Cumartesi Mayıs 4, 2024

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

Bilimsel ve teknolojik gelişmenin düzeyi emeğin özgürleşmesine imkan verecek bir ekonomik ve sosyal altyapı oluşturmuşken dahi,global sistem, üreten emeğin yerine pazarlamacı,reklamcı,bankacı, sertifikasyoncu, komisyoncu ve benzerlerinden oluşan yeni bir bürokrasi yaratarak bir malı üretmek ve nihai tüketicisine ulaştırmak için gerekli  emekten çok daha fazlasını o malın finansmanı,pazarlanması,reklamının yapılması,kitlelerde marka bağımlılığı yaratılması süreçlerinde kullanmaktadır.Sürekli şişirilen marka tutkusunun tetiklediği bu üretim/tüketim düzeninde üretim dışı giderler üzerinden şişirilen maliyetler ve astronomik karlarla adeta bir soygun gerçekleştirilmektedir.Somut örnek vermek gerekirse çocuk emeği kullanılarak Kamboçya’da ya da çok kötü çalışma şartlarında Bangladeş’te,Çin’de,Lesotho’da üreticinin karı dahil 3 dolara üretilip toptan satılan markalı bir jean pantolon dünyanın her tarafında  100 dolar ve üzeri fiyatlara müşteri bulabilmektedir.En temel ihtiyaçlarımızdan gıdalarımızda ise durum daha vahim.Örneğin meyve suyu içtiğimizi zannediyoruz,ama aslında içtiğimiz bir meyvenin suyu değil.İçine meyve tadı veren tatlandırıcı kimyasallar katılmış bir sıvıyla kandırılıyoruz.

 

Biz Kürdistanlıların durumu da içine tatlandırıcı katılan sıvıyla kandırılmaya benziyor.Bizim tatlandırıcı kimyasalımız da Türkiyelileşme ve bu alanda bilimdışı argümanlarla desteklenen post-modern cehalet had safhada.Oysa Kürdistan meselesi dediğimiz şey tam da Türkiyelileşmeme,Iraklılaşmama,İranlılaşmama, Suriyelileşmeme ve inadına Kürdistanlı kalma meselesidir. Çünkü birşey neyse odur ve ve neyse o haliyle güzeldir.Hal böyle iken Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de konumlanmış Kürdistan legal siyasi hareketinin Türkiyelileşme aşkı nedir? Asimilasyon ve entegrasyona ket vurup Kürdistanlılaşmayı örgütlemesi gereken legal hareket neden ana odağını Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerine kuruyor,anlamak mümkün değil.Arabayı atın önüne koymanın anlamı yok.Türkiye Kürdlerle ve Kürdlerin Türki sola vekaleten sürdürdüğü demokrasi mücadelesiyle değil,Kürdistansızlaştığı zaman demokratikleşebilir.Türkiye ancak Kürdistan ve Kıbrıs’ta askeri işgali sona erdiğinde demokratik bir ülke haline gelebilir,daha önce değil.Sınırdaşı ülkeleri askeri işgal altında bulunduran bir devletin demokratikleşmesinden bahsetmek ve Kürdistanlı kitlelerde sahte bir demokratikleşme beklentisi yaratmak rasyonel değildir.Asimilasyona karşı sadece dil merkezli bir mücadele verirken entegrasyona bu denli meraklı olmanın uzun vadeli toplumsal ve siyasi sonuçları ve ödeteceği bedel  iyi hesaplanmalıdır.Kürdistan’ın kurtuluşu; Kürdistanlıların kendi ülkelerinde iktidarlaşmaları ve kendileri olarak yukarıda eleştirdiğimiz dünya sistemine eklenmeleridir.Günün görevi  ucu uzun vadede siyasi ve kültürel entegrasyona dayanacak Kürd kimlik savaşı değil,Kürdistan’ın özgürleşme ve kurtuluş savaşıdır.Hep söyleyegeldiğimiz üzere aslolan Kürdçe'nin değil, Kürdistan'ın özgürleşmesidir, zira Kürdistan'ın Kürdçe'yi yaşatma ve koruma imkanı vardır ancak Kürdçe'nin Kürdistan'ı kurtarma şansı yoktur.Kürdçe'nin asıl kurtuluşu Kürdistan pazarının dili haline gelmesindedir. Bu pazarın oluşma koşulları da devletleşmedir. Pazar dili haline gelmeyen hiçbir dilin ve o dilin ait olduğu kültürün uzun vadede yaşama şansı yoktur.

 

Ulusun kendi kaderini tayin hakkının icra organı olan Ulusal Kongre konusunda da kafalarımız karışık.Çıtayı yüksek tutup Kürdistan Ulusal Kongresi’ni örgütleyenlerin ulusal kongrenin bir icra organı olduğunu unutmamaları gerekir.Tüm Kürdistanlı yurtseverleri tereddüte sevkeden Kürdistan Ulusal Kongresi’nin ikinci kezdir ertelenmesi insana keşke ulusal kongre toplanmadan önce bir veya birden fazla ulusal konferans gerçekleştirilebilseydi dedirtiyor.Bütün ulusal kongrelerin olduğu gibi Kürdistan Ulusal Kongresi’nin fonksiyonu da Ulusun Kendi Kaderini Tayin Hakkını gündemleştirmek ve bunu dünya sistemine dayatmaktır.Bu politikanın Kürdistan’ın kuzey parçasına izdüşümü Türkiyelileşme değildir.Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanma düzeyiyle Kuzey Kürdistan legal siyasi hareketi olarak BDP’nin Türkiyelileşme pratikleri açıklanmaya muhtaç bir çelişki barındırmaktadır.BDP’nin fonksiyonu Türki solları ikame,vekaleten Türki solculuk ya da kadın ve LGBT haklarını gündemleştirmek değil, Kürdistan’da iktidarlaşma;Türk metropollarında ulusal temelde daha atak bir örgütlenme  ve mevzilenme perspektifidir.Bu perspektif legal hareketin baraj sıkıntısını aşmasını sağlamanın ötesinde TC’nin iktidar partisinin Kürdistan’da legal hareketin oylarını aşan sayıda taraftar bulmasına neden olan entegrasyon süreçlerini darbeleyecek potansiyele sahiptir.Self determinasyon şiarıyla toplanması gereken Kürdistan Ulusal Kongresinin Kuzey Kürdistan’daki politika karşılığı: alternatif siyaset kanalları açarak ulusal,sınıfsal,etnik v.b. ittifaklar temelinde Kürdistan’da iktidarlaşma ve Kürdistan’ı özgürleştirme perspektifidir.

 

 

ZULKUF AZEW,11.09.2013

 

 
102121

Zülküf Azew

Sitemizin yazarlarından olup politik ve teorik yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Zülküf Azew

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Sayfalar