Pazartesi Mayıs 20, 2024

Her an...

Sınıf savaşımında yola çıkanlar yaşamla ölüm arasındaki ince çizgi üzerinde yürür. Yaşamla ölümü her an iç içe, beraber yaşamaya, karşılamaya hazır yürür. Hangisinin ne zaman ağır basacağını “bilemeden” yürür. Ancak bir gün mutlaka ölümle karşılaşıp tanışacağını çok iyi bilir. Devrimcilerin sonsuzluğa uzanan yolculuğunda ölümle karşılaşması sınıf savaşımının nesnel koşullarına, düşmanla yaşayacağı çatışma durumuna, mevzilenme ve konumlanmasına bağlıdır. Ancak ölümle karşılaşma anı her şeyden önce ideolojik donanıma, örgütlenme gücüne ve yürüyüşüne bağlıdır.

Demokratik halk devrimi yolunda bir yandan hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanırken diğer yandan her an ölümün kapıyı çalacağı bilinciyle yürünür. Diyalektiğin bu bakış açısı ve yasasıyla mücadeleye, yoldaşlara, yaşamla ölüme bakmak esas alınmalıdır.

Yoldaşınla birlikte silah çatıp ateş başında yanyana siyah çaydanlık içinde demli çay yudumlarken birkaç gün, birkaç saat ya da birkaç dakika sonra sonsuzluk kucaklanabileceği bilinciyle hareket edilir. Ateş başı oturumlarda dönem dönem ideolojik eğitim yapılır. Dönemsel-günlük-anlık durumlar, görevler değerlendirilir. Tartışmalar bazen sert bazen yumuşak bir zeminde yürüyebilir. Ancak hiçbir tartışma ve konuşma yoldaşlığı kıracak, yaralayacak tarzda olamaz. Bazen sert geçen tartışma ve eleştiri üzerinden duygusal zedelenme yaşanarak yanlış yargılar taşınabilir. Ancak düşmanla girilen çatışma ve kapışma sonucunda toprağa düşen her yoldaş canı ve sözü ömür boyu unutulmayacak kadar ağır ve sarsıcı olarak hafızada kalır. İşte o zaman yoldaş kime denir? “Yoldaşlık ne demektir”in yanıtları yerli yerine oturur. Yoldaş yokluğu bilinçte sıçrama yaratır. Yoldaşlığın tarif ve açıklanmasının ne kadar zor ve derin olduğu o zaman daha iyi anlaşılır.

Kolay değil yoldaş olmak. Kolay değil yoldaşlık yapmak. Çok ağır sorumluluğu ve ciddi görevleri vardır. Derin sarsıcı maneviyatı ve asla kopmayacak bağlılığı vardır. Anlatıldığında belki tam anlaşılamayan, yeterince anlamlandırılamayan ancak yoldaş kaybı yaşandığında anlaşılır olan yoldaşlık bütün değerlerin üzerindedir. Bundandır ki yoldaş sohbeti yoldaş tartışması sözü ve anıları her şeyden daha fazla ciddiye alınarak yaşanmalıdır.

12’ler, Beşler, Üçler, İkiler ve sonsuzluğa uzanan tüm canlarımız... Yıldızlara ve kalbimize gömülen yoldaşlarımız, bizlere her şeyden önce yoldaşlık nedir, nasıl olmalı, nasıl yaşanmalıdır bunları öğrettiler. Sonra yoldaş kime denir? Anlamı, değeri, önemini nedir? Bunları öğrettiler. Büyük ve ağır bedel ödeyerek dönüşü olmayan yolda korkusuzca yürüyerek devrimin nasıl örgütlenmesi gerektiğini öğrettiler. Öğrettiklerinin ve öğrendiklerimizin ne kadar değerli, anlamlı olduğunu bilmeliyiz. Bundandır ki ne maddiyat ne sahip olunan birikim ve değerlerin hiçbirinin yoldaşlığın üstünde ve önünde olmadığı bilinciyle hareket edilmelidir. Kurduğunuz her cümlenin ifade ettiğiniz her sözün yazdığınız her kelimenin ağırlığı olduğunu bilerek yaşanmalıdır. Yoldaşlarınız artık zeytin karası ve deniz renkli gözleriyle sizlere içtenlikle bakıp gülemeyebilir. Bir süre önce yanı başınızda olan yoldaşlarınız artık yanınızda olmayabilir.

Bütün bunlardan dolayıdır ki yoldaş değeri hiçbir şeyle ölçülemez. Onu tartıya çıkaracak, ölçecek bir alet henüz yaratılmamıştır. Değerini özlemini tanımlayacak söz henüz yazılmamıştır. Hangi derin anlamlı cümleyi kurarsanız kurun. Mutlaka kifayetsiz kalır. Tanımlanmış ve tamamlanmış değildir. Kadın yoldaşlarımız can fedailerimiz Zilan-Özlem-Ekin yoldaşlarımız bizlere Beşlerin anılarını bir kez daha yaşattılar. Yok olmayan ideallerini canlarını ortaya koyarak büyütüp bizlere emanet ettiler. Munzur-Yetiş-Bakış-Orhan-Cem-Aşkın-Hakan-Ferdi-Tuncay yoldaşlarımız dünya güzeli, insan yürekli, yoldaş duruşlu kardeşlerimiz, bizlere çok ağır görevler ne yaparsak yapalım tamamlayamayacağımız sorumluluklar bıraktılar.

Komutanımız Munzur... Siyasi komiserimiz Yetiş (Ahmet), içtenliği saflığı gözlerinde eksik olmayan Cem yoldaşımızı nasıl anlatsak nasıl tanımlasak? Bilemiyoruz. Bilememenin çaresizliğini yaşatan yoldaşlarımızın her biri düşman alnında patlayan devrim öfkeleriydi. Halkın, ezilenlerin güvenilir sağlam dostları, devrimin tertemiz yoldaşlarıydı.

Komutan Munzur, kaç devrimci saldırı eyleminde yer aldı? Katılım sağladığı ilk günden toprağa düştüğü güne ve ana kadar yaşadığı gelişim ivmesini en iyi onunla savaşan yürüyen yoldaşları bilir. Hep yoldaş gözleriyle baktı. Halkına, görevlerine ölümüne bağlı kaldı. Devrime ölümüne gönüllü olan Munzur yoldaş geleceğin büyük komutan adaylarından biriydi. Duruşu, yürüyüşü güven doluydu. Onun olduğu her zorlu ortam ve her riskli yürüyüş güven doluydu. Ona bakmak ona dokunmak, yaslanmak dağlara yoldaşlara yaslanmak gibiydi. Onun yoldaş duruşuna gerilla yürüyüşüne büyük güvendik.

Yetiş yoldaş, sanatı savaş, savaşı sanat tadında yaşadı ve yaşattı. Üç farklı ve ayrı kimliği kişiliğinde buluşturan Yetiş yoldaşımız Yılmaz Güney’in dediği gibi hem “halkın sanatçısı hem de halkın savaşçısıydı” çok yönlü yeteneğine, gelişkin sanat birikimine sahipti. Ancak tüm bunlara karşın zerre kadar kibre kendini beğenmişliğe tenezzül etmedi. İnsana, yoldaşlığa yabancı ve ters olanlara değer vermedi. Alçak gönüllülüğün yoldaşı Dersim halkının sanatçısı olmayı bildi ve bunu yaşamıyla öğretti. Sanatçı olunurken savaşmayı savaşırken sanatçılığı asla elden bırakmadı. Silahı ve sazı elinde bu kadar anlam yükleyerek taşıyan insan sayısı azdır. Ellerine silahı ve sazı yakıştıran yoldaşımız hem savaşın hem de sanatın gerilla notalarını yazdı. Dersim halkının ve yoldaşlarının yüreğine sanatın notalarını gerilla renginde işledi.

En saf en temiz insan duruşu ve gözleriyle devrime bakan Cem yoldaşımız insana ait bütün değerleri özellikleri kimliğinde ve kişiliğinde taşıdı. Nazımiye’de genç yaşına karşın Kaypakkaya yoldaşla karşılaştığını, onu tanıdığını iddia eden köylünün sözlerini, cümlelerini o kadar saf ve temiz duygularla yoldaş gözleriyle gülümseyerek anlattı ki unutmak mümkün değil. O belki Nazımiyeli köylü gibi genç yaşında fiziki olarak Kaypakkaya yoldaşla karşılaşıp sohbet edemedi ancak Kaypakkaya’nın yoldaşı onun can fedaisi inançlı gerillası olmasını çok iyi bildi.

(Bir Partizan)

45150

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

Sayfalar