Pazartesi Mayıs 13, 2024

Egemenlerin halifesi olmaktansa ezilenlerin sahabesi olmak devrimcidir

Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde İslami direniş hareketlerinin yükselişiyle birlikte, İslam’ın ideolojisi bölgelerde giderek yayılıyor. Bu yükseliş hâkim sınıf sözcülerince terör faaliyeti olarak ilan edilip dar anlamda İslam ideolojisinin karşısında önlem almak arayışının politikasıdır. Bu aynı zamanda orta sınıfa da yansıyan ve onlarda dile “İslam’ın aşırı ucu” ya da “radikalizm” şeklinde tanımlanıyor. Bu tanımlamalar özellikle ılımlı İslam’ın reformist anlayışını Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde egemen dil anlayışının yaygınlığını oluşturuyor.

İslam İdeolojisi’nin yükselişi hangi sınıfı temsil ediyor.

Özellikle İslam ideolojisinin politik arenada yükselişiyle kendi içerisinde ki sınıfsal çelişkileri yeni ve başka tartışmaları da gündeme getiriyor. Bu tartışmalarda ortaya atılan iddialar, gerekse İslam dışında bulunanların da İslam üzerine söyledikleri özünde İslam tarihinin politik mücadelede savaş arenasına dönüştüğünü gösterir. “Kutsal yolda ki işaretler” i takip doğru ve İslam ideolojisinin sınıfsal temeline ulaşarak, konumlanmanın “teorik” olarak öne sürülenleri doğru süzgeçten geçirmemiz yerinde olacaktır.

Sünnet, geleneksel anlamda “atalarının yürüdüğü yol olarak” İslam inancın da kabul edilir. Muhammed de bu geleneksel yolda yürümüş ve de atalarıyla bundan dolayı mücadele yürütmüştür. Yani İslam inancında bahsedildiği gibi tek bir egemen anlayışın özne olmadığını, arayışın farklılıklar içerisinde yol aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayrışma ve oluşan tartışmalarda bir birlerini cahiliye-fitne yapmak ya da murted olmak olarak suçlamaktadırlar.

Muhammed İslam inancının ideolojik kurucusu ve önderidir. Muhammed’in İslam inancını dönemin egemenlerine karşı ideolojik olarak savunduğu inancı teorize eden teorisyenidir aynı zamanda. Bu mücadelesinde ciddi başarı elde edip egemenliğini kurup müminlerinden oluşan İslam ordusunu böylece oluşturmuş ve dönemin egemenlerine karşı sınıfsal temelde ezilenleri temsil eden sınıfsal bir konumda kullanarak orta sınıfı da kendine çekebilmiştir. Muhammed’e bu mücadelesi içerisinde gerek yaşının getirdiği rahatsızlıklarla birlikte konumu ve liderliğini devrederek birini gündeme getirir. İslam ideolojisini böylece devletleşme yöntemine kavuşmasıyla hilafet-halifelik tartışması gündeme getirir.

Muhammed kendisinden sonra hilafet konumuna temsil edebilecek kişi olarak Ali’yi düşünüyordu. Ali’de Muhammed’in izinde giden, sınıfsal konumu ve tercihine sadık kalan en yakın ve güvendiği isimdir. Bugün ezilenlerin özellikle Alevi eşittir Şia ve sunilerin ezilen kesiminde Ali’nin safında duruş ve inancı ile mücadelesini sahiplenmesi bundan kaynaklıdır. Fakat öte yandan Ebubekir ile Ömer ve dönemin selefileri Muhammet’in halifeliği Ali’ye vermesine karşı çıkarlar ve Muhammed’in ölüm döşeğinde söylediklerini “sağlıklı düşünemediği için bu kararı hükümsüz”dür minvalinde tavır alırlar. Halifeliği Kureyşlilere verilmesinin önemini dile getirip daha Muhammed’in ölümü yeni gerçekleşmesi anında bile Ali’ye Halifeliği vermemek için siyasi entrikalarla bir baskı kurarak Ali’nin bu baskı ile Halifeliği “gönüllü” devretmesi sonucunda halifelik Kureyş kabilesine geçer. Kureyşliler Sünni-Selefiliğin merkezi, dönemin ticaret ve yönetimlerinde geniş söz hakkı bulunan egemenlerdendir. Sınıfsal bakımdan Ali’nin sınıfsal konumundan ayrışırlar böylece hilafet içerisinde halifelik daima egemen sınıf olan Kureyş kabilesinde kalmıştır. Dönem dönem Hz Hasan ve Hz Hüseyin çıkışları olsa da onlarda canlarıyla bu halifelik sırasını alamadan bedelini ödemişlerdir. Kureyşlilerden Osmanlı İmparatorluğuna uzanan hilafet her zaman selefilerin egemenliğinde kalmıştır. Osmanlı imparatorluğunda halifelik bu ülkenin ezilen çeşitli milliyetlerinden halkları özellikle Alevi ve Süryani inancına bağlı halkların dökülen kanlarıyla Merc-i dabık’tan tanırlar. Babadan oğula devralınan halifelik Osmanlı imparatorluğunda da devam etmiştir. “Sultan” atfede Osmanlı imparatorluğunun dağılmasıyla birlikte halifelik ve hilafet’te “cumhuriyet”le birlikte ilga olmuştur. Cetvelde çizilen misak-i milli sınırları Osmanlı topraklarının da parçalanması ile hilafet-halifelik tartışmaları yeniden İslam inanışında ideolojik olarak tartışılmaya başlamıştır.

Bu tartışmalar bir yana dursun hilafet içerisinden halifeliğin tanımını ve de önemli olan görevine değinmek gerekir. Tarihsel olarak Muhammed’den günümüze İslam alimlerine göre ortak fikir; hilafet İslamın tatbikinde müminlerin din ve dünya işleminin idaresinde peygambere vekalet etmek işini yürüten halifenin idaresinde, İslam inanışının yayılması, korunması ve de sürdürülebilir olmasıdır. Bu yorum dayanağını Kuran-ı Kerim’den alır. Kuran-ı Kerim İslam inanışının ideolojinin teorik olarak yazılmış kitabıdır.

“Ey Davut, şüphesiz ki biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükümet” denilir. (SÂD suresi, 26. Ayet) Halife sadece ruhani değil, devlet adamlığında peygamberden sonra gelen anlamındadır. Başka bir ayetle “ ey iman edenler, Allaha ve resulüne ve sizden olan ulu emir’e itaat edin” deniliyor. (Nisa suresi 59. Ayet)

Hulefa-i raşidin denen ilk dört halife döneminde uygulanmaya başlanmış ve halifelik makamına gelmek için iki yol belirlenmiştir. İlki seçimdir. Seçim yönetiminde seçenler sahabelerdir. Seçim tam anlamıyla Ebu Bekir ve Hz Ali için yapılmıştır. Diğer yöntem ise vasiyettir, yani saltanattır. Muaviye ile başlamıştır. Feodal bir sosyoekonomik yapı olmaya başlayan Kureyş’de cisimleşen Arap Sünni selefi ekonomisi merkezi bir devlet yönetimini gerekli kılmıştır. çeşitli iktidar mücadelesinden sonra Mekke aristokrasisinden Ummeyyeoğulları hanedanlığı kurulmuştur. Diğer iki halife olan Ömer vasiyetle, Osman ise örneğin kurduğu kuralla halife seçilmiştir.

21. YY Hilafeti ve Halifeliği

Geçmiş İslam tarihinin kronolojisinin örneklerle almakla birlikte yolun yakın dönemde yeniden tartışılmaya başlamış bir konudur islam dünyasında. Özellikle DAİŞ denen tekfirci grubun hilafet ilan edip liderinin de kendisini halife olarak İslam dünyasına takdim edişine tanıklık ediyoruz. Yukarı da özü ile halife ve hilafet’in niteliğine değinmiştik ve bundan dolayı DAİŞ ve liderinin çıkışı İslam geleneği açısından kabul edilmesi mümkün olmayan bir “cihad” ile ilan edilen halifedir. Bununla birlikte bir şeyin altını çizmekte yarar vardır. Bu güne kadar ilan edilen 4 halifenin tamamı İslam toplumunu sömürmeyi meşrulaştırma işlevi görmüş, İslam inancının özünden kopmuş, sapma yaşamış egemenlerin aracı haline gelen konuma dönüşmüştür. Bunu özellikle ezilen Müslümanlara karşı kullanılan ideolojik bir silaha dönüşerek kullanılmıştır. İşte DAİŞ bu geleneğin devamcısıdır. O Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’i kendine önder görüp onun hikmetini tanıyan biridir. Tıpkı Yavuz’un Merc-i dabuk’ta özellikle Alevi ve Sünni halklara yönelik döktüğü kan ve katliamları kendine rehber edinerek bugün Suriye ve ırak sınırı içerisinde aynı yöntemi büyük bir faşist zevkle icra etmektedir. Lakin Cihad Müslüman’ın Müslüman’a karşı bir suçu olmadığını herkes bilmesine rağmen, bu sözde Halife’nin Hilafeti Siyonist İsrail’in, Filistinli Müslüman katliamlarına ve İslam inancının kutsal topraklarına yönelik Yahudi egemenlerinin saldırılarına sessiz kalmakta, İsrail’in kendilerine yönelmediği-tehdid etmediği için savunmayacaklarını açıklamıştır. Bu bile Hilafet-Halifeliğin egemenler elinde bir araç olarak ezilen Müslümanların başında bir kılıç görevi görme işinin umut göstergesidir.    

Tarih İslam inancında tekerrür ediyor

Hayatın akışı içerisinde tarih hep pratikte yaşananlarla yazılır. Ancak İslam anlayışına egemen olan Kureyş’ten günümüze Arap burjuvazi tarih önce yazılmış sonra yaşanmış olarak sürdürüyor. Ezilen Müslümanların ezen Müslümanlarla çatışmas, diğer dinler veya İslam dinine düşman olanlarla olan çatışmasından daha çoktur. Tüm mezheplerin birbirleriyle, çatışması, kan dökmesi egemenlik kurma, Hilafetin devletleşme, yani ezme aracı olarak arzusu ile yaşanmıştır. Başta ABD olmak üzere Avrupa halkların dini inançları özellikle 16 yy.’dan sonra politik olarak istismar etmiş, bunlar her daim “medeni” olup mazlum Müslümanları politik arenada barbar ilan etmişlerdir. Egemen sınıflar baskı, şiddet ve ölümle ezilen halkları sesini kısmaya, biata sürüklemektedir. Sömürgeleşme ile asimilasyon politikaları da bu aşamada zaten kendini göstermiştir. Tüm bunları halk fetişizmi yapanlar içinden geldikleri halka egemenlerin gözüyle bakıp halk için halka rağmen desturu gereği halkın inançlarını gerici ilan edip küçümserler.

İşte böylesi sınıfsal ilişki ağı içerisinde konumlanan cihadist grupların neredeyse tamamı bir şekilde ezenlerle ilişkileri vardır. Bu konuda en etkili örnek ise ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nda görevli olarak çalışan, fakat daha sonra yürüttüğü faaliyetleri dışarı “ sızdıran” ve bu konularda “sansasyonel” açıklamalar ile öne çıkan Edward Snow’a göre DAİŞ Hornts Nest) eşek arısı kovanı- projesi kapsamında ABD’nin kurduğu, El bağdadi’de aslında Müslüman değil, Yahudi ve adının da Simon Eilot olduğudur.

Özellikle Hilafet ilan edip kendini hilafet halife ilan eden DAİŞ ve liderinin tutturdukları yol ezilenleri kurtuluşa götürecek yol değildir. Bunun altı çizilmeli. Kendini örnek aldığı ve kullandığı yöntemleri ile tarihte kan dökerek ezilen Müslümanları daha çok ezen sultan- padişah- halifelerdir. Tabi önemli olan DAİŞ ve liderinin kendine egemenleri örnek alması ve yöntemlerini kullanması değildir. Önemli olan DAİŞ’in ve liderinin kimlerin çıkarlarını koruduğu ve kimlere hizmet ettikleridir. Bundan dolayı hızla yayılan DAİŞ vd İslami cihadist örgütlerin özellikle CIA’in kurduğu ya da ilişkide olduğu algısını yayılmasıdır. Başta Türk egemenlerinin ve devleti olmak üzere Kata, Suud Krallığı, B.A.E vd. ülkede devletlerin politik çıkar ve amaçlarını için DAİŞ’e destek vermesi ve DAİŞ’in bu desteği kendi amacını gerçekleştirmek için DAİŞ’e destek vermesi ve DAİŞ’in bu desteği kendi amacını gerçekleştirmek için kullanması karşılıklı bir takım angajmanların gelişmesine bağlıdır. Ancak bu politik hedeflerin kesişmesiyle devletlere DAİŞ arasında doğrudan ilişki olduğu anlamına gelmez. Enerjimizi DAİŞ’in taşeron olduğunu kanıtlamaya harcayacağımız, tarihsel bir hafıza yakalanması ile DAİŞ’in dayandığı sosyopolitik tabanı anlamaya harcamalı ve onu edinmenin yöntemlerini bulmaya harcamalıyız. İşte ABD emperyalizminin koyduğu sınırı aşmaya yönelmiş ve bunun karşısına bombalanmaya, maruz kalmıştır. Yani kursa bile biat ettiği nokta sınırı belirleyen sosyopolitik, sosyoekonomik yapıdır ve sınıfsal temeldedir.

Tarih İslam aleminde tekerrür ederken komünist, devrimcilerin DAİŞ vb cihadist gruplara yönelik sınıfsal kinini doğru yöneltmesi için iz sürmesini bırakıp Ortadoğu başta olmak üzere ülkemizdeki yansımalarıyla ve TC devletiyle savaşımını ilerletmektir. Bir bağ varsa bu bağı kesme ve sonra kökünün kazınması için ezilen halklar ile yan yana omuz omuza aynı alanda mücadele etmelidir. DAİŞ hilafet ilan etmiş, halifesi varmış neylesin. Egemenlerin Halifesi olmaktansa ezilenlerin sahabesi olmayı tercih ederiz.

Tekirdağ Hapishanesinden Bir tutsak Partizan


64311

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar