Cuma Mayıs 31, 2024

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Tarih boyunca üzerinde yaşadıkları kadim topraklar, şimdi kendilerine mezar taşı bile olmayan toplu mezarlıklara dönüşüyor. Mazlum halkların ülkeleri önce açık hava hapishanelerine şimdi ise sayıları on binlerle yazılı olan açık hava mezarlıklarına dönüştü. “Uygar dünya”nın gözleri önünde gerçekleşen bu soykırım ve tehcir suçları, izlenmek ve lanetlenmekten öteye bir şey yapılamadan yaşanıyor. Ne dünya devletleri ve uluslararası kurumların ne de Arap ülkelerinin yaşanan zulmü durdurma ve işgal saldırılarını sonlandırma yönünde istekleri ne de niyetleri vardır. Dünyanın ezilen halklarının sokağa ve meydanlara yansıyan ve yansımayan öfke ve tepkilerinin gücü ise henüz yaşanan zulmü durdurmaya yetmiyor. Filistin halkı, direnişiyle ve tanımı zor olan acılarıyla baş başa kalıyor.

Kurdistan’da ise Türk devlet eliyle bilinçli ve planlı bir şekilde insansızlaştırma, kaçırtma ve boşaltma politikasıyla beyaz soykırım-“Cermag Çart” uygulanıyor. İnsanlar zorla topraklarından göçertiliyor. Topraklarından, köklerinden kopartılan Kürtler, ölüm yüklü denizlerin karanlık sularında kulaç atarken sınırlarda donma, tel örgüler önünde kurban olma pahasına cennet diye tanımlanan kapitalist cehennemlere doğru koşuyor.

Bir yanda faşist zulüm, halkları tarihinden, köklerinden, kültüründen zorla koparırken diğer yanda yokluk, yoksulluk, işsizlik ve daha iyi bir yaşam hayali ve umudu gençleri topraklarından kopartıyor. Ülkelerindeki cehennemi cennete çevirmek yerine umutları yitmiş bir şekilde sahte cennetlere ve karanlıklara doğru koşuyorlar. Rojava hariç Ortadoğu’nun bütün ülkeleri, emekçiler ve ezilenler için köle kamplarına, halklar hapishanesine ve mezarlıklarına çevrildiği bir gerçektir.

Ancak insanlar koşup ulaşmak istedikleri yerin cennet olmadığını, modern köleler için yapılmış yeni cehennemler olduğunu anladığında onlar için her şey çok geç olacaktır. Yaşamları boyunca “göçmen hastalığıyla” yaşamak zorunda kalacak ve doğdukları toprakların hasret anılarıyla birlikte derin bir göçmenlik acısı içinde ölümü bekleyeceklerdir.

Aradan yüz yıl geçmesine karşın tehcir günleri Ermenilerin, Kürtlerin, Filistinlilerin yazılı ve sözlü tarihi olmaya devam ediyor. Bir halkın son insanı “Son Ermenisi”, “Son Süryanisi” olmak. Ne acı verici bir şey! Zorla göç etmek zorunda kaldıkları toprakların anılarıyla acılara tutunarak, ağıtlar yakıp türküler söyleyecek sonra da birileri de çıkıp yaşamlarını film yapacaktır.

Soykırım ve tehcir acılarına dayanamayıp, doğduğu toprakların suyunu, ağaçlarını, mezarlıklarını bile unutamayıp yüreklerine hasret taşları basıp türküler yakan Ermenilerin hüzün dolu şarkıları kulakları çınlatarak, yürekleri acıtarak günümüze dek gelmektedir.

“Ah Garod! Günlerim yaralı. Hayatım çileli dikenli taşlı. Yol ver hasret, gidip göreyim sevdiklerimi. Hasretle ölürken değil yaşarken hayatı. Bir yaprak, bir gül gibi solgun yalnız düştüm. Yalnız kaldım, yoksun. Sevdiklerimi eller aldı.” Sürgün yaşayan sayısız yazar, şair, müzisyen hep kendi kültürünü kurtarmak yaşatmak için bir gemi yaratıp geride kalanları doldururcasına kurtaracağını düşündüler. Bu kurtarıcı gemi bazen bir müzik, bir tiyatro, bir folklor grubu olarak kalsa da hatıralarda, asla gerçek kurtarıcı olamıyor. Bir kez kopulmuşsa kökünden ne hasret dolu şiirler, türküler, romanlar asla dolduramıyor ülke topraklarının yerini.

Çocukları ürkütülmüş bir dünyanın denizi mavi olsa ne yazar…

En iç acıtıcı türküler, can yakıcı şiirler, unutulmaz hikayeler ve romanlar ayrılık üzerine yazılı olanlardır. Ve asla kapanmayan yara hasret yarasıdır. Soykırım sonrası bir tesadüf sonucu canını kurtararak Ermenistan topraklarına dönenlerin hasret hikayelerini şimdi Kürtler, Filistinliler kendi dillerinde yazıyor.

1892

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

EYLEM BIRLIKLERININ GÜNÜMÜZDEKI ÖNEMI VE DÜŞÜLMEMESI GEREKEN HATALAR ÜZERINE

 

EĞITIM NOTLARINDAN ULUSAL SORUN

 

ULUSAL SORUN

 

Ulusal sorun oldukça geniş bir konudur. Ulusal soruna ilişkin kapsamlı tartışmalar yapılmıştır. Doğru görüşler bu tartışmalar sonucu ortaya çıkmıştır MLM’lerin ulusal soruna yaklaşımları Leninizm döneminde şekillenen ulusal soruna ilişkin görüşlerden farklı değildir. Ulusal soruna ilişkin ülkemizde de farklı değerlendirmeler vardır. Bu farklılıklardı da öğrenmek önemlidir.

 

Faşizm

 

 Almanya’nın caddeleri ve şehirleri kanla sulandı. Viyana’nın işçi semtleri,askeri birliklerin ateşiyle yakılıp yıkıldı., harabeye döndü.Yoksulluk, yıkım, felaket ve acı. Üstünde insanlığın en ünlü beyinlerinin eserlerinin yakıldığı ortaçağa özgü odun yığınlarının alevleriyle aydınlatılmış kapitalist baskı ve uygarlığın batışı, giyotin ve cellat baltası. Faşizm işte bunları getirdi. Ayrıca dünyayı felakete, yeni bir korkunç katliama sürüklemek tehdidini de beraberinde getirmektedir.  Dimitrov

                  

Prometheus’un Torunları Ateşi Yeniden Harlıyor

Tarihte hep direnenler kazanmıştır. Haklı olanlar, düşmana karşı savaşta bir çok defa yenilmelerine karşın, direnmelerinin karşılığını eninde sonunda almışlardır. Bu kural, salt geçmişe ait olmayıp geleceğe de aittir. Yunanistan’da da olacak olan budur. İşçi ve emekçiler, alın terlerinin "borç” adı altında emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini ve bu ağır sömürü dayatmasını asla kabul etmeyeceklerdir.

Sayfalar