Çarşamba Mayıs 8, 2024

Dünya, Türkiye ve Ortadoğu'ya kısa bir bakış (Bir Partizan)

Emperyalizmin egemen olduğu bugünün dünyasında çelişkiler derinleşiyor. Hem emperyalist güçler ve bloklaşmaları arasında hem de emperyalizm ve uşaklarıyla dünya proletaryası ve emekçi halkları arasındaki çelişkiler keskinleşiyor. Bir avuç emperyalist gücün aralarında paylaşmış olduğu dünyanın, bugün Ortadoğu’dan Afrika'ya; Güney Asya bölgesi, Baltık bölgesinden Ukrayna ve Karadeniz'e doğru alanda çelişkiler daha da keskinleşmektedir.

Kapitalist-emperyalist dünyada, 2008’de başlayan krizde nispi bir gerileme olsa da emperyalist ekonomik krizi devam ediyor. İşsizlikte ciddi bir azalma yok, tersine bazı ülkelerde daha bir artış gösteriyor. İşçi sınıfı ve emekçi kesimlerin ekonomik yaşam koşullarında bir iyileşme, düzelme yok. Tersine işçi sınıfının ücret, çalışma koşulları ve haklarında gerilemeyle birlikte, demokratik hak ve özgürlüklerinde de giderek daha fazla bir kısıtlanmaya gidilmektedir. Aralarında kimi farklılıklar olmakla beraber, daha da gerici yasalar çıkarılmakta, bunun ortamı yaratılmakta, “olağanüstü hal” yasaları çıkarılmakta ve fiilen uygulanmaktadır. (ABD'nin bazı eyaletlerinde, Fransa, Belçika ve Almanya Bavyera vb. olduğu gibi). Ekonomik kriz ve yoksulluğun nedeni göçmenlere bağlanmaya çalışılmakta, yabancı düşmanlığı körüklenmekte, ırkçı, faşist örgütlenmelere zemin sunulmakta ve desteklenmektedir. Savaş ve faşizmin kitle temeli yaratılmaya ve diri tutulmaya çalışılmaktadır.

Diğer yandan orduya, silahlanmaya ve silahların daha da modernleştirilmesine büyük ödenekler ayrılmaya devam edilmekte, her geçen gün yeni füzeler, füze kalkanları, askeri güç yığılmaya devam edilmektedir. Ayrıca son NATO toplantısından Rusya ve Çin'i biraz daha sıkıştırma yönlü kararlar alındı. Önümüzdeki yakın yıllar içinde ABD askeri filo gücünün % 60'ını Güney Asya’da konumlandıracağını açıkladı. Ve yine ABD, NATO şemsiyesi altında 2020’ye kadar yeni atom bombaları (Hiroşima’ya atılanın 21 katı daha etkili B-61 nükleer bombaları) ve nükleer silahları Almanya’da Rheinland-Pfalz eyaletindeki Büchel hava üssüne ve diğer tarafta Romanya'ya yığmaktadır. Hürmüz Boğazı’nda ABD ile İran askeri gemilerinin birbirini taciz ettiği örnekler eski değil. ABD-NATO, İsveç ve Finlandiya ile “güvenlik işbirliği” anlaşması yapmasıyla, Finlandiya'nın 1300 km sınırıyla Rus sınırına dayanıyor. Baltık ülkeleriyle askeri anlaşmalar yaptılar. Almanya, en az 10 günlük yiyecek stoklaması kararları alıyor. Rusya, ülkenin merkez, Güney ve Batı askeri bölgelerinde savaşa hazırlık seviyesini denetlemek için bir haftalık tatbikatlara başladı. Polonya hemen ülkenin üst düzey güvenlik yetkililerini savunma bakanlığında acil toplantıya çağırdı. AB büyükleri hem kendileri hem de Avrupa ordusunu daha da canlandırma çabasını gösterişsiz bir şekilde sürdürüyor. Bütün bunlar emperyalist savaş tehlikesini giderek artırmaktadır.

