Pazar Mayıs 12, 2024

Egemenlerin halifesi olmaktansa ezilenlerin sahabesi olmak devrimcidir

Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde İslami direniş hareketlerinin yükselişiyle birlikte, İslam’ın ideolojisi bölgelerde giderek yayılıyor. Bu yükseliş hâkim sınıf sözcülerince terör faaliyeti olarak ilan edilip dar anlamda İslam ideolojisinin karşısında önlem almak arayışının politikasıdır. Bu aynı zamanda orta sınıfa da yansıyan ve onlarda dile “İslam’ın aşırı ucu” ya da “radikalizm” şeklinde tanımlanıyor. Bu tanımlamalar özellikle ılımlı İslam’ın reformist anlayışını Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde egemen dil anlayışının yaygınlığını oluşturuyor.

İslam İdeolojisi’nin yükselişi hangi sınıfı temsil ediyor.

Özellikle İslam ideolojisinin politik arenada yükselişiyle kendi içerisinde ki sınıfsal çelişkileri yeni ve başka tartışmaları da gündeme getiriyor. Bu tartışmalarda ortaya atılan iddialar, gerekse İslam dışında bulunanların da İslam üzerine söyledikleri özünde İslam tarihinin politik mücadelede savaş arenasına dönüştüğünü gösterir. “Kutsal yolda ki işaretler” i takip doğru ve İslam ideolojisinin sınıfsal temeline ulaşarak, konumlanmanın “teorik” olarak öne sürülenleri doğru süzgeçten geçirmemiz yerinde olacaktır.

Sünnet, geleneksel anlamda “atalarının yürüdüğü yol olarak” İslam inancın da kabul edilir. Muhammed de bu geleneksel yolda yürümüş ve de atalarıyla bundan dolayı mücadele yürütmüştür. Yani İslam inancında bahsedildiği gibi tek bir egemen anlayışın özne olmadığını, arayışın farklılıklar içerisinde yol aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayrışma ve oluşan tartışmalarda bir birlerini cahiliye-fitne yapmak ya da murted olmak olarak suçlamaktadırlar.

Muhammed İslam inancının ideolojik kurucusu ve önderidir. Muhammed’in İslam inancını dönemin egemenlerine karşı ideolojik olarak savunduğu inancı teorize eden teorisyenidir aynı zamanda. Bu mücadelesinde ciddi başarı elde edip egemenliğini kurup müminlerinden oluşan İslam ordusunu böylece oluşturmuş ve dönemin egemenlerine karşı sınıfsal temelde ezilenleri temsil eden sınıfsal bir konumda kullanarak orta sınıfı da kendine çekebilmiştir. Muhammed’e bu mücadelesi içerisinde gerek yaşının getirdiği rahatsızlıklarla birlikte konumu ve liderliğini devrederek birini gündeme getirir. İslam ideolojisini böylece devletleşme yöntemine kavuşmasıyla hilafet-halifelik tartışması gündeme getirir.

Muhammed kendisinden sonra hilafet konumuna temsil edebilecek kişi olarak Ali’yi düşünüyordu. Ali’de Muhammed’in izinde giden, sınıfsal konumu ve tercihine sadık kalan en yakın ve güvendiği isimdir. Bugün ezilenlerin özellikle Alevi eşittir Şia ve sunilerin ezilen kesiminde Ali’nin safında duruş ve inancı ile mücadelesini sahiplenmesi bundan kaynaklıdır. Fakat öte yandan Ebubekir ile Ömer ve dönemin selefileri Muhammet’in halifeliği Ali’ye vermesine karşı çıkarlar ve Muhammed’in ölüm döşeğinde söylediklerini “sağlıklı düşünemediği için bu kararı hükümsüz”dür minvalinde tavır alırlar. Halifeliği Kureyşlilere verilmesinin önemini dile getirip daha Muhammed’in ölümü yeni gerçekleşmesi anında bile Ali’ye Halifeliği vermemek için siyasi entrikalarla bir baskı kurarak Ali’nin bu baskı ile Halifeliği “gönüllü” devretmesi sonucunda halifelik Kureyş kabilesine geçer. Kureyşliler Sünni-Selefiliğin merkezi, dönemin ticaret ve yönetimlerinde geniş söz hakkı bulunan egemenlerdendir. Sınıfsal bakımdan Ali’nin sınıfsal konumundan ayrışırlar böylece hilafet içerisinde halifelik daima egemen sınıf olan Kureyş kabilesinde kalmıştır. Dönem dönem Hz Hasan ve Hz Hüseyin çıkışları olsa da onlarda canlarıyla bu halifelik sırasını alamadan bedelini ödemişlerdir. Kureyşlilerden Osmanlı İmparatorluğuna uzanan hilafet her zaman selefilerin egemenliğinde kalmıştır. Osmanlı imparatorluğunda halifelik bu ülkenin ezilen çeşitli milliyetlerinden halkları özellikle Alevi ve Süryani inancına bağlı halkların dökülen kanlarıyla Merc-i dabık’tan tanırlar. Babadan oğula devralınan halifelik Osmanlı imparatorluğunda da devam etmiştir. “Sultan” atfede Osmanlı imparatorluğunun dağılmasıyla birlikte halifelik ve hilafet’te “cumhuriyet”le birlikte ilga olmuştur. Cetvelde çizilen misak-i milli sınırları Osmanlı topraklarının da parçalanması ile hilafet-halifelik tartışmaları yeniden İslam inanışında ideolojik olarak tartışılmaya başlamıştır.

