Çarşamba Mayıs 22, 2024

Dogmatizmle hesaplaşmada teorinin önemi üzerine -2-

Sürecin tüm örgütlü yoldaşlarımıza çok daha fazla sorumluluk ve görev yüklediğini belirtmiştik. Bunlardan biri de dogmatizmle mücadele yöntemlerinden en önemlilerinden biri olan devrimci teori üretimi üzerine yoğunlaşmaktır. Devrimci teoriyle yeterince ilgilenmeme sebeplerinden birinin de ezilenlere ait bir teorik kültürün eksikliği olduğunu vurgulamıştık. Teorik kültürün eksikliği, artık üniversite okuyanların dahi teorik ilgisizliğini ve ayrıca teoriyle ilgilenenler için de önceden az çok belli olan güçlü teorik çizgilerden yoksun olmayı getirmektedir. Konuyu biraz daha açalım.

Engels, Alman işçilerinin Avrupa’nın diğer işçilerinden en önemli üstünlüklerinden birini, Avrupa’nın en teorisyen halkına mensup olmaları olarak gösterir. Engels, Alman işçilerinin teorik anlayışını “paha biçilmez bir üstünlük” olarak görmüş ve şu yorumu yapmıştır: “Eğer ondan önce gelmiş olan Alman felsefesi, özellikle Hegel’inki olmasaydı, Alman bilimsel sosyalizmi –olup olan tek bilimsel sosyalizm- asla almazdı. İşçiler arasında teorik anlayış olmasaydı, bu bilimsel sosyalizm asla şimdi olduğu gibi onların eti-kemiği haline gelmezdi. Ve bunun en paha biçilmez bir üstünlük olduğu, bir yanda, tek tek mesleklerin tüm mükemmel örgütlülüğüne rağmen, İngiliz işçi hareketinin son derece yavaş ilerlemesinin temel nedenlerinden biri olan her türlü teoriye karşı kayıtsızlıktan; öte yanda Proudhonculuğun ilk biçiminin Fransız ve Belçikalılarda, Bakunin tarafından daha da karikatürize edilmiş biçiminin ise İspanyol ve İtalyanlarda yarattığı, fesat ve karışıklıktan görülebilir.” (Engels’ten aktaran Lenin, S.E., c. 2, s. 56-57, İnter Yayınları)

Türkiye’de tam da Engels’in vurguladığı içerikte işçi sınıfı hareketinin bu “paha biçilemez üstünlükten” fazlasıyla yoksun kaldığını görüyoruz. Marksist filozof veya teorisyenler olarak tarihimize geçen ve gerçek bir teorik kültür yaratan bir geleneğe sahip değiliz. Politik geleneğin çizgisi, Osmanlı dönemindeki Ermeni devrimcilerden M. Suphilere, 1971 devrimcilerine ve Kaypakkaya’nın kopuşuna çok berrak bir şekilde günümüze kadar gelebilmekteyken teorik kültürden bu netlikle bahsedemiyoruz.

Politik geleneğimizin kendisi ve ardılları; yaptıkları politikanın teorisini dahi (politik teori) oluşturamadan, hep çok şiddetli yaşanan sınıf mücadelesine pratik olarak yanıt olma uğraşı içerisinde olmuşlardır. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik uğraşları önemli bir yerde dursa da, sorgusunu yaptığımız teorik kültür geleneğinin oluşturulmasında önemli bir etkisinin olmadığı açıktır. Kaypakkaya’nın bıraktığı eser ise, kendisinde var olan Marksist teorinin Türkiye’nin çeşitli politik konularına ustalıkla uygulanmasının mükemmel örneğidir. Fakat bu eser, yine politik teori veya bilimsel teori çalışması değildir. Bunu yapabilme kapasitesine sahip olduğunu eseriyle ortaya koymuş olduğu halde genç yaşta katledilmesi bunun önüne geçmiştir.

Teorik kültür derken Marksizm üzerine yazan ve Marksist klasikleri değerlendiren, bu eserleri inceleyip yorumlayan ve Türkiye koşullarına her değişen dönemeçle birlikte uyarlayan bir gelenekten/kültürden bahsediyoruz. Mesela Lenin’in tarihsel solculuğa karşı mücadelesini, bunun hem uluslararası komünist harekette hem de Türkiye’deki karşılığını, Marks’ın Hegel’den kopuşarak tarih bilimini oluşturmasını, gençlik eserleri ve olgunluk eserleri arasındaki farkı, Mao’nun Çin Devrimi ve BPKD’de izlediği politik devrimciliğin çözümlemesini vb. şeklinde uzatabileceğimiz “Bizim tarihimizden doğmuş, erişebileceğimiz ve bize yakın Marksist ustaların varlığı”ndan (L. Althusser, Marx İçin, s. 24, İthaki Yayınları) bahsediyoruz.

Yani TDH ve kolektifimiz, Marks, Engels gibi bir bilim kurabilen veya bu bilimin teorisini yapan (bir dönem için) Kautsky ve Plehanov veya Lenin, Rosa, Gramsci gibi Althusser’in deyimiyle “militan entelektüeller”in oluşturduğu bir teori olmadan, “devrimci pratik” üretmeye çalışmaktadır. Türkiye’ye Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao’nun tüm eserleri bile çevrilmiş değildir. Ki çevrilmiş olanların bahsi geçen şekilde okunmasını bırakalım, tamamının bile örgütlü devrimcilik yapanlarca okunup okunmadığı tartışmalıdır. Hatırlamalıyız ki, Marks, Kapital’i işçilerin okuması için yazdığını belirtir. O dönemin eğitim çalışmalarında da Kapital’in kendisi kullanılmıştır.

Yaşanan teorik kuraklığın boyutunu anlamamız için Althusser’in kendi tarihsel geleneklerini tartışırken belirttiği gibi “başka geleneklerin zenginliklerinden belirgin olarak ayrılan bir yoksulluğun farkına varmak için tam bir tarihsel analiz gerekir.” (age, s. 31)

Teorik çalışmalara sistemli bir yönelim gereklidir

Bahsi geçen nitelikte bir teorik kültürün var olmayışının/eksikliğinin yarattığı/yaratacağı sonuçlar Engels’in de dikkat çektiği gibi hareketin yavaş ilerlemesinden, tamamen reformist, revizyonist veya anarşist akımların etkisine girmeye kadar çok yönlü olacaktır. Çoğunlukla da bu akımların ortaya çıkışı ve mahkum edilebilmesi de aynı eksiklik dolayısıyla yapılamayacaktır. M. Suphi’den sonra TKP’nin girdiği reformist-revizyonist hattın 50 yıl boyunca çözümlenememesi ve bunu ancak tarihsel solculuğu BPKD’nin de etkisiyle genç yaşta aşan Kaypakkaya’nın yapabilmesi gibi.

Bahsini ettiğimiz teorik kültürün eksikliği apaçık bir olgudur. Elbette ihtiyacı duyulan bu teorik kültürün yaratılması, bahsi geçen “militan entelektüellerin” ve Marksist filozof veya teorisyenlerin ortaya çıkıp etkide bulunmaları, belki yılları bulacaktır. Fakat bu yoksunluğu bilip kavramanın büyük avantajları vardır. Bu, bir gerçeğin kabulü ve artık buna göre şekillenmeye çalışmanın ilk adımıdır. Bu teoriyi üretmeye yönelmek, bu kapsamda uğraş verenlere algımızı sonuna kadar açmak gibi sonuçlar oluşuyorsa, bu olumludur. Ayrıca bu durumun görülmesi, saflarımıza gelen yeni yoldaşların teorik ilgisizliklerinin nedenlerinden birinin saptanması anlamına gelmiş olacağından önemlidir.

Sorunların kökenine inilmesi, palyatif (geçiştirici) çözümlerle vakit kaybetmememiz mücadelenin bize dayattığı bir görevdir. Aslında tüm sorunlara her daim böyle yaklaşılması gerekirken, hep sonuçlara müdahale veya teknik değişimler üzerinden hareket edilmiştir. Bunun mücadelenin gereklerini karşılamada, uzun vadede zafere götürmede yetmeyeceği açıktır. Dogmatizme gerçek bir darbe vurup, saflarımızda etkisizleştirmenin ve başka kılıklarla karşımıza çıkmasının engellenmesinin yolu budur.

Mevcut durumda yapılması gereken teorik çalışmalara sistemli bir yönelimin başlatılmasıdır. Örgütlü yoldaşlarımızın tamamının katılacağı ve sürekliliği sağlanmış, alınan sonuçların takip edildiği bir yönelimden bahsediyoruz.

Kolektifimizin mevcut krizi, mücadelenin yeni aşamaları ve yeni biçimlerini kavrayarak ve gereklerini yerine getirerek aşabilmesi için ideolojik/teorik/politik ve örgütsel eğitimi kapsayan bir çalışmayı planlayıp yürütmesi en önemli adımlardan biri olacaktır. Tutuklamaların, gözaltıların, zorunluluktan faaliyet alanı değişenlerin, şehitlerin yerlerini bir pratikle hareket etmek ancak böyle mümkün olacaktır.

Bizler politik pratiklerimiz kadar teorik pratikte de adım attıkça “militan entelektüellerin” hem ortaya çıkışına vesile olacağız hem de çok çeşitli teorik alanlarda üretimi olanların yüzünü bize dönmesini sağlayacağız.

Balibar’dan Poulentzas’a ve “teorik yoksunluk” belirlemesini yapan Althusser’e kadar birçok teorisyen yetiştirmiş Fransa Komünist Partisi’ne ve akademiye Althusser şöyle seslenir: “Marksist felsefeye biraz yaşam ve teorik dayanıklılık vermek istiyorsak, bugün, bizim payımıza düşen şey ve görevimiz, çok basit olarak, bu sorunları açık açık ortaya koymak ve bunlarla açıktan yüzleşmektir.” (age, s. 40)  

45719

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Faşizm

 

 Almanya’nın caddeleri ve şehirleri kanla sulandı. Viyana’nın işçi semtleri,askeri birliklerin ateşiyle yakılıp yıkıldı., harabeye döndü.Yoksulluk, yıkım, felaket ve acı. Üstünde insanlığın en ünlü beyinlerinin eserlerinin yakıldığı ortaçağa özgü odun yığınlarının alevleriyle aydınlatılmış kapitalist baskı ve uygarlığın batışı, giyotin ve cellat baltası. Faşizm işte bunları getirdi. Ayrıca dünyayı felakete, yeni bir korkunç katliama sürüklemek tehdidini de beraberinde getirmektedir.  Dimitrov

                  

Prometheus’un Torunları Ateşi Yeniden Harlıyor

Tarihte hep direnenler kazanmıştır. Haklı olanlar, düşmana karşı savaşta bir çok defa yenilmelerine karşın, direnmelerinin karşılığını eninde sonunda almışlardır. Bu kural, salt geçmişe ait olmayıp geleceğe de aittir. Yunanistan’da da olacak olan budur. İşçi ve emekçiler, alın terlerinin "borç” adı altında emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini ve bu ağır sömürü dayatmasını asla kabul etmeyeceklerdir.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Sayfalar