Ülkemize gelince, yarı sömürgeliğin sancılarını çekilmektedir. Bir yandan ABD efendisinin “BOP” ekseninde yüklediği “eş başkanlık” projesine uygun bölgede oynadığı rol ve bölge ülkeleriyle “sıfır sorun” söyleminin herkesle soruna dönüşmesiyle fiyaskoyla sonuçlanması söz konusuyken diğer yandan efendilerin yüklediği rolün yanı sıra, TC devleti ve AKP iktidarının DAİŞ vb. gibi şeriatçı örgütlere verdiği özel destek ve ırkçı, şoven, egemen ulus kibrinden gelen özel olarak Kürt düşmanlığının Rojova’da Kürt direnişine çarpmasıyla fiyaskoya dönüşmesi mevcut. Rus savaş uçağını düşürmeleriyle NATO'yu arkalarına alarak Suriye'ye girme hesaplarının da, Rusya'nın provokasyonu görmesi ve dikkatli davranmasının payıyla, NATO'nun TC'yi yarı yolda bırakmasıyla hesaplarının suya düşmesini de bunların üzerine eklemek lazım. Tabi NATO bu fırsatla, Türkiye'nin Çin'de füze alımı ve “Şangay 5'lisine bizi de alın” şantajlarını suya düşürerek somut kazanca düşürmesiyle TC bir hayal kırıklığı daha yaşadı.

Türkiye'de kapitalizm kendi iç dinamiğiyle gelişmediği için ayakları üzerine doğrulamamıştır. Dışta emperyalizme bağlılık, içte bir önceki toplumsal yapı olan feodal kesimle iç içe geçmesiyle tepeden tırnağa anti-demokratiktir; burjuva demokrasisi geleneği ve kültürü yoktur.  Bu açıdan TC kuruluşundan beri faşist karakterlidir. Toplumun da demokrasi bilinci ve geleneği yoktur veya oldukça zayıftır.

Türkiye, emperyalizme bağımlılık ve kapitalizmin iç dinamiğiyle gelişememesinin getirdiği zayıflık ve köklü oturamamasından dolayı sermayenin yön ve el değiştirmesini nispeten kolaylaştırmaktadır. ABD'nin iktidara taşıdığı ve AB'nin de desteklediği İslamcı AKP, ağırlığı sanayi dışı olan ticaret burjuvazisinin üst kesimine dayanıyordu. AKP'yi destekleyenler iktidar sürecinde iktidar olanaklarını kullanarak muazzam palazlandılar. Bu sürede Kemalist kesimi biraz etkisizleştirme sürecinde Fethullah Gülen'le birlikteydiler. Birlikte, hem bazı şirketleri batırdılar ve budadılar hem bir takım yasal değişikliklerle devlet kurumlarında budama yaptılar ve kendilerini yasal güvencelere aldılar; hem de ordu ve bürokraside “Ergenekon”, “Balyoz”, “Casusluk” vb. operasyonlarıyla etkinliklerini artırdılar.

İslam jargonlu sermaye palazlanınca sömürü dalları, devlet ve iktidar olanaklarını paylaşma üzerine F. Gülen ve R. T. Erdoğan kesimleri birbirlerine girdi. R. T. Erdoğan'a nazaran Gülen, sermaye ve devlet içindeki kadrosuyla daha köklü ve daha örgütlüydü. Ama AKP ve iktidarı kendi otoritesinde gören cumhurbaşkanı Erdoğan, ortaklığı olduğu ve yine çocuklarını evlendirdiği holdinglerle birlikte aile bağları olan şirketlerini palazlandırarak etkin duruma getirdi. İktidar olanaklarını paylaşma üzerine birbirine giren bu şeriatçılar, son iki yıldır etkinlik ve birbirlerini etkisizleştirme mücadelesi halindeydi. Şeriatçılar aralarında kavgaya girince,  Erdoğan, önceden savaş ilan edip yargılayıp hapse attığı  (esası ordudaki yüksek rütbeli) Kemalistlerle anlaşarak serbest bıraktı ve çoğunu görevlerine geri getirerek Gülen'e karşı bunlarla ittifak yaptı. Gülen de,  Erdoğan'ın liderliğinde hışma uğrayan bu kesimlerin bir kısmıyla gizli ittifak yapmaya çalıştı. Erdoğan, Ağustos ayındaki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) da, Gülenci olan yüksek ordu mensuplarını terfi yapmama ve ordudan atma hesapları yaptığını görünce, temizliğe uğramayı bekleme yerine bir askeri darbe yapmaya çalışarak Erdoğan egemenliğinden kurtulmak istedi. Gülen, Kemalist Ergenekonculara da güvenerek YAŞ öncesi 15 Temmuz 2016’da darbe yapmaya çalıştı. Ama Kemalist Ergenekoncular, Gülen'in daha önce kurduğu kumpası unutmamıştı, Gülen'i oyuna getirerek ileri sürdüler, kendileri de “düğünde”ydi,  “ev”deydi, “görevinde”ydi ama harekete geçmediler. Ayrıca günler öncesinde Erdoğan'ı haberdar etmişlerdi. Erdoğan ve AKP günler öncesinde durumdan haberdardı, (Rusya da ayrıca uyarmıştır) tedbirini almıştı ve Gülencilere suç işletip, onu da fırsata dönüştürerek karşı atağa geçip “darbe” girişimini ezdiler. Bu ezme hareketinde kamuoyunu arkalarına almak için kitle desteğini sokaklara dökerek diri tutmaya çalıştılar. Bu, hem kitlesini diri tutarak militarize etmekti hem de efendilerine “geniş kitleler arkamda, bana mahkumsunuz, Suriye’de şeriatçı örgütlere kimyasal silahlar vererek kullandırma ve Kürdistan’daki katliamları yaptırmadan dolayı Uluslararası Savaş Suçlusu olarak yargılama girişimlerine izin vermeyin, arkamda güçlü kitle desteği var” mesajı vermenin hesaplarını yaptı...

“Darbe” girişimi sonrası TC devleti ve Erdoğan iktidarının Rusya'yla uçak düşürme gerginliğine son vermesi için Rusya'ya gitmesi ve bazı söylem ve anlaşmalardan hareketle “yönünü Rusya'ya dönüyor” değerlendirmelerde bulunuluyor. Bu gerçekçi değildir. Kolay değildir. Ne Türk kapitalistleri bunu yapabilir ne de ABD, NATO ve AB buna müsaade edebilir. Bu yönlü ciddi bir emare gözlenirse iktidarda kalamazlar. Ekonomik ablukalarla çökertmeleri bir yana, bir askeri darbeyle alaşağı edebilirler. Şimdi Rusya kendi cephesinde TC'nin ABD ve AB ile çelişkilerini derinleştirmesini sağlayıp yararlanmak istiyor. TC devleti ve Erdoğan iktidarı da ABD’ye şantaj yapmaya çalışıyor. Hem Gülen'e baskı yapmalarını istiyorlar hem ABD’ye “Suriye'deki Kürtler konusunda bizi dinlemiyorsunuz, hesaba katmıyorsunuz, PYD'yi kolluyor, önünü açıyorsunuz, öyle yaparsanız Rusya'ya yönümüzü döneriz” şantajı yapıyor; hem fazla üstümüze gelmeyin, gerekirse NATO ve AB dışı arayışlara da gideriz baskısı yapıyor ve hem de uluslararası savaş suçlarını yargılama girişimi olmasın vb. gibi baskı yapmak istiyor. Öte yandan Rusya'ya koşmasının nedeni, Rusya'ya, “PYD’ye destek verme, Esat ile bizi barıştır. Ara bulucu ol” mesajını verebilmek. Ve tabii esas derdi Suriye'de Esad ile birlikte olup Suriye Kürtlerinin bel kemiği olan PYD'yi ezmektir. Rusya'ya koşmasının esas nedeni budur. Nitekim birkaç gün sonra Suriye devleti Haseki’de PYD'yi bombaladı. Rusya'nın izni olmadan bunu yapması zordur. Bununla da Rusya, PYD’ye, “Esad'ın bu yönlü politikasını durdurmak istiyorsan yönünü bize dön” mesajı vermiş oldu. DAİŞ’in elinde bulunan Minbiç'in YPG ve Suriye Demokratik Güçleri’nce (SDG) ele geçirilmesinden sonra 3 yıldır DAİŞ'in elinde bulunan Cerablus'a yönelmesini gözleyen TC devleti, (tabi Rusya'yı razı ederek) ABD’yle anlaşarak Cerablus'a tanklarla girdi.  TC devleti, kendi askeri elbiselerini giydirdiği ve ciddi varlığı olmayan bir kısım şeriatçı  (“ÖSO”) güçleri de yanında taşıyarak götürdü. Cerablus'ta IŞİD'e “ÖSO” elbisesi giydirilmesiyle DAİŞ buharlaştı. Anlaşılan DAİŞ'in önemli gücünü El Rai ve El Bab'a yollayıp oralardaki güçlerini takviye ederek, savunma ve karşı saldırıda bulunmaya yollamışlardır.  TC devleti, ABD onayıyla Cerablus'a girdi ama kalıcı olmaya kimse razı olmayacaktır. Ve tabi kitle desteği olmadığı için tutunamayacaktır da... Ancak, TC devletine onay veren ABD, AB ve NATO'su bu hamlesiyle, TC devletini hem kendilerine çekmiş oluyor hem de kendileriyle çalışmamayı düşünmesi halinde bile nelerin bekleyeceğini de hatırlatmakla beraber, dışta ve içte büyük bir batağa çekmiş bulunuyor. Ağır suçlar işletip, sonra onları kullanarak bedel ödetme durumu olduğu gibi, esas olarak bir yandan Kürtlere karşı savaşı, diğer yandan şeriatçıların mezhep savaşını Türkiye’de derinleştirmeye götürecektir.

Bir süre öncesine kadar TC devleti, Erdoğan ve Gülen ittifakı önderliğindeki AKP iktidarı işçi sınıfını, emekçi kesimleri ve Kürt hareketini birlikte eziyorlardı. Şimdi ise, TC devleti, Erdoğan ve Kemalistlerin ittifakı önderliğindeki AKP, işçi sınıfını, emekçi kitleleri, sol, sosyalist ve Kürt toplumsal hareketini ezmektedir.

Her ne kadar Gülen'in başarısız darbe girişimi olsa da darbeyi esas olarak Erdoğan önderliğindeki AKP yapmış oldu. İşçi sınıfını, emekçi kesimleri,  Kürt ulusal hareketini bastırmak, dizginsizce faşist terör estirmek için Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etti. Bu sıkıyönetim ilan etmektir. Bu, kırıntı halinde olan mevcut demokratik hak ve özgürlükleri de ortadan kaldırmaktır. Yarı askeri faşist bir diktatörlükle yönetmek demektir. Bu, içte ve dışta savaş politikası izleme demektir...

Emperyalist ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de koşullar giderek daha ağırlaşmaktadır. Emperyalistler ve uşakları, komünist ve devrimci hareketin zayıflığından cesaret alarak işçi sınıfı, emekçi kitlelere dizginsizce ve rahat saldırmaktadırlar. Bu durum her geçen gün sorumluluklarımızı artırmaktadır. Her koşulu kaldırabilecek ve hazırlıklı olabilecek şekilde örgütlenmemizi sağlamlaştırmak durumundayız. Bir yandan teorik, ideolojik, siyasi seviyemizi durmaksızın artırarak, örgütsel faaliyet ve görevlerimizi verimli kılarak sağlamlaştırmalıyız, pratik faaliyetlerimiz bu ölçüde verimli ve başarılı olacaktır; diğer taraftan kendimize güvenerek, sınıf düşmanlarımıza karşı en geniş ittifakları kurarak mücadeleyi geliştirmeli, yükseltmeliyiz. Leninizm’in üç taktik ilkesinden biri olan  “Proletaryaya kitlesel bir müttefik -bu müttefik geçici, yalpalayan, emniyetsiz ve güvenilmez de olsa- sağlamak için her ülkenin Komünist Partisi tarafından en küçük imkandan bile mutlaka yararlanma ilkesi” bugün içinde bulunduğumuz tarihsel süreçte hayati önem arz etmektedir. (Bir Partizan)

44942

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sayfalar