Salı Mayıs 21, 2024

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Kürt sorunu demokratikleşme sorunudur. Çünkü ulusal sorunun özü budur. Ezilen ulusun varlığı, burjuva anlamda “demokrasi” ile bağdaşmaz. Ve ezilen ulus üzerindeki tahakküm, baskı, zulüm ve şiddet, sadece ezilen ulusa yönelik olmaz, ezen ulusun mensuplarına, yani halkına yönelikte olur. Bu bağlamda, Kürt halkı ile Türk halkının kaderi ortaktır. Kürt halkının ve bir bütün olarak Kürt ulusunun haklı mücadelesini desteklemeyen, sahip çıkmayan ve ona omuz vermeyenin, demokratlığı ve hatta burjuva demokrasisinden yana olduğu kuşku götürür.

Bugün, burjuva anlamda dahi demokrasi isteyenlerin,  Kürt ulusnun haklı mücadelesini desteklemesi gerekir. Çünkü Kürtlerin mücadelesi, en yalın anlamıyla bir demokrasi mücadelesidir.

Nedir bunlar:

1-      Bugün özelinde özerk yönetim

2-      Anadilde eğitim

3-      Daha genel anlamda söylenirse; Kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı.

Kürt ulsu kendi kaderini özgürce tayin etmeden Kürt sorunu bitmeyecek, ve Türk egemen sınıfların Kürtler üzerindeki baskı ve zulmü de sona ermeyecektir.

Gelinen aşamada, Kürtler; örgütsüz, silahsız ve kendi ulusal demokratik haklarına sahip çıkmayan Kürtler değildir. Bunların hepsi var ve bir çok cephede savaşacak kadar, örgütlü, silahlı ve kendi ulusal haklarını savunacak kadar ulusal sorunlarına duyarlı bir ulusal yapısı var. Böyle bir örgütlenme ve kitlesel sahiplenme karşısında Türk devletinin tankları, topları ve paramiliter güçleri Kürtlere artık boyun eğdiremez.

Kürtler, 12 Eylül ya da 1990’ların başındaki gibi de değildir. Ne bölgedeki durum eskisi gibi ne de Kürtlerin örgütsel, askeri ve siyasal durumları eskisi gibi. Oysa, Türk devleti, her ne kadar Türk kitlesinin önemli bir bölümünü (milliyetçilik temelinde) arkasına alsada, iyice teşhir olmuş durumdadır. ABD ve AB emperyalistlerinin destekleri de, Kürtlere boyun eğdirmelerine yetmeyecektir.  

Türk milliyetçiliği ve şovenizm, devlete, Kürtlerin ulusal mücadelesini bastırmaya yetmediği gibi, osmanlıcılık rüyaları da Kürtlerin mücadelesini geriletmeye yetmeyecektir. Savaşan güçler açısından olgu ve süreç dünden çok farklıdır. Türk devletinin askeri  güc ne olursa olsun, karşısında örgütlü bir halk vardır. Bu bağlamda, bu süreç Kürtlerin lehinedir.

Türk devletinin, 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra, Kürdistan illerinde sokağa çıkma yasakları ve askeri saldırıları sonrası, artık Kuzey Kürdistan “Türkiye Kürdistanı” olmaktan da çıkmıştır. Bu süreç hızla gelişmekte ve Türk devletinin vahşice saldırısı, Batı (Rojva) ve Kuzey Kürdistanı hızla birleşmeye götürmektedir. Ortalarından zorla sınır çekilmiş bu iki halkın birleşmesi ve birlikte hareket etmesi için bütün koşullar olgunlaşmıştır. Çünkü, Türk devleti açıktan kendi vatandaşları olarak gördüğü Kürt halkına savaş açmıştır. Bu savaş durumu, Kuzey Kürdistan Kürtleri’nin “Türk vatandaşı” olmadığının açık bir kanıtıdır. Ve bu halkın geriye dönşünü beklemek siyasal saflık olur.

Kuzey Kürdistan’ın durumu Filistin gibidir. İsrail Filistin halkına boyun eğdiremediği gibi, faşist Türk devleti de bütün askeri gücünü Kürdistan’a yığsa da, Kürtlere boyun eğdiremeyecektir.

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri Kürt halkının bu haklı mücadelesinin yanıda olmalı ve ona açıktan destek vermeli ve omuz omuza savaşmalıdır. İşçi sınıfı hareketinin gelişmesi ve çeşitli uluslardan işçi sınıfının birliğinin sağlanması, bugün özgülünde ezilen ulusun ulusal demokratik hakları için verdiği mücadeleyi desteklemekten ve falist Türk devletinin zorbalığına karşı direnenlerle yanyana olmaktan geçiyor. Bu mücadele, aynı zamanda, ülkenin demokratikleştirilmesi mücadelesidir. Ezen ulus milliyetçiliğini ve sosyal şovenizmi yıkmanın bir yoluda budur.

Kürtdistan illerinin tank ve toplarla bombalanmasının Türkiye’nin batı illerinde yaşanmayacağını düşünenler yanılır. Sınıf çıkarları için Burjuvazi, kendi halkını katletmekten çekinmedi ve çekinmeyecektir. 

Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinin emperyalist savaş tehlikesini kapıya getirip dayattığı bir süreçte,  ve buna bağlı olarak, bölgede olanca hızıyla süren savaşlar; Türk devletinin eski, normal "barış" sürecine döneceğini düşünenleri yanıltır. Türk egemen sınıfları, dışarıda ve içeride savaş durumunda kalacaktır. Komünist ve devrimciler, siyasal mücadele taktiklerini buna göre şekillendirmelidir.

Örgütlü bir halkı hiç bir güç yenemez. Türk egemen sınıfları bu halkın ortasında defalarca bomba patlatmış ve sayısız katliamlar yapmıştır. Buna karlşın, halk yılmamış ve her fırsatta başını kaldırmaya ve direnmeye çalışmaktadır. Bu anlamda, işçi sınıf ve emekçilerin gücü küçümsenmemelidir. Kitle direnişlerinin örgütlenmesi için daha militan çabalarharcanmalıdır. Kitlelerin önemli bir bölümünün, devletin demokratik güçlere karşı savaşından ve saldırganlığından hiç memnun olmadığı ve en asgarisinden bu iktidarın gitmesini istedikleri ortadadır. Bu toplumsal olgu, devrimcilerin lehine ve faşist devletin ise aleyhinedir.

1994’lerde, PKK’yi dağlarda yanlız bırakıp “alan temizliği” taktiği ile Kürtleri zorla köylerinden göçertip şehirlere yığan Türk devleti, bugün de Kürtleri batıya sürmeye çalışıyor. Dünkü taktik, nasıl ki, Kürtlerin sürüldüğü illeri birer hendek savaşı verecek duruma getirmişse, çok yakın bir zamanda batı illerini de hendek ve barikat savaşlarına  dönüştürecektir.  

Türk Burjuva devleti Kürtlere savaş açmakla, çözümsüzlüğün çözümüne savaş açmıştır. Devletin bildiği tek çözüm; katliamlarla sindirmek ve ezmek. Ancak, halkın da yaşamak için bildiği tarihsel bir şey var: Örgütlenmek, silahlanmak, savaşmak ve asla boyun eğmemek...

16.12.2015 

42838

Son Haberler

Sayfalar

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar