri iktidar mücadelesine yöneltmeyi hedefleyen bir KP, bu onurlu, baş eğmez tutumla yetinemez; bu geleneğin verdiği güce dayanarak devrimci teori ve devrimci pratiği yakalamayı amaç edinir.

(Devam edecek)

45302

Kanlı Maraş’ta kılıç artıkları - Mehmet Söğüt

1978’de kızıl kana boyanmıştı Maraş. Sebebini bilmedikleri bir kinle karşılaşmıştılar. Ellerinde kara ciltli Kuranlar vardı katillerin. Kimileri de cüppeliydi. Sarkık bıyıklardan kan damlıyordu. Tek bir ağızdan tekbir getiriyorlardı: Allah u Ekber.

Devrimci kadının görünmeyen emeği üzerine

Devrimci yaşamdaki cinsiyetçi ortam ve tutumlar kadının mücadeledeki emeğini ve varlığını görünmezleştiriyor. Her ne kadar toplumdaki durumla kıyaslamak doğru olmasa da yine de onun mücadeledeki gelişimini sekteye uğratacak kadar güçlüdür bu durum. Zira erkek egemen kültürün saflardaki uzantısı nitelik olarak toplumdakiyle aynıdır. Yani devrimci kadın da hemcinsleriyle benzer yükleri taşır. Sadece yüklerinin görünürlüğü biraz daha azalmıştır. Kadının bu yüklerinden kurtulması mücadeleye katılımını daha da artıracaktır. Bunun için cinsiyet ayrımcılığıyla sürekli bir mücadele şarttır.

Kuşlar bile tedirginken

“Tuşlarda acının nal sesleri

sevi ölüm kaçış çağrı

ve direniş tuşlarda

neredesiniz unuttuklarım

uçup giden sayısız kuş

bir mut kokusu getirdiniz odama

hoş geldiniz.”

Süleyman Okay

Soykırımın-şövenizmin panzehiri KAYPAKKAYA

Yüzyıl oldu, hâlâ kadim bir ulus olan, "Ermenilerin soykırıma uğrayıp uğramadığını" tartışıyor olmak, yaşadığımız utanca, bir utanç daha yüklemektedir. Hangi sebepten olursa olsun kendisiyle yüzleşmeyen, yaptığı soykırımı savunan, es geçen veyahut inkâr eden bir ulus ve bu ülkenin devrimcileri, sosyalistleri öncelikle kendileri özgür değildir. Adalet, eşitlik ve kardeşlikten bahsedemezler.Çünkü kendi pazara hâkim olma, egemenliklerini kurmak için, başka bir ulusu soykırıma uğratmış, bir buçuk milyon masum Ermeni sivil insanın ölümüne sebep olmuştur.

Korkunç Plan Kuzey Kürdleri Kurban mı Ediliyor – Dursun Ali Küçük

“Fermano bira-vahefermano
Fermano maho.
Dujmin amo sere ma
Cence pile makirkeno
Made xaîn xaîn nadano
EwroterteleserîKurdano-Kirmanciyano
Sere madevetelino, bira terteleo,
ProjeyaTırkano”

*TC  SÖMÜRGECİLİĞİNİN KORKUÇ PLANIYLA YÜZYÜZEYİZ

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ne yaklaşımımız!

Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) 12 Mart tarihinde ilan edildi. Bu gelişme Türkiye işçi sınıfı ve halkının demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesine sempati duyan, yanında yer alan ve mücadele içinde olan geniş kitleler tarafından ilgiyle karşılandı. Aynı “ilgi”nin hakim sınıflar cephesinde ve onların sözcüleri tarafından da gösterildiğini ifade etmeliyiz.

Doğu Perinçek'in dişine kan değdi

Önceki gün Ulusal Kanal iflah olmaz Halk düşmanları Doğu Perinçek ile Yalçın Küçük'ün tartış malarına sahne oldu.Baştan sona hararetli geçen tartışmalardan sonra çıkan sonuç,ikisinin de gelenekçi,ittihatçı,ırkçı,faşist TC Devleti'ni savunan unsurlar olduğunu bizzat kendi ağızlarından duyduk ve dinledik.Şarlatan ikilinin bu kadar hararetli tartışmaları,aralarında ilkin nitel bir görüş ayrılığı gibi algılansa da,özleri aynıdır.Aralarındaki farklar niceldir.Yok birbirlerinden farkı ikisi de Osmanlı torunlarıdır.

Terörden ne anlıyoruz?

Terör amacı olmayan, hedefi belirsiz kör kurşun misali sivil toplumlara yapılan toplu katliam saldırılarıdır. Çoğunlukla sermaye gurupları tarafından finanse edilirler. Örgütlenmesini, eğitilmesini, silah ve mühimmat teminini sermaye devletleri yaparlar. Yeri ve zamanı geldiğinde bu devletler tarafından harekete geçirilip toplu katliamlara imza atarlar. Bu tür eylemler karşı devrimci eylemlerdir. Emperyalist lojistik desteğe sahiptirler.

“Zaferi, halkın özgürlük savaşımına nasıl kazandırırız?”

Ayaklanma ve halk savaşı ateşten bir sanattır. Devrimci savaş sanatında gösterilmesi gereken hassasiyet bütün sanatlarda ortaya konandan daha ilerde ve gelişkin olmak zorundadır. Bu sanat bütün sanatlardan daha bir derinlik ve incelikle ele alınmak zorundadır. Çünkü savaşta yapılacak bir hata ağır bir kayıp ve büyük bir acıyla sonlanabilir. Devrimci savaş sanatında yapılacak ciddi bir hata bazen bütünü kaybetmeye götürebilir. Devrimci sanat yürek ve aklın en ileri temelde birleştirilmesi, karar vermeden önce üzerinde kırk kez düşünülüp, yoğunlaşılarak yürütülmesi gereken bir sanattır.

“Newroz coşkusuyla gözaltı, tutuklama ve yasakları hükümsüz kılalım”

“Devrimci, demokrat, ilerici güçleri pres operasyonlarıyla sindirmeye, korkutmaya, yıldırmaya yönelik hiçbir baskı politikası bugüne kadar başarıya ulaşamadı, bugünden sonra da başarılı olmayacak” şeklinde açıklama yapan Partizan açıklaması şu şekilde sürdürdü: “Faşist Kemalist Diktatörlüğün geleneksel olarak uyguladığı katliam politikaları devam ediyor. Bugün de başta Kürt ulusu olmak üzere azınlık milliyet ve inançlara, ezilen yoksul halka, işçi sınıfına, kadınlara, LGBTİ’lere yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikaları hız kesmeden devam ediyor.

Sedat'a….. Ihsan Feridun Berkin

Sen’inle 1977 yılında, kavurucu bir Ağustos gecesinde, İzmir Karabağlar’da bir gecekondu’da tanışmıştık. Sen, Ben ve bir arkadaş daha, el yapımı iptidai bir matbaa ile, sabaha kadar binlerce bildiri basmıştık. Bildirilerin mürekkepleri kuruyup, üst üste istifledikçe keyfimize diyecek yoktu doğrusu ; rotatif misali çalışıyordu körpe kollarımız ; rotatif ne kelime….ertesi günkü mitingde dağıtılacak binlerce bildiriyi, o gece sabaha kadar sadece biz üçümüz basacaktık.

Sayfalar