Bu tartışmalar bir yana dursun hilafet içerisinden halifeliğin tanımını ve de önemli olan görevine değinmek gerekir. Tarihsel olarak Muhammed’den günümüze İslam alimlerine göre ortak fikir; hilafet İslamın tatbikinde müminlerin din ve dünya işleminin idaresinde peygambere vekalet etmek işini yürüten halifenin idaresinde, İslam inanışının yayılması, korunması ve de sürdürülebilir olmasıdır. Bu yorum dayanağını Kuran-ı Kerim’den alır. Kuran-ı Kerim İslam inanışının ideolojinin teorik olarak yazılmış kitabıdır.

“Ey Davut, şüphesiz ki biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükümet” denilir. (SÂD suresi, 26. Ayet) Halife sadece ruhani değil, devlet adamlığında peygamberden sonra gelen anlamındadır. Başka bir ayetle “ ey iman edenler, Allaha ve resulüne ve sizden olan ulu emir’e itaat edin” deniliyor. (Nisa suresi 59. Ayet)

Hulefa-i raşidin denen ilk dört halife döneminde uygulanmaya başlanmış ve halifelik makamına gelmek için iki yol belirlenmiştir. İlki seçimdir. Seçim yönetiminde seçenler sahabelerdir. Seçim tam anlamıyla Ebu Bekir ve Hz Ali için yapılmıştır. Diğer yöntem ise vasiyettir, yani saltanattır. Muaviye ile başlamıştır. Feodal bir sosyoekonomik yapı olmaya başlayan Kureyş’de cisimleşen Arap Sünni selefi ekonomisi merkezi bir devlet yönetimini gerekli kılmıştır. çeşitli iktidar mücadelesinden sonra Mekke aristokrasisinden Ummeyyeoğulları hanedanlığı kurulmuştur. Diğer iki halife olan Ömer vasiyetle, Osman ise örneğin kurduğu kuralla halife seçilmiştir.

21. YY Hilafeti ve Halifeliği

Geçmiş İslam tarihinin kronolojisinin örneklerle almakla birlikte yolun yakın dönemde yeniden tartışılmaya başlamış bir konudur islam dünyasında. Özellikle DAİŞ denen tekfirci grubun hilafet ilan edip liderinin de kendisini halife olarak İslam dünyasına takdim edişine tanıklık ediyoruz. Yukarı da özü ile halife ve hilafet’in niteliğine değinmiştik ve bundan dolayı DAİŞ ve liderinin çıkışı İslam geleneği açısından kabul edilmesi mümkün olmayan bir “cihad” ile ilan edilen halifedir. Bununla birlikte bir şeyin altını çizmekte yarar vardır. Bu güne kadar ilan edilen 4 halifenin tamamı İslam toplumunu sömürmeyi meşrulaştırma işlevi görmüş, İslam inancının özünden kopmuş, sapma yaşamış egemenlerin aracı haline gelen konuma dönüşmüştür. Bunu özellikle ezilen Müslümanlara karşı kullanılan ideolojik bir silaha dönüşerek kullanılmıştır. İşte DAİŞ bu geleneğin devamcısıdır. O Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’i kendine önder görüp onun hikmetini tanıyan biridir. Tıpkı Yavuz’un Merc-i dabuk’ta özellikle Alevi ve Sünni halklara yönelik döktüğü kan ve katliamları kendine rehber edinerek bugün Suriye ve ırak sınırı içerisinde aynı yöntemi büyük bir faşist zevkle icra etmektedir. Lakin Cihad Müslüman’ın Müslüman’a karşı bir suçu olmadığını herkes bilmesine rağmen, bu sözde Halife’nin Hilafeti Siyonist İsrail’in, Filistinli Müslüman katliamlarına ve İslam inancının kutsal topraklarına yönelik Yahudi egemenlerinin saldırılarına sessiz kalmakta, İsrail’in kendilerine yönelmediği-tehdid etmediği için savunmayacaklarını açıklamıştır. Bu bile Hilafet-Halifeliğin egemenler elinde bir araç olarak ezilen Müslümanların başında bir kılıç görevi görme işinin umut göstergesidir.    

Tarih İslam inancında tekerrür ediyor

Hayatın akışı içerisinde tarih hep pratikte yaşananlarla yazılır. Ancak İslam anlayışına egemen olan Kureyş’ten günümüze Arap burjuvazi tarih önce yazılmış sonra yaşanmış olarak sürdürüyor. Ezilen Müslümanların ezen Müslümanlarla çatışmas, diğer dinler veya İslam dinine düşman olanlarla olan çatışmasından daha çoktur. Tüm mezheplerin birbirleriyle, çatışması, kan dökmesi egemenlik kurma, Hilafetin devletleşme, yani ezme aracı olarak arzusu ile yaşanmıştır. Başta ABD olmak üzere Avrupa halkların dini inançları özellikle 16 yy.’dan sonra politik olarak istismar etmiş, bunlar her daim “medeni” olup mazlum Müslümanları politik arenada barbar ilan etmişlerdir. Egemen sınıflar baskı, şiddet ve ölümle ezilen halkları sesini kısmaya, biata sürüklemektedir. Sömürgeleşme ile asimilasyon politikaları da bu aşamada zaten kendini göstermiştir. Tüm bunları halk fetişizmi yapanlar içinden geldikleri halka egemenlerin gözüyle bakıp halk için halka rağmen desturu gereği halkın inançlarını gerici ilan edip küçümserler.

İşte böylesi sınıfsal ilişki ağı içerisinde konumlanan cihadist grupların neredeyse tamamı bir şekilde ezenlerle ilişkileri vardır. Bu konuda en etkili örnek ise ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nda görevli olarak çalışan, fakat daha sonra yürüttüğü faaliyetleri dışarı “ sızdıran” ve bu konularda “sansasyonel” açıklamalar ile öne çıkan Edward Snow’a göre DAİŞ Hornts Nest) eşek arısı kovanı- projesi kapsamında ABD’nin kurduğu, El bağdadi’de aslında Müslüman değil, Yahudi ve adının da Simon Eilot olduğudur.

Özellikle Hilafet ilan edip kendini hilafet halife ilan eden DAİŞ ve liderinin tutturdukları yol ezilenleri kurtuluşa götürecek yol değildir. Bunun altı çizilmeli. Kendini örnek aldığı ve kullandığı yöntemleri ile tarihte kan dökerek ezilen Müslümanları daha çok ezen sultan- padişah- halifelerdir. Tabi önemli olan DAİŞ ve liderinin kendine egemenleri örnek alması ve yöntemlerini kullanması değildir. Önemli olan DAİŞ’in ve liderinin kimlerin çıkarlarını koruduğu ve kimlere hizmet ettikleridir. Bundan dolayı hızla yayılan DAİŞ vd İslami cihadist örgütlerin özellikle CIA’in kurduğu ya da ilişkide olduğu algısını yayılmasıdır. Başta Türk egemenlerinin ve devleti olmak üzere Kata, Suud Krallığı, B.A.E vd. ülkede devletlerin politik çıkar ve amaçlarını için DAİŞ’e destek vermesi ve DAİŞ’in bu desteği kendi amacını gerçekleştirmek için DAİŞ’e destek vermesi ve DAİŞ’in bu desteği kendi amacını gerçekleştirmek için kullanması karşılıklı bir takım angajmanların gelişmesine bağlıdır. Ancak bu politik hedeflerin kesişmesiyle devletlere DAİŞ arasında doğrudan ilişki olduğu anlamına gelmez. Enerjimizi DAİŞ’in taşeron olduğunu kanıtlamaya harcayacağımız, tarihsel bir hafıza yakalanması ile DAİŞ’in dayandığı sosyopolitik tabanı anlamaya harcamalı ve onu edinmenin yöntemlerini bulmaya harcamalıyız. İşte ABD emperyalizminin koyduğu sınırı aşmaya yönelmiş ve bunun karşısına bombalanmaya, maruz kalmıştır. Yani kursa bile biat ettiği nokta sınırı belirleyen sosyopolitik, sosyoekonomik yapıdır ve sınıfsal temeldedir.

Tarih İslam aleminde tekerrür ederken komünist, devrimcilerin DAİŞ vb cihadist gruplara yönelik sınıfsal kinini doğru yöneltmesi için iz sürmesini bırakıp Ortadoğu başta olmak üzere ülkemizdeki yansımalarıyla ve TC devletiyle savaşımını ilerletmektir. Bir bağ varsa bu bağı kesme ve sonra kökünün kazınması için ezilen halklar ile yan yana omuz omuza aynı alanda mücadele etmelidir. DAİŞ hilafet ilan etmiş, halifesi varmış neylesin. Egemenlerin Halifesi olmaktansa ezilenlerin sahabesi olmayı tercih ederiz.

Tekirdağ Hapishanesinden Bir tutsak Partizan


64302

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar