Pazartesi Nisan 29, 2024

İki çizgi mücadelesi ve sol içi şiddet üzerine

Sınıf mücadelesi kavramsal olarak sadece karşıt sınıfları hedef alan ve tek başına burjuvaziye ve onun sömürü çarkının ortaklarına yönelen bir pratik alanı değil çok kapsamlı şekilde burjuvazinin uzantısı olan sosyal, siyasal ve kültürel tüm dönüşüm süreçlerini de kapsayan bir olgudur. Bu kapsamdan ötürüdür ki, devrim iddiasına sahip olmak, özü itibari ile devrimciliği bir kimlik olarak sahiplenmeyi ve bu kimliğe uygun şekillenmeyi gerekli kılar.

Doğallığında devrimci kimlik, sadece adanmışlık ve militanlıkla bezeli bir “kahramanlık övgüsünü” değil aynı zamanda bilgi ve yöntem kazanımını, ideolojik donanımı ve politik kapasiteyi, örgütlenme yeti ve becerilerini de kapsamaktadır. Bahsettiğimiz parametreler, kuşkusuz ki, kapsamlı bir kadro politikası ile üretilebilecek sonuçlar olmakla birlikte, esas anlamda kendisini geleceğin aynasında sınamakla karakter kazanır. Yani kastımız şudur ki, komünist olmak komünizme göre şekillenmeye ve onun pratik ve kültürel reflekslerini edinmeye ihtiyaç duyar.

Yazı özgülünde tartışmak istediğimiz konu olan “sol içi şiddet” meselesi de, esas itibari ile bu temelde içerik kazanmaktadır. Zira karşı devrimci karakteri açık olan ve komünizm dediğimiz o büyük tahayyülün sokağından geçmeyen “sol içi şiddet” mefhumu, tam da üstte özetlediğimiz komünist kimliğin dejenere olduğu, politik değerlerin ve örgüt kültürünün aşındığı yerde çıkmaktadır.

Son süreçte Özgür Gelecek Gazetesini ve çalışanlarını hedef alarak gerçekleşen ve pratik alanda karşı devrime hizmet eden saldırı ile gündemimize yeniden taşınan “sol içi şiddet” meselesini ve buna kaynaklık eden dogmatizm soslu tasfiyeciliği tartışmak, ciddi bir ihtiyaç olarak karşımızdadır.

“Sol içi şiddet” değerlendirme itibari ile münferit bir olay olarak değil bir olgu ve durum tanımı olarak ele alınmalıdır. Ezilenlerin safları açısından yıkıcılık ve parçalanma dışında bir sonuç üretmeyecek olan “sol içi şiddet”, ideolojik tasfiyeciliğin bir görüngüsü ve onun komünist kimlikten götürdüklerinin sonucudur. Bu hali ile “sol içi şiddet”, en temelde kaynağını ideolojik ve örgütsel yetersizliklerden almaktadır.

Bahsettiğimiz ideolojik ve örgütsel yetersizlikler, kabaca iki başlıkta özetlenebilir. Bunlardan ilki, devrim tahayyülünün somutlayıcısı ve uygulayıcısı olarak kadrolar ve kadro sorunudur. Günümüz devrimci hareket gerçekliğinde yaygın olan bürokrat çalışma tarzı ve bunun üretimi olarak memur tipi çalışan kadrolar gerçekliği, çok yönlü beslenemeyen ve kitlelerle üretken tarzda ilişki kuramayan faaliyetçiler profilini açığa çıkarmakta, ideolojik eğitimden ve dolaysız kitle pratiğinden beslenmeyen devrimci faaliyet ise, belirli alanlara sıkışmış ve o alanların sosyo-kültürel yapısına uyum sağlamış bir pratik alanı doğurmaktadır.

Konumuz özgülüne gelindiğinde ise bunun yansıması olarak, özellikle TDH’nin ağırlıklı olarak kendisini ürettiği alan olan “semt faaliyetleri” özü itibari ile bahsettiğimiz sıkışıklığın zemini olmaktadır. Şöyle ki, semt diye tanımlanan mahalle faaliyetleri, esas itibari ile emekçi yığınların yaşadığı bölgeler olmakla birlikte somut bir örgütlenme alanını temsil etmemektedir. Kent-mekan politikası açısından bu zemin bir alandır ancak TDH, gerçekliği itibariyle bununla ilgilenmemekte; faaliyeti yayın dağıtımına, pratiği de genel gündemlere yönelik yürüyüşlere ve tüm örgütlü çalışmayı ise kitle örgütlenmesi mantığından uzak ve kendini tekrar eden bir hatta bırakmaktadır. Bu durum, tüm devrimci örgütler açısından şu ya da bu oranda geçerlidir.

Bu çerçeve, ideolojik eğitimden yoksun ve memur tarzı çalışan kadrolar gerçekliği ile de birleştiğinde, politika üretmede ziyadesiyle beceriksiz, siyasal üretimin en basit halleri olan okuma ve yazma pratiğine ilgisiz, vurdu-kırdı gibi aktif şiddet eylemleri dışındaki politikaya yabancı bir devrimci(!) gerçekliği üretmektedir. Bu yapısal sorun güncelde “sol içi şiddet” olarak tanımladığımız pratiğe zemin sunmakta, devrimci değerleri ve etik yasaları hiçe sayan, çözümsüz kaldığı ve tıkandığı yerde devrimcilere şiddete yönelen, devrimcilikle kurduğu bağ ile sistemle kurduğu bağ arasındaki tezatı ölçmeden yasakçılık, kurum basma gibi pratiklere yönelen kadrolar gerçekliğini üretmektedir.

Bu nedenledir ki, bu profil, örgütlü olduğu anda hızla radikalize olmakta, ancak ne hikmetse(!) mücadeleden erken pes edenler de, en çok bu alanlardan çıkmaktadır.

“Sol içi şiddet”e kaynaklık eden bir diğer yetersizlik alanı ise (ki esası bu oluşturmaktadır), doğrudan önderlik sorunu olarak tecelli etmektedir. Şöyle ki, yukarıda birkaç belirgin özelliği ile tanımladığımız kadro yapısı, son kertede belirli bir önderlik tarzının ürünleridir. “Sol içi şiddet” olgusu açısından “Balık baştan kokar” misali çürüme, esas itibari ile merkezden, örgütsel önderlikten başlamaktadır. İdeolojik eğitimden bihaber kadroları üreten de, onları dolaysız kitle pratiği ile sınanmaktan alıkoyan da, pratiği Marksizm’le sınayıp kitlelerin ihtiyaçları çerçevesinde politik seferberlik yaratmak yerine faaliyeti sıkışık ve tanımsız alanlara sıkıştıran da, temelde önderlik sorumluluğunu üstlenenlerdir.

Güncel itibari ile, tasfiyeciliğin zemininde üretilen “sol içi şiddet” meselesi esas itibari ile bu iki ayaklı idealist canavar ile mümkün kılınmıştır.  Bugün, en genel ideolojik mücadeleden dahi fersah fersah kaçan bir önderlik kafası ile kılavuzluk yapıldığında, bunun ürettiği pratiğin “devrimcilere yönelik devrimci müdahale” ile tanımlanması kaçınılmazdır. Önderliğin “profesyonel yöneticilik” mesleği gibi ele alındığı bir süreçte, ilk ihtiyaç olan şey kadro değil kapı kulu olmaktadır. Özgür Gelecek Gazetesi’ne yönelik saldırıyı üreten de işte bu kapıkulu zihniyeti ve esasta da o zihniyetin şefleridir.

Komünist yöntem: İki Çizgi Mücadelesi

“Sol içi şiddet” meselesine yönelik doğru bir tanım yapmak adına ilk olarak belirtmek gerekir ki, devrimci literatürde bunun pozitif bir karşılığı yoktur/olmamıştır. Kuşkusuz ki, devrimci bir yapının safları da sınıf mücadelesi açısından bir platformdur ve sınıf mücadelesi KP saflarında daha başka biçimleri ile sürer. Ancak, tüm bu biçimler içerisinde “sol içi şiddet”i bir ideolojik mücadele aracıymışçasına devreye sokmak, ideolojik yetmezliğin bir görüngüsü olduğu kadar ezilenlerin saflarını da parçalayan bir unsur olarak karşı-devrimcidir.

Konu özgülünde Mao Zedung’a göz attığımızda,  Halk İçindeki Çelişkilerin Doğru Çözümü Sorunu Üzerine adlı makalesinde açık bir tanım olarak şu ibarelere yer verilmektedir: “ …Sol sekter düşüncelere sahip olanlar bizimle düşmanlarımız arasındaki çelişmeler alanını genişletir ve hatta o kadar genişletir ki, halk içindeki bazı çelişkileri bizimle düşmanlarımız arasındaki çelişkiler alanına yerleştirirler ve gerçekte karşı-devrimci olmayan kimseleri karşı-devrimci görürler. Bu görüşlerin ikisi de yanlıştır. Onlardan hiçbirisi karşı devrimcilerin elenmesi sorununu doğru olarak çözümlemediği gibi bu yöndeki çalışmamızın sonuçlarını doğru olarak değerlendiremez.” Buna ek olarak, Mao açısından iç örgütsel mücadelenin tek yolu, ideolojik mücadeledir. Mao’nun iki çizgi mücadelesi şeklinde kavramsallaştırdığı tutum, ezilenlerin saflarında olan, ancak proleter ideolojiye ve kültüre ait olmayan her biçimi dönüştürmeyi hedef alan bir yaklaşımı özetlediği gibi, ezilenlerin en geniş birlikteliğini inşa etmenin de aracıdır.

Dogmatizm soslu tasfiyecilik, örgüt görünümlü çete!

MLM’nin üstte kısaca değindiğimiz iki çizgi mücadelesine dair genel doğrular, korkmadan belirtmek gerekir ki, andaki gerçeklikte işlevini çoktan yitirmiştir. Özgür Gelecek Gazetesine yönelen şiddet pratiğinde olduğu gibi, bir ayağını tasfiyeciliğe, öbür ayağını çeteci örgütlenmeye basan bu sol sekter çizgi, beis görmeden giriştiği pratiği propaganda ederken, söylem ve eyleminin denk düştüğü aralığı ise sümen altı etmektedir.

Manipülatif ifadelerle süreci domine etmeye yönelen bu çizgi, pratikte anda yaşanan krizi aşmak yerine onu sürüncemeye sokmaktaki ısrarı ve yaşanan kaosu birlik-eleştiri-birlik temelinde çözmek yerine derinleştirmekteki kararlılığı ile Marksizm’i de kuşa çevirmeye çalışmaktadır.

Bildiğimiz Marksizm’de “devrimcilere yönelik devrimci müdahale”nin bir açıklaması yoktur. Yine bildiğimiz Marksizm’de bir anda onlarca kişi ile gazete bürosu basıp sonrasında “şiddet yoktur” diye çıkışmak, sıkışınca da “arbede var şiddet yok(!)” diye lafazanlık etmek de yoktur. Bildiğimiz Marksizm’de “irade benim, bunu kabullen” diye bildirgeler dizmek, ancak merkeziyetçilik ve demokrasi kavramları arasındaki diyalektik ilişkiyi görmeden, apoletine göre irade ilan etmek de yoktur.

Sonuç olarak, bildiğimiz Marksizm’de komünist kimliğin aşındırılmasına ve ezilenlerin saflarının bozulmasının devrimcilik diye satılmasına yer yoktur, ancak, “sol içi şiddet”i bayrak edinenlerin bilmediği Marksizm’de ise örgüt ve devrimci kimlik adına tonla öğrenecekleri şey vardır!

46539

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya

“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]

 

Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…

Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi

Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

 

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre: 

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller

Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]

“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz

 

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels

SİBEL ÖZBUDUN – TEMEL DEMİRER 2014

Hayaller(imiz)le, cüret(imiz)le, umut(larımız)la yolumuzu açacağız 2014’te de sen/siz orada biz burada; Cemal Süreya’nın, “Artık hayallerim suya düşecek diye/ kaygılanmıyorum./ Çünkü, onlar düşe düşe/ yüzmeyi öğrenmişler,” dizelerini terennüm edeceğiz inat ve ısrarla…

İT DALAŞINDA TARAF OLUNMAZ, SINIFIN NET TAVRI KONUR

Sınıfsal mücadele yaşadığımız coğrafyada belirleyici özellik taşıyor. Bölgemiz  Türkiye’deki örgütlü sınıf mücadelesinin seyrine göre şekil alacaktır. Ezilenlerin başkaldırışı da    göre ilerleme veya gerileme gösterecektir. Bu gerçek Kürdistan için de geçerlilik taşımaktadır.

Sayfalar