Cuma Mayıs 3, 2024

Ercan Binay’dan mektup var Abdullah KALAY’a özgürlük!

“Zulümle abad olunmaz.”[2]

 

[Bu mektup bana Bafra T Tipi Cezaevi’nde yatmakta olan Ercan Binay’dan geldi. “Demokratikleşme Paketi” üzerine, insanın içine boğuntu veren “eh, buna da şükür!”, “yetmez ama evet”, “AKP sessiz devrim yapıyor”, “Şu da olsaydı fena olmazdı” tartışmalarının patırtısında unutulup giden acil ve insanın yüreğini üşüten bir gerçeği hatırlatıyor bize: Cezaevlerindeki -bir kısmı ölümcül- hasta tutsaklar gerçeğini. Ne olur okuyun bu satırları. Kendisi de cezaevinde olmasına karşın kendi derdini unutmuş, hasta yoldaşının canını kurtarmak için çırpınan bu genç adama kulak verin. Sonra da anaakım medyanın uyumlaştırıcı, rıza-sağlayıcı, budalalaştırıcı etkisine teslim olduğunuz, onları, 154’ü ağır durumdaki, yüzlerce hasta tutuklu ve mahkûmu belleğinizin gerilerine kovaladığınız için utanın kendinizden… Utanmaktan korkmayın; bu utancın adı, vicdan’dır. Bizi insanîleştiren, odur! - Sibel Özbudun, 4 Ekim 2013 15:38:06, Ankara.]

 

Kelimeler bazen nereden geldiğini bilmediğimiz bir bulutun üzerimize düşürdüğü yağmur damlaları gibidir, gelip yüreğimize düşerler. Bir ömrü “ıslanmaktan” “korkarak”, kendi yüreğimizin kabuğunda tüketemeyiz. Bu “korkaklık” yüreği çöle dönüştürür, yürek çölleşmemeli…

Bugün hapishanelerde yüzlerce hasta tutsağın olduğunu ve her an ölebileceklerini, çoğumuz biliyoruz. Ölmek! Ne kadar soğuk, değil mi? En az ölüm kadar soğuktur bu gerçekliği bilip de duyarsız kalan yürekler. Ölüme terk edilmiş tutsaklar için ise, durumun ne kadar ağır olduğunu kavrayabiliyor muyuz? Bu tutsakların duygu ve düşüncelerini ifade etmekte kifayetsiz kalır kelimeler.

Hasta tutsaklara karşı duyarsız kalmak, insanî değerlerimizin yitimiyle sonuçlanır. Lakin yaşam zerre boşluk tanımıyor. Yiten insan değerlerimizin yerini olumsuzluğun dolduracağını tahmin etmek zor değil. Şu an farkında olmayabiliriz ama, yaşam yitirdiğimizi mutlaka karşımıza çıkarıp yüzleştirecektir. Bu yüzleşmede yitirdiğimiz değerlerin bedelini ağır ödeyeceğiz. Yaşanan bütün olumsuzluklarda insanî değerlerini yitirenler pay sahibidir. Yaşam hak ettiğimiz payı mutlaka bize sunacaktır. Bunca söz ve daha fazlası özelde bir yürek, genelde ise insanî değerlerin yeşil kalması ve insanların hapisten tabutla çıkmaması içindir.

Bugün hapishanelerdeki ölümcül hasta tutsaklardan biri de Abdullah KALAY’dır. Kocaeli 2 No.lu F Tipi hapishanede olan Kalay, kalp krizi geçirir, geç müdahale edildiği için kalbinin yani yüreğinin yüzde altmış beşini kaybetmiştir. Geç müdahaleye dair, size onlarca yaşanmışlık anlatabilirim. Zamanında müdahale etmeyerek, bilinçli, planlı, programlı, sinsice, tutsakları sakat bırakmayı, öldürmeyi amaçlıyor devlet.

Kalay, Wernike-Korsakoff hastasıdır, reflü, alerjik astım, nefes darlığı, mide ve bağırsak sorunlarına ek olarak, duyma yetisi yüzde yirmi yediye düşmüştür. Tüm bunların yanında, yüreğinin kalan yüzde otuz beşi ile hapishanede ölüme terk edilmiştir, hapishane koşullarında tedavi edilmesi mümkün değil. Sapasağlam bir yüreğin yarısından çoğunu alan devletin tedavi edeceğini düşünmek - beklemek ölüm getirir. Bu gerçekliği defalarca gördük. Hapishanelerden insanların tabutla çıkarıldığını, yarım çıkarıldığını, kefeniyle çıkarıldığını hepimiz biliyoruz.

Abdullah KALAY’ın 5275 sayılı cezanın ertelenmesi ya da infazın durdurulmasını düzenleyen yasadan yararlanıp dışarıda tedavi olabilmesi için, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) rapor vermesi gerekiyor. Kalay bu raporu alabilmek için iki defa ATK’na başvurur. Birinci başvurusu üzerine ATK 3. İhtisas Kurulu’na götürülür. Gösterişli ismi aldatmasın sizi, adı var, kendisi yok. Sözde Kurum-Kurul olan bu yerde, Kalay’ı ayak üstü bir doktor stetoskopla “muayene” eder bir dakika içinde. Hapishaneye geri götürülür, çektiği yol eziyeti yanında “kâr” kalır. Peşinden hapishanede kalabilir raporu gönderilir Kalay’a.

İkinci başvurusunu ise, hükümetin yere-göğe sığdırmadığı 3. yargı paketi üzerine yapar. Kalay yine aynı “muayene”den geçirilir ve “Kalbinin çalıştığı, hapishanede kalmasının bir sakıncası bulunmadığına” dair rapor verilerek ikinci kez tahliye talebi reddedilmiştir. Söz konusu raporun tercümesi, iki kelimedir: “Git, öl!” Bu bilimsel rapora ne desek az. Bu bilimsel raporlar sayesinde onlarca aile çocuklarını ya tabutla ya da yarı ölü aldı hapisten. Bu bilimsel rapora göre kalbin atıyorsa, hapiste kalabilirsin. Bu bilimsel rapora göre bitkisel hayatta olan biri de hapiste kalabilir; öyle ya, bitkisel hayatta olanın da kalbi atıyordur. Bu bilimsel rapor Kalay’a hapiste kalabilir diyor ama, onunla benzer durumda olanlara (örneğin Ergun Saygun) “hapiste kalamaz” raporu veriliyor. Sormak lazım, yüzde otuzbeşi kalmış bir yürek, her an gelme rizki olan ikinci krizi atlatabilir mi? Mevcut onca hastalığa kalan kalp ne kadar dayanabilir? Bu koşullarda tedavi olabilmesi mümkün değil, Kalay’ın kalbi ikinci krizi atlatamaz…

Sözümüz kendisine insanım diyenedir, sesimizi, insanlara duyurunuz. Abdullah Kalay’ın bakışı insanîyanımızı sorguluyor. Çırpınan yüzde otuz beşlik yüreği insanî değerlerimizin elimizde kalan parçasıdır. İnsan olmanın gereklerini yerine getirelim, insanî değerlerimize sahip çıkalım. Yarın çok geç olur, bugün harekete geçmeliyiz. Tedavi olabilmeleri için hasta tutsakları özgürleştirmeliyiz. Kalay’ı özgürleştirmeliyiz, ikinci kalp krizi her an gelebilir…

Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

 

Ercan Binay

T Tipi Kapalı Hapishane

Bafra/Samsun

 

N O T L A R

[1] Kaldıraç, No:148, Ekim 2013… Newroz, Yıl:7, No:242, 23 Ekim 2013…

[2] Arap Atasözü.

99044

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar