Cumartesi Mayıs 18, 2024

Kürdistan ve "Demokratikleşme"

Kürdistan tarihi açısından 90'lı yılların en önemli olgusu Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun kadrosu,hemen hepsi bağımsızlıkçı çizgide binlerce Kürd aydınının imha edilmiş olmasıdır.Öylesine bir soykırım ki hesabını gören de soran da yok,ortalık da "barış"çılardan ve "unutmaya ve affetmeye hazırız"cılardan geçilmiyor.Kürdistani stratejik aklın ve ulusal kurtuluşçuluğun taşıyıcısı bu kategorinin imha edilmesi,kalan yerli/yerel aydınların Türki metropollara ya da yurtdışına kaçması/kaçırtılması ve eşzamanlı olarak Kürdistan köylülüğünün sömürgecilerce Kürdistan dışına göçertilmesinin ulusal kurtuluş mücadelesinin çizgisi üzerinde ciddi etkileri/sonuçları oldu.Metropollardaki entegrasyon düzeyinin de etkisiyle Kürdistan'ın bağımsızlığı düşüncesi büyük yara aldı.Bağımsız Kürdistan fikriyatının aldığı yara Abdullah Öcalan'ın emperyalistler tarafından TC'ye tesliminin Öcalan şahsındaki sonuçlarıyla çakışınca ulusal kurtuluş savaşının ihtiyaç duyduğu/duyacağı tezler yerine sık sık değişen ve başına mutlaka "demokratik" sıfatı eklenen bir resmi ideolojiler dönemine kapı açıldı.Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin anti-sömürgeci savaş çizgisi, Kürd özgürlük hareketinin azınlık hakları ve demokrasi mücadelesine dönüştürülerek TC’nin verili sınırlarına dokunmama prensibiyle sömürgeci rejimin rasyonellleri içerisine hapsedildi.Oysa hayat,hele de Kürdistan'da hayat,gri değil yemyeşil bir şey.Kürdistan'ın en küçük parçası bütün sömürgeci rasyonelleri parçalayacak bir manivelaya dönüştü kısa sürede.Ahmet Telli o güzel şiirinde bugünü anlatmış sanki: 

"Ve gözleri uzak yamaçlarda 

aranıp dururken bir şeyleri 

sessiz ve sakin beklemekte 

bekledikçe bileylenen yürek

 

Belli ki dağların, denizlerin

ve göllerin üzerinden 

sıyrılıp gelmektedir seher 

Belli ki yakındır 

doğayı ve hayatı sarsacak saat" 

 

Ülkemizin kuzeyini sömürgeleştirenlerin tam da işi zamana yayarak,asimilasyon/entegrasyonla ve ekonomik teşviklerle satın alarak, Kürdistan'ın kurtuluş mücadelesini toprak temelinden soyutlayarak bitirmeyi programladıkları bir momentte sarsılıyor doğa ve hayat.Emperyalistlerin kurduğu,ancak sonuçlarını belirleyemez hale düştükleri oyunun dışında,sıçan olmadan torba dibi delercesine kurgulanan selefi barbarların Rojava'yı işgaline destek ve vekaleten savaş politikası da dünya sisteminin sinir merkezlerine toslayınca,TC açısından bugünkü sonuç Kürdistan'ın özgürleştirilmiş topraklarının Akdeniz'e sadece 50 km mesafesinin kaldığı jeopolitik gerçeğidir.Güneyliler de dahil tüm Kürdistanlılar bunun kıymetini ve beraberinde getirdiği olanakların düzeyini bilmek durumundadırlar.

Hal böyle iken ve Rojava'da federal ya da özerklik temelinde de olsa ikinci bir Kürdistan'ın ortaya çıkışı neredeyse kesin hale gelmişken, ilginç bir süreç gerçekleşiyor.Kürd özgürlük hareketine dönüştürülmüş olan ulusal hareketin ana gövdesi bu kez de azınlık hakları çizgisinden de geri bir hatta,Türkiyelileşme hattına sürükleniyor.Kuzey Kürdistan'da ve Türki metropollarda HDP üzerinden Türkiyelileşme çizgisine onay vermesi ulusal kurtuluş hareketinin rezonansını bozacak denli önemli bir sapmadır.Hele de aynı momentte doğru bir politika olarak Batı Kürdistan'da askeri olarak iktidarlaşma mücadelesi sürdürülürken.Emperyalistlerin Büyük Ortadoğu Projesi haritaları ortada uçuşurken,Ortadoğu'da tüm sınırlar tartışmanın ötesinde ciddi müdahalelere açılmışken "barış" ve "kardeşlik" mücadelesini Türkiyelileşme ve demokratikleşme argümanlarıyla  bi-idrak sürdürmek anlamsız olduğu kadar kaybettiricidir de.Ulusal hareketin tüm enerjisini Batı Kürdistan'a yoğunlaştırmasının gerekli ve önemli olduğunu ve TC ile sürdürülen ateşkes politikasının bu stratejik amaca hizmet ettiğini varsayabiliriz.Çürümüş Kemalist devleti Türki hikmet-i hükümetinin desteği ve onayıyla re-organize eden TC'nin iktidar partisinin de seçimlere kadar bu minvalde devam etme ve Kürdleri ardı arkası kesilmeyen Noel Baba paketleriyle oyalama politikası uygulayacağı görülüyor.Bu bağlamda Türkiyelileşme ve demokratikleşme argümanları ulusal hareketin tabanını aşındırma potansiyeline sahiptir.TC'nin çok ciddi planlanmış entegrasyon projelerinin hedefi olarak zaten zamana bağlı olarak Türkiyelileşen Türki metropollardaki Kürdistanlı kitlelerin bir de ulusal hareketin Türkiyelileşme yöneliminden sonra özgür-bağımsız Kürdistan fikrine nasıl bakacaklarını tartışmak zorundayız.

Eleştirmeden geçemeyeceğim bir konu da "sol" jargonun bu süreçte alabildiğine kullanılmasına rağmen, "doğayı ve toplumu  olgusal inceleme yöntemi olarak Marxist metodoloji'nin hem Kürdistan özgürlük hareketince hem de Türki sollar tarafından terkedilmiş olmasıdır.Altyapı-üstyapı ilişkilerine hiç kafa yormayan,bilimdışı,arkaik Kemalizm taklidi bir bakış açısı Kürd ulusal düşüncesine enjekte edilmek isteniyor.İttihatçılar ve sonrasında Kemalistler, üretim biçiminden kaynaklı altyapı ilişkilerini hiç değiştirmeden, Ermeni ve Rum halklarının soykırımı/talanı sürecinde işbirliği/güçbirliği yaptıkları yeni mülk sahibi sınıfların yaşam tarzı ve tüketim faaliyetleri üzerinden bir toplumsal makyaj politikası uyguluyorlardı ve bunu modernleşme/batılılaşma olarak sunuyorlardı.Aynı süreçlerde toplumsal geriliği halının altına süpürme anlayışıyla birleşen bu politika öyle bir noktaya gelmiştir ki bir dönem Kemalistler Ulus'tan Kızılay'a köylülerin ve kıyafeti kötü olanların geçişine izin vermemiştir.

Yukarıda anlatılanların Kürdistan ile ilişkisine gelince: Ekonomik altyapının gelişmediği,ekonominin üretim tabanlı olmadığı,sınıflar ve katmanların ekonomik zemine oturmadığı,daha ötesinde güçlü bir orta sınıfın varolmadığı toplumlarda demokrasiden sözedilemez.Yakın tarihin bize öğrettiği bir başka şey de köylülerin ağırlıkta olduğu toplumlarda modernleşmenin aydınlar veya ordunun öncülük ettiği anti-demokratik rejimlerde gerçekleştiğidir.Bu modernleşme ekonomik gelişimi tetikleyip zaman içinde güçlü bir orta sınıf ortaya çıktıktan sonradır ki gerçek demokratikleşme mümkün hale gelebilmiştir.Türkiye gibi üretim altyapısının görece gelişkin olduğu alt-emperyalist bir ülkede dahi Bonapartist sivil-askeri bürokrasinin iktidardan tasfiyesi ve asli görevine dönüşü çok kısa zaman önce emperyalizmin onayı ve desteği neticesinde gerçekleşebilmiştir.Bu bağlamda bir takım kavramların önüne "demokratik" sıfatını koymak onları demokratik yapmadığı gibi tam tersini düşündürür:Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti,Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti böyle kavramlardır.Kaldı ki ülkesi işgal altında bir ulus olarak Kürdistanlıların kısa vadede demokrasiyi hedeflemesi anlamlı da değildir.Bütün iç dinamikleri hırpalanmış bir toplumun öncelikle kendine gelmesi ve toprak temelinde ulusal kurtuluşu yeniden örgütlemesi gerekmektedir.Her ne kadar  altyapı unsurlarının üstyapıyı önemli ölçüde etkilediği,hatta belirlediği modern toplumların aksine,Kürdistan'da üstyapı unsurları da altyapıyı etkileyebilecek ölçüde etkili ve güçlü karakterde olabilse de kadın kotaları,eşbaşkanlık sistemi gibi uygulamalar  kadının üretimde yeralmadığı ve bireysel ekonomik özgürlüğüne sahip olmadığı koşullarda  "sürdürülebilir" bir "demokratikleşme" ye işaret etmez.Hatta kıran kırana bir mücadele ile elde edilmeyen ve bahşedilen/kolayca geri alınabilir durumdaki bu haklar kadın mücadelesine uzun vadede zarar verme potansiyeline sahiptir.Örneğin,TC kadınlara seçme seçilme hakkını İsviçre'den önce vermiş olmakla övünen bir resmi ideolojiye sahiptir.Ancak bu daha erken hak tanıma durumu TC'nin kadın hakları alanında İsviçre'den daha ileride olduğunu göstermez.Hatta olgu tam tersidir.Çünkü TC'de kadın hakları Kemalizm'in üstyapı üzerinden modernleşme politikası üzerinden gündeme gelmiştir,İsviçre'de ise ciddi bir kadın hakları mücadelesinin sonucunda.

Kuzey Kürdistanlılar Frantz Fanon'un "İlk Kurşun" teorisini bir dönem çokça tartıştılar.Görülen o ki, Kürdistanlılar sömürgeciliğin ağır tahribat yarattığı eski zavallı kişiliklerini ağır yaralamış,ancak o dönemde sıkça iddia edilenin aksine öldürememişlerdir.Ve ne yazık ki o sömürge kişilik "demokratik","demokratikleşme" ve "Türkiyelileşme" argümanları üzerinden "iyileşerek / iyileştirilerek" tekrar aramıza dönmüştür.Neyse ki Ortadoğu'daki ve Rojava'daki gelişmelerin düzeyi ve Kürdistan'ın sosyal ve ekonomik koşulları bu "hasta"nın daha fazla yaşamasına elverişli değildir.

ZÜLKÜF AZEW,28.10.2013

99137

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

Sayfalar