Pazar Mayıs 5, 2024

“Eylem Herşey “ Olunca, Amaç Belirsizleşir!

Marksizmle küçük burjuva “sol”culuğunun ayrıldığı en temel noktalardan birisi; somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimlerinin yaşama geçirilmesi konusundaki farklılıktır. Mücadele biçimlerini, insan iradesi değil, ekonomik ve siyasal koşullar belirler. Ve bu koşulların çelişmelerini çözecek siyasal taktikler uygulanır. Proletaryanın “davranış çizgisi” (Stalin), devrimci durumun alçalma ve kabarma dönemlerinde aynı kalmaz. Her sürecin ruhuna uygun mücadele biçimleri uygulanır.

Küçük burjuva “sol”culuğu, ekonomik ve siyasal koşulları ve kitlelerin ruh halini veri almaz, iradeciliği öne çıkarır. Bu anlamda, hem idealist düşünce tarzıyla hareket ederler hem de siyasal olarak marksist düşünce diyalektiğinden uzaklaşırlar.

Küçük burjuva “sol”culuğuna göre, tarihi yapan halklar değil, bir avuç elit “devrimci” kahramanlardır. Halk kahramanların peşinden gelir. Önemli olan kahramanların eylemlere kalkışmasıdır. Devrimci kahramanların iradi eylemlerle, ekonomik ve siyasal koşullar, kahramanların düşünceleri doğrultusunda değişir. Vb. vb. 

Evet, küçük burjuva “sol”culuğu aynen böyle düşünür ve eylem biçimlerini de bu anlayış etrafında belirlerler. Bu anlayış, onları bireysel eylemlere tapmayı, bireysel eylemleri her şey, amacı ise hiç bir şey görmeye götürür. En azından pratik duruşları budur. Buna uygun teori de geliştirirler.

Fokocu yaklaşımlar ve bundan kaynaklı “suni denge” teorileri, onları, kitlelerden kopuk eylemlere sürükler. Ve savaşı, daha doğrusu sınıf savaşımını, bir avuç kahramanlar ile burjuvazi arasında görürler. Kitleler ise, bu savaşta galip gelenleri takip edeceklerdir.

Bu tür anlayışlar, salt günümüze özgü olmayp, yüz yılı öncede böyle düşünen siyasal yapılar mevcuttu. örneğin bunlardan biri narodniklerdi, diğeri ise Rus “Sosyalist Devrimciler”di

1902 yılında, küçük burjuva “Sosyalist Devrimciler” örgütü de şöyle düşünüyordu:

 “Her terörizm alevi zihinleri aydınlatır.” Yani, bireysel eylemlerin, kitlelerin zihnini aydınlatacağını söylemişlerdi. Ve yine; “Ve eğer terörizm sistemli bir şekilde uygulanırsa (!), terazinin kefesinin en sonunda bizim tarafımıza ağır basacağı açıktır”[1]

Lenin ise, küçük burjuva “sol”culuğun, kitlelerin nesnel duruşunu yok sayan böylesi şiddet anlayışını eleştirmişti. 

 “Sosyalist Devrimciler”den 70 yıl sonra Mahir Çayan’da aynı düşünceyi paylaşmıştı:

“Büyük şehirlerde yürütülen gerilla savaşı;  ... Halk kitlelerine hainlerin yönetiminin ne kadar kof ve çürük olduğunu gösterecektir.”[2]  Bugün, DHKP-C’de bu çizgiyi sürdürmeye çalışıyor.

Büyük şehirlerde yürütülen savaşla halk kitlelerine burjuvazinin “kof” olduğu gösterilmesi anlayışı, eylem her şey amaç ise hiç bir şeye indirgeniyor. Böylece, eylem olsun da nasıl olursa olsun anlayışı, bir siyasal hareketin temel anlayışı haline gelince, amaç dedikleri şeyin ise ne olduğu belli olmuyor. Sultanahmet’deki polis karakoluna yönelik intihar saldırısını, siyasal olarak farklı kutuplarda yer alan iki karşıt siyasal yapının aynı anda üstlenmesi (sonra DHKP-C üstlenmekten vazgeçti), bu yaklaşımın yalın bir göstergesidir. Yani, amacın belirsizleşmiş halinin gizlenemeyen çıplak görüntüsüdür. Bu, aynı zamanda,  “eylem çizgisinin” belirsizliğidir.

Amaç belirsizleşince; kitlelerin içinde bulunduğu durum, eylemlerin onları ilgilendirip ilgilendirmemesi, ve bunların dikkate alınması gerekliliği gözden kayboluyor. Eylemlerin kime hizmet edip etmemeside önem taşımaz hale geliyor. Çünkü, “eylem herşey” yönteminden hareket eden küçük burjuva “sol”culuğu, baş çelişmenin kendisi ile burjuvazi (oligarşi)[3] arasında olduğuna inanıyor. Baş çelişme bir avuç öncü ile düşman arasındaki çelişmeye indirgenince, ekonomik ve siyasal gelişmeler, sınıflar arasındaki durum, dost ve düşman sınıfların birbirleriyle ilişkileri ise doğal olarak yok sayılır. 

Fokocu “şehir gerillacılığı” anlayışı, kitleleri örgütlemeye hizmet etmiyor. İşçi sınıfının diyalektik materyalist felsefesini içine sindiremeyen küçük burjuva aydın “sol”culuğunun ondan kaçışını açığa vuruyor.

O zaman geriye, haklı olarak, komplo teorileri ve spekülatif siyasal değerlendirmelere yol açan silahlı eylemlerin ortaya çıkmasının da teorik zemini yaratılmış hali kalıyor. Böyle anlayışlar; eylemin amaç ve niteliğini değil, eylemin kendisini öne çıkarır. Yeter ki, silahlı bir şeyler olsun. Çünkü, böyle bir yöntemle “suni denge” bozulup, kitleler kahramanları takip edecektir. Nitekim, DHKP-C, bu anlayışını, son ölüm oruçlarında da gösterdi. Devrimci militanların ölüme yatmasıyla (ölümleriyle) kitlelerin ayağa kalkacağını, bunu ise devletin “göze alamayacağı” anlayışından hareketle, suni dengenin “bozulabileceğini” düşündü. Türk devleti ise ölüm oruçlarının süresinin uzamasına sevinmişti. Böylece, “terörist” dediği devrimciler kendi kendilerini imha ediyorlardı. Çünkü, küçük burjuva “sol” çocukluğunun elinde, ölüm oruçları da etkisizleştirilmişti.

“Sol” çocukluk anlayışı, eylemle görevlendirdiği militanlarının güvenliğine önem vermediği gibi, güçlerin doğru ve yerinde değerlendirmeyi de başaramaz. Oysa, devrimci bir örgüt, eylemi önemser, ancak, militanlarının can güvenliğini daha da önemser ve en az kayıpla sorunu çözmeye çalışır. Ancak, son iki eylemde (rehine ve Polis merkezine saldırı)  ortaya çıkan görüntü; militanların düşman tarafından öldürülmesi bir eylem biçimi haline dönüştürdüğünü gösteriyor. Özellikle Aksaray polis merkezine, gündüz gözüne yapılan saldırı(!) eylemi, bu ideolik yaklaşımın görsel sunumuydu.

Küçük burjuva “sol”culuğunun anlayışı “salt silahlı propaganda” olunca, ortaya böyle görüntülerde çıkıyor. Kitlelerin örgütlenmesi ve mücadeleye sevk edilmesi değil, militanların ölümü (öldürülmesi) devrimci(!) bir eylem yöntemi haline geliyor.

Milyonların  sahiplendiği bir Berkin Elvan’ın kadledilmesinin sıradanlaştırılması, kriminalize edilmesi ise, olsa olsa onu katledenlerin işine yaramıştır. Burjuvazi, milyonlara mal olmuş devrimcileri kriminalize etmek, değersizleştirmek için, bir değil on savcısını feda eder. Kızıldere’de üç ingilizi gözden çıkaran devletin,  sıradan savcı ya da bürokratlarını gözden çıkarmayacağını düşünmek; işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki sınıf savaşımın tarihsel boyutunu kavramamanın yanında, burjuvazinin de sınıf niteliğini kavramamaktan kaynaklanır. 

Burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımında duygusallığın ve anarşizan tepkisel çıkışların yeri olmaz. Sınıf mücadelesi bu tür tepkilerle yürütülemez. Bu tür  “sol” “çocukluk” tepkileri, olsa olsa burjuvazinin soluklanmasına ve güç biriktirmesine neden olur. 

Küçük burjuva “sol” çocukluğu, proleter sınıf bilincinden yoksun küçük burjuva aydınların  ve sınıfsal olarak da yarı-lümpen kitlelenin desteğini de alır. Bazı yoksul mahallelerde, “fuhuş yapıyor” diye kadınlara şiddet uygulanması ve teşhir edilmesi, bu sınıfın sınıfsal tepkisinin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle de bilimsel sosyalizmin teorik hazinesinden oldukça uzakta dururlar. Burjuvazinin vahşiliğinin genel propagandasıyla yetinerek siyasal olarak demokratik çizginin ötesine de geçemezler. Küçük burjuva aceleciliği ve tepkiciliği, onları, işçi sınıfının uzun soluklu sabırlı mücadelesine yabancılaştırır.

Komünistler hiç bir mücadele biçimini reddetmezler. Ancak, mücadele biçimlerinin belirlenmesi nesnel koşularla direkt ilgildir. Kendine devrimci diyen bir örgütün nesnel koşulardan kopuk iradi olarak mücadele biçimi belirlemesi, kaçınılmaz olarak kitlelerden kopmayı getirir. Ve “eylem her şey”, “amaç hiç bir şey” anlayışı, düşmana karşı yapılıyor gibi olsada, nesnel koşullardan kopuk olması nedeniyle, düşmana hizmet eder. Çünkü sorun niyet sorunu değil, eylemin nesnellikle bağlantısıdır. 

Bu tür eylemler kitlelerin örgütlenmesine hizmet ettiğinde bir anlamı olur ve sınıf mücadelesinin gelişmesine hizmet eder. Tersi, kitlelerin örgütlenmesine ve mücadelesine zarar verir. Silahı kullanmasını bilmeyenlerin silahı kendisine döner. Bu bir doğa kuralı olduğu kadar, aynı zamanda toplumsal bir kuraldır. Ayrıca, yanlış anlayışların eleştirilmesi, Marx’ın; “... eleştirinin silahı silahların eleştirisinin yerini almıyor” ile bir ilgisi olmadığı gibi, Marx, bunun devamında, “... teori de kitleleri sarar sarmaz somut güç durumuna gelir”[4] der. Özellikle, Marx’ın bu sözünü, “her şey eylem” anlayışına destek olarak sunmak, Marx’ı hiç mi hiç anlamamaktır. Bütün devrimler, silahların eleştirici gücünü kullanmıştır. Toplumsal tarih, başka türlü de ilerlememiştir ve sınıflar varolduğu sürece bu şaşmaz yöntemle ilerleyecektir.

Evet, ülkemizde faşist devlet, işçi sınıfına ve emekçilere vahşice saldırıyor ve saldırılarını her geçen gün de artırıyor. Devletin bu zulmüne karşı bu tür “sol” tepkilerin ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor. Daha doğrusu, bu tür “sol” çıkışların nesnel sınıfsal temelleri var. Ancak, bu çıkışların, yani, Lenin deyimiyle “gürültülerin”, kitleleri doğru hedefe yöneltmediği gibi, doğru örgütlenmesine ve devrimcileşmesine de hizmet etmiyor. Bu tür amaçsız ve sıradanlaştırılmış eylemler, devrimci şiddetin kitleler üzerindeki bırakacağı olumlu etkileri  de etkisizleştiriyor.

Bu ülkenin 1970’lerindeki devrimci ve komünistleri, “Seni halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum”u, “Partizanlar Ölmez”i, “Partizanın Kızı”nı, “Komiser Memo”yu, “Saygon Zindanları”nı, “Kızıl Kayaları”, “Ana” ve “Ve Çeliğe Su Verildi”yi okumuşlardır. Bugünde okunması gereken kitaplardır. Devrimci deneyimlerle doludur. Elbette devrimci ve komünistler mücadele içinde ölüm korkusunu taşımazlar. Ne zaman ölüp ölmeyecekleri onların akıllarına dahi gelmez. Komünist ve devrimciler, sınıf mücadelesini sürdürmenin bedelinin ne olduğunu bildikleri gibi, devrimci mücadelenin İzmir Kordonboyu’nda yürümeye benzemediğini de iyi bilirler. Ancak, her devrimcinin yaşamı, devrimci mücadele içinde çok önemlidir. Onları, küçük burjuva “sol”cu anlayışlarla değersiz hale getirmek, işçi sınıfının devrimci sınıf mücadelesinin zararınadır.

Hiç kuşkusuz, burjuvazinin en büyük korkusu, işçi sınıfının örgütlü direnişi ve sınıf mücadelesidir. Kapitalist sistemi yıkacak olan da; sınıf bilincini kuşanmış örgütlülük önderliğindeki işçi sınıfıdır. Onların en büyük kokuları 15-16 Haziranlar, Gezi’lerdir. Ve işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenerek ayağa kalkışlarıdır. Burjuvaziyi de tahtından indirecek güçler bunlardır. Mücadeleyi buralarda odaklaştırmak, buraları örgütlü bir güce dönüştürmek ve iktidar mücadelesinde hazırlıklı hale gelmek: Sosyalizmin ve komünizmin kazanmasını isteyenlerin temel anlayışları olmalıdır. 05.04.2015


[1] Lenin, Örgütlenme Üzerine, sf. 43, (Devrimci Maceracılık) Eriş Yayınları, Kurtuluş Cephesi, com

[2] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim, sf. 170, (“İhtitatlin Yolu” başlıklı bölüm) Devrimci Sol Yayınları

[3] Mahir Çayan,: “Bunun pratikteki görünümü, halkın devrimci öncüleriyle oligarşi arasındadır” der. (age, sf. 159, dip not)

[4] Marx, Hegel’in Huku Felsefesinin Eleştirisi, sf.201, Sol Yayınları


55914

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

22:07 Yol

Sayfalar

Yusuf Köse

15 NİSAN 2015 TARİHİNDE TUTUKLANAN 10 DEVRİMCİ DERHAL SERBEST BIRAKILSIN!

ALMAN CEZA HUKUKUNUN 129/a-b  MADDESİ İPTAL EDİLSİN!

Almanya Adalet Bakanlığının 2012 tarihinde verdiği talimatla başlatılan soruşturma 15 Nisan 2015 tarihinde yapılan bir operasyonla ilk aşaması tamamlamış ve bu operasyon sonucu Avrupa çapında içlerinde  ATİK yöneticileri ve TKP/ML yöneticisi oldukları iddiasıyla 10 devrimci tutuklanmıştır. Almanya bu uluslararası operasyonu; Yunanistan, İsviçre ve Fransa devletleriyle ortak bir şekilde   gerçekleştirdi. Tutuklanan 10 devrimci Almanya'nın Bavyera eyaletinin çeşitli cezaevlerinde tutulmaktadırlar. 

Atik Operasyonu, Ortaya Çıkan Gerçekler Ve Büyük Kuşatmanın İlk Hamlesi!-Marco KARAKAYA

Nisan 2015’de ATİK yöneticilerinin de içinde bulunduğu 13 devrimci Alman ve Türk devletinin işbirliği ile “terör örgütü üyesi” olmaktan dolayı tutuklandı. Fransa, İsviçre ve Yunanistan’ın da dahil edildiği Avrupa çapında bir operasyon yaşandı. Alman devleti bu üç ülkede iade talebinde bulundu.

Filipinler İşçi Sınıfı Üzerinde Gün Geçtikçe Yoğunlaşan Neoliberal Saldırılar

Kamu Emekçileri Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’nun (COURAGE) 10. Kongresi’nin Açılış Konuşması, 5 Nisan 2016 Halkların Uluslararası Mücadele Birliği Başkanı Profesör Jose Maria Sison

Biz, Halkların Uluslararası Mücadele Birliği (ILPS) olarak Devlet Çalışanları Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’na (COURAGE) ve sizin 10. kongrenize gelmiş bulunan yüzlerce katılımcıya en gönülden selamlarımızı iletiyoruz. Aynı zamanda bu kongreyle eş zamana düşen COURAGE’ın kuruluşunun 30. yıl dönümünü de sizle beraber kutlamaktayız.

Zayıflığın Üstüne Atılan Örtü, “Birlik Anlayışında” Sınıf Uzlaşmacılığının Devrimci Hareketleri Getirdiği Nokta!- MARCO KARAKAYA

Devrimci ve demokratik güçlerin sınıf mücadelesinin sorunları ekseninde ortak kaygıları, sorunları ve buluştukları büyük bir payda vardır. Bu paydaşlık dostluk ilişkilerini nesnel olarak yaratır. Bunun yanında bu nesnel zeminin güçlendirilmesi gibi öznel bir tutumda zorunludur. Bu ise siyasetin işidir. Yani devrimci ve demokratik mücadeleye dair dünya görüşü, sınıfsal-sosyal- toplumsal düzeydeki çeşitlilik ve farklı çıkarları olan kesimlerin bir araya gelme zorunluluğu birlikte mücadele siyasetini üretmeye iten dinamik olur.

Yol açan,yol gösteren...

İşçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin örgütlenme ve savaşma ihtiyacının olduğu yerde bir yönetme ve yürütme ihtiyacı var demektir. Bir yol göstericiliğe ihtiyaç var demektir. İşçi, kadın, gençlik vb. çalışmalarını, bir birimi, bir grubu, bir örgütü örgütlemek-yönetmek ya da bir harekete önderlik etmek kısaca devrimin parçalarda ve farklı alanlarında ve bir bütüne önderlik etmek gibi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya olunduğu bir gerçektir.

Kiralık Kürtler-Ahmet Kahraman

Başkaldıran mekanı, yükseklerde uçan kartallar onursallığıyla düellocu olan Kürdistan, öbür yanıyla uzun sürmüş işgal toprakları olması nedeniyle, alt beyni köleleşmiş tipler, ihanet yuvalarıyla doludur. Onuru çürümüş, namus damarı çatlamış tiplerle…

Bu düşmüşlüktür. Ülkenin trajedisidir.

Onur için hayatların orta yere serildiği Kürdistan’da dem, devran olur, düşmanla alış-verişte babanın, kardeşin, amca ve dayının hayatı, pazarlık konusudur.  

Tarihsel ihanetleri sıralayacak değilim ama, ta İdrisê Bedlisî, Bedirhan Paşa, Şeyh Übeydullah zamanından beri bu böyledir.

Ya Sosyalizm Ya Kapitalist Barbarlık

Kapitalizm, 20 yüzyılın başlarında emperyalizme evrilmesiyle, yeni bir aşamaya gelmişti. Bu aşamanın adı çürümeydi. Kapitalizmin bundan öte gideceği bir yer yoktu. Bu onun son istasyonuydu. 

Beni de atın vatandaşlıktan! Kifayet Ceylan

Tecavüzcülerin namus bekçiliğine soyunduğu bu ülkede onlarla aynı havayı solumak istemiyorum. Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan çocuklarla ilgilenmesi gereken bir bakanın, hem de bir kadının “Bir kereden bir şey olmaz” dediği bir ülkede yaşamak onuruma dokunuyor. İktidar tarafından korunup kollanan vakıfların “Biz de Ensar'ız...” naralarıyla sokaklarda boy göstermelerinden utanç duyuyorum.

TKP-ML TİKKO: Herkesi HBDH çatısı altında birleşmeye çağırıyoruz

TKP-ML TİKKO tüm devrimcileri özellikle de sempatizan, taraftar ve militanlarını HBDH içinde faşizme ve her türden gericiliğe karşı savaşmaya ve birlikte yürümeye çağırdı.

Kürdistan ve Türkiye’den 10 devrimci örgüt aralık ayından bu yana yürütülen tartışma sürecinin ardından güç ve eylem birliği olarak tanımladıkları Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) kuruluşunu bir bildiriyle ilan etti. 

Vatan Hainleri ve Vatanseverler Vatandaşlıktan Çıkarılacakmış!

   Aslına bakılırsa devrimcinin, sosyalistin, komünistin ilkesel anlamda vatanı yoktur. Irk, milliyet, din, cinsiyet, renk ve dil belirleyici bir özellik taşımadığı gibi doğduğu topraklarda pek belirleyici değildir. Komünal bir toplumun yaratılması he demekle, kuracağız demekle hemen kurulamıyor, kurulmuyor...

Abluka ve Yasaklar Değil Direniş Kazanacak; Tutsak YDG’lilere Özgürlük!

Faşist TC devletinin ülkenin dört bir yanında sürdürdüğü siyasi soykırımlar ve katliamlar her gün yeni bir isim olarak karşımıza çıkıyor.

Geçtiğimiz aylarda Cizre’de bodrum katında insanları diri diri yakan devlet, bununla da yetinmiyor yaptığı operasyonlarla demokratik mücadele yürüten birçok insanı gözaltına alıp tutukluyor. T.Kürdistanın’da halkı katlederek susturmak isteyen devlet, katledemediklerini de operasyonlarla susturmak istiyor. Susturmak istediklerinin en başında da devrimci, demokrat ve yurtseverler bulunuyor.

Sayfalar