Çarşamba Mayıs 1, 2024

G20 Zirvesine karşı kitleler sokaktaydı

G20 Zirvesi ile emperyalistler ve bazı bölge müttefikleriyle beraber bu sefer Hamburg’da bir araya geldiler. Gündemlerinden birini dünya halklarının sömürüsü ve sistemin kemikleşmiş sorunlarının faturasını dünya halklarına çıkarmak oluştururken; diğerini pazarların yeniden paylaşımı ve uluslararası jeopolitik ve jeostratejik alanlar oluşturuyordu. Külfeti devamlı halklara çıkarılan bu sorunların emekçi sınıflar üzerinde yarattığı katmerli baskı ve yaptırım artık emperyalist ülkelerde bile üst boyutlara tırmanmıştır. Bu durum kendisini Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi Almanya’da bile geçerlidir. Nitekim sistemin kronikleşen sorunlarının gün be gün yüklendiği Alman işçi sınıfı ve gençlik duydukları rahatsızlığı ve öfkeyi Hamburg’taki G20 Zirvesi’nde gösterirler. Bunu zirvede bir araya gelen dünya tekelci burjuvazisine iletirler.

Almanya’da Durum

Emperyalist aşamadaki uluslararası kapitalizmin ürettiği sorunlar çözüme kavuşmuyor. Mevcut sistemin bağrında oluşan çelişkiler giderek daha derinleşiyor ve müzmin bir hal alıyor. Bunun faturası da uluslararası proleterya ve dünya halklarına çıkarılıyor. Bu durum Almanya açısından da geçerlidir. İkinci Dünya Savaşı’yla yıkıma uğrayan ve tahrip olan uluslararası kapitalizmin ABD öncülüğünde yeniden inşası sonucu girilen istikrarlı süreç, 1973-’74 kriziyle giderek yerini istikrarsız sürece bırakır.

1970’lerin ortalarında neoliberalizm yaftasıyla dünya ekonomik, sosyal ve siyasal olarak yeni bir sürece sokulur. Çünkü kapitalizmin yasası sonucu gelişen üretici güçler beraberinde üretimde toplumsallaşma ve merkezileşmeyi geliştirmiş, ama sömürüye dayalı mülkiyet biçimi muhafaza edilmiştir. Bu da, giderek artan nispi artı-değer ve mutlak artı-değer sömürüsü sonucu üretilen metanın, üretildiği oranda tüketilemeyip elde kalmasını beraberinde getirir. Bu durum sistemi giderek aşırı-üretim sürecine kanalize eder. Krize tekabül eden aşırı-üretim geliştikçe, sermaye borsa piyasalarına kayar ve sanal sermaye halini alır. Böylece aşırı-üretim beraberinde, mali krizi getirir. Bu süreç 1990’lı yılların ikinci yarısıyla ivme kazanır ve iki binli yıllarda kronik boyutlara tırmanır. Öyle ki giderilemeyen aşırı-üretim ve mali kriz kendi içinde yeni krizler üretir. 2008 yılındaki patlamayla Mortgage krizi gerçekleşir. Bu kriz 1929-’33 Şikago krizinden sonra olan asrın krizi olarak değerlendirilir. Bu kriz ile uluslararası kapitalizmin mevcut durumu iyice açığa çıkmıştır. Ve bu krizin faturası uluslararası işçi sınıfına ve dünya halklarına çıkarılır.

Kapitalizmin bu süreci Almanya’da da yaşanmıştır. Bunun sonucu Almanya’da da esnek üretim biçimi ve esnek para politikası yaftasıyla yeni yasalar çıkarılır ve yürürlüğe konur. Bunun sonucu geçmişte yürürlükte olan süresiz iş sözleşmesi zorunluluğu kaldırılmıştır. Sözleşme patronun inisiyatifine bırakılır. Ayrıca patrona işten çıkartma yetkisi verilir. İşveren işçiyi istediği zaman işten çıkarır. Ve uygulamaya konan kiralık işçilerin işten çıkarılmasında işsizlik parası ödenmez. Çıkarılan Harz I, II, III, IV yasaları ile işsizlik paraları alt seviyelere çekilir. 55 yaşına kadar olanların işsizlik parası 32 aydan 12 aya, 55 yaşından yüksek olanların ise 18 aya düşürülür. Belirlenen süre içerisinde iş bulamayanların maaşı daha düşürülerek sosyal yardım seviyelerine indirilir. Ayrıca emeklilik yaşı erkeklerde 67’ye, kadınlarda 65’e çıkarılır ve maaşları yüzde 6 ile yüzde 10 arası düşürülür. Ayrıca 2017’deki uygulamaya göre Almanya’da saat başı asgari ücret 8,5 E. Asgari brüt aylıktan kesintiler sonucu işçinin elinde kalan para 900 E civarındadır. Çalışanlara ve sendikacılara göre Almanya koşullarında bu aylık yetersizdir. Ayrıca daha birçok sosyal haklara giderek el konulur...

Almanya’da taşeron firma ve taşeron işçi sayısı giderek artar. Resmi rakamlara göre Almanya’da işçi kiralayan firma sayısı resmi rakamlara göre 50 bin 300’ü bulmuştur. Bu taşeron firmalar aracılığıyla günde ortalama 1 milyona yakın işçi firmalara kiralanıyor. Bu işçilere ödenen ücret taşeron firmalar üzerinden ödenir. Çalıştıkları işyerleri işçileri muhatap almaz. Ve ücretlerinin yarısı muhatap alınan taşeron firmalara ödenir. Böylece çifte sömürüye maruz kalırlar. Kiralık işçilere ödenen ücret miktarı kadrolu işçilere kıyasla yüzde 43 ile yüzde 60 arası daha azdır. Çıkarılan yasalar ile işçiler 1, 3, 6 ay gibi sürelerle çalıştırılıyorlar. Sözleşmeler en fazla 18 aya çıkarılır. 18 ay sonrası ücretlerinin artırılmaması için genelde işten çıkarılırlar ve yerlerine başka kiralık (taşeron)  işçi alınır. Bu kiralık işçilerin iş teklifini reddetme hakları yoktur. Reddettikleri takdirde işsizlik ve sosyal yardım parası ilkinde yüzde 30, ikincisinde yüzde 60, üçüncüsünde tümden kesilir.

Ayrıca kiralık işçilere her gün yarım saat fazladan mesai yaptırılır. Ve fazla mesai saat havuzu denen yerde toplanır. 70 saat dolduktan sonra artan para mesai olarak ödenir. Böylece hastalık, iş yokluğu, izin, çalışamama durumlarında ödeme bu havuzdan yapılır. Ve taşeron firma kayba uğramaz. Son yıllarda diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Almanya’da da kiralık işçi sayısı hızla artmaktadır.

Ayrıca Almanya’da da işsizlik artmaktadır. Almanya’nın işçi potansiyeli 40 milyon civarındadır.  Resmi rakamlara göre Almanya’da işsizlik oranı bu yaz mevsiminde yüzde 5.7’dir. İşsizlerin sayısı resmi kurumlara yapılan başvurulara göre hesaplanır. Oysa resmi kurumlara yapılan başvuru dışında olanlarla işsiz sayısının miktarı daha yüksektir. Ayrıca taşeron ve mevsimlik işçiler gibi gizli işsizler de resmi kaynaklar nezdinde işsiz sayılmazlar. Oysa onlar da işsiz statüsünde yer alırlar. Kısacası Alman devleti de doğası gereği, -diğer devletler gibi- işsiz sayısını düşük gösterir. Dolayısıyla işsiz sayısı ve işsiz oranı resmi rakamların hayli üstündedir.

Bu durum Alman kapitalizminin sosyal pratiğinde daha net görülür. Gelişen teknoloji(üretici güçlerin gelişmesi) ile emek gücü üretimde daha üretken olurken, üretimde yer alan işçi sayısı düşüşe geçer. Artık bu durum günümüz konjonktüründe gelişen teknoloji ile, muhafaza edilen mülkiyet biçimi arasındaki çelişkinin böylesine derinleşmesi, süresiz işsizlikte katalizör rol oynamaktadır.  Günümüz uluslararası kapitalizmin bu formasyonu bu çelişkiyi Almanya’da da yaratmaktadır. Bunun sonucu Almanya’daki kapitalizm yeniden üretim sürecinde kapasitesinin altına düşmektedir. Bu durum Almanya’da da kapitalizmi yapısal bir sorun olan resesyon sürecine sokmuş, üretimin düşmesine ve işsizliğin yükselmesine neden teşkil eden tarihsel minvale doğru yol aldırmıştır.

Öyle ki neoliberalizm ile uygulamaya konan esnek üretim biçimi ve esnek para politikası uluslararası kapitalizmin sorunlarını ve çelişkilerine çözüm teşkil etmediği gibi, daha üst boyutlara tırmandırmıştır. Bu durum Almanya için de geçerlidir. Bunun sonucu:

a) Birçok firma kapanır. Ve birçok firma başka ülkelere taşınır.

b) Fabrikalarda ve diğer işyerlerinde çalışan işçi sayısı azalır. İşsizlik giderek artar.

c) İşçi ücretleri düşürülür, sosyal haklar giderek budanır.

Kabaca uluslararası kapitalizmin bir parçası olan Almanya’nın mevcut durumu budur. Bu durum elbette ki sınıf çelişkilerine ve emekçi kitlelere de yansımaktadır...

G20 Zirvesi’ne Karşı Kitleler Hamburg Mevzilerinde Yerlerini Alırlar...

Dünyayı ekonomik, siyasi ve sosyal alanda kendilerine bağımlı kılan emperyalist devletler G20 zirvesinde, kendilerine bağımlı kıldıkları bazı devlet temsilcilerinin de katılımıyla Hamburg’ta bir araya geldiler. Neoliberalizm sürecinde uyguladıkları ekonomik, mali, sosyal, siyasal, kültürel alandaki uygulamalar sorunları çözmediği gibi, daha üst boyutlara tırmandırır. Bu sorunların külfeti de devamlı emekçi kesimlere yüklenmiştir. Tarihsel olarak temelleri giderek sarsılan ve iç yapısı giderek pörsüyen uluslararası finans kapitalin temsilcileri, G20’de yine dünya halklarının sömürüsünü ve reva gördükleri baskı ve tahakkümü gündemlerine alırlar. Ama uluslararası sistem “çözüm” üretemediği gibi cılkı iyice çıkmış sorunları tekrar emekçilere ve halklara mal ettiğinde, artık karşılarında giderek radikalleşen yığınları bulurlar. Artık en gelişmiş ve emperyalist aşamadaki ülkelerin emekçi kesimleri ve gençlik yığınları bu tarz eylemlerle sokaklara çıkıyorlar.  Bu ülkelerin kitleleri geçmişe kıyasla artık daha radikal bir ruh haletiyle meydanlarda yer alıyorlar...

Nitekim Hamburg’ta da kapitalizme karşı tepki ve öfkelerini dile getiren kitleler, gerici sisteme karşı mücadele alanlarındaki yerlerini aldılar. 100 bini aşkın kitle Hamburg’un sokaklarına ve meydanlarına çıkarak uluslararası tekelci burjuvaziye bulundukları yeri dar ettiler. Finans kapitalizmin temsilcilerini bir araya geldikleri dar alanlara hapsettiler. Emperyalizme ve bağımlı devletlere olan öfkelerini onların burnu dibinde yüzlerine kustular. Onların bulunduğu şehirde sisteme karşı nasıl tavır aldıklarını gösterdiler. Böylece kapitalizmin doruğa çıkan sömürüsüne karşı tavırlarını pratikte gösterdiler.

Artık tekelci kapitalizm kitleler nezdinde giderek ümit olmaktan çıkıyor. Emekçi yığınlar ve toplumun en dinamik kesimini oluşturan gençler mevcut sistemden artık medet ummuyorlar. Oluşan sorunların türediği yapıyı daha iyi görüyorlar. Tarihsel olarak sınıf mücadelesi inişler-çıkışlar gösterir. Artık emperyalist ülkelerde de sınıf çelişkilerinin giderek daha keskin boyutlara tırmandığı tarihi bir evreye doğru yol aldığımız gözleniyor. Nitekim işçi sınıfı ve tüm emekçi yığınların ileri kesimleri giderek bizzat yaşadıkları deney ve tecrübelerle yer aldıkları düzeni daha net görüyorlar, daha iyi tanıyorlar. Sosyal pratikten edindikleri tecrübe ve öfke kitleleri daha ileri hatta doğru seferber eder. İçlerinde ileri olan kesimler bu minvalde öne çıkarlar. Bunun sonucudur ki, Hamburg’ta meydanlara toplanan yığınlar G20 Zirvesi’ne karşı anti-kapitalist mevziler oluşturmuşlardır... Elbette ki bu gösteriler sınıf bilinçli bir öznel gücün önderliğinden yoksun harekettir. İçinde belirli devrimci yapıların yer aldığı bir hareket olmakla birlikte, sonuçta kapitalizmin yıkıcılığına ve artan sömürüsüne karşı olan kitlesel eylemlerdi. Uluslararası kapitalizmin günümüz konjonktürü kitleleri böylesi bir minvale yöneltiyor. Nitekim Hamburg’ta yapılan G20 Zirvesine karşı sayıları 100 bini aşan kitleleri  sokağa dökülmüştür.. 

Verilen bilgilere göre gösteriye katılmak isteyen ve Hamburg dışından giden kesimlerin bir bölümünün önü polis tarafından kesilmiş ve alana alınmamıştır. Almanya hükümeti haftalar-aylar öncesinden önlemlerini almış, en teknolojik silah, araç, gereç ve saldırı unsurlarıyla donattığı 20 bin polisi meydana yığarak kitlelerin üzerine salmıştır. Tüm bu saldırılara karşın kitleler meydanlardaki yerlerini alırlar. Saldırılara karşı gösterdikleri direnişle yanıt vermişlerdir. Hatta polis saldırıları yığınları birbirine daha kenetlemiş, birbirine sahip çıkmış, güçlerini daha birleştirmiş ve saldırılara karşı topyekun karşılık vermişlerdir. Bu direniş ve eylemler daha 7-8 Temmuz’dan evvel başlamış ve 4-5 gün sürmüştür. Böylece Tekelci burjuvazinin temsilcilerine yapılan bu direnişle gereken mesaj iletilmiştir.

Aslında bu zirve mevcut uluslararası sistemin içinde bulunduğu durumu gözler önüne sermiştir. Bir taraftan birbirlerine rakip olan emperyalist devletlerin temsilcileri, ortak paydada kararlar alamadıkları gibi, birbirlerine karşı daha kutuplaşmışlardır. Diğer taraftan, miadını giderek tamamlayan sistemin sorunlarına düzen içi de olsa çözümler ve kararlar alamamışlardır.

G20 Zirvesi can çekişen emperyalist sistemin iflasıdır.

Uluslararası proletaryanın ve halkların mücadelesi eninde sonunda emperyalizmi ve uşaklarını tarihin mezarlığına gömecektir. Tarihsel materyalizmin evrimi bunun göstergesidir.

Burada sorun nesnel sürece müdahale edecek öznel gücün yığınları kucaklayarak maddi bir güç halini almasıdır.

Hamburg’taki Zirve, bu öznel eksikliği gösterdiği gibi, bunun nesnel koşullarının da giderek olgunlaştığını gösteriyor... 

39150

Yasli tarih diyor ki:"Halk iktidari ele almadikça.."

Dikkatinizi mutlaka çekmiştir; meclisteki partilerden, "Halk örgütlenip iktidar olsun, kendi kendisini yönetsin," diyen yoktur. Ne böyle bir hedefleri var, ne de felsefeleri… İstedikleri şey, halkın merdiven olması, kendilerinin de tepede oturmalarıdır.

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu

Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt

(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan

 

Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil

 

Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.
 

“Iyi” Papa mı?

“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]

Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?

Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…

Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)

“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]

Şiir şöyle: 

“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.

Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Sayfalar