Pazar Mayıs 5, 2024

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı. Başta da sosyal hakların kısıtlanmasının devam edilmesi ve pekiştirilmesi, durgunluk içindeki emperyalist ekonominin daha derin krizlere girmesinden kurtarılması planları vardı. Almanya’da son 20 yıl içinde sosyal hakların en fazla budandığı dönem, hiç kuşkusuz Schröder yönetimindeki SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti zamanında olmuştur. İşçi ve emekçilerin sosyal haklarına yönelik çok yönlü saldırıyı, bir önceki 16 yıllık Kohl başkanlığındaki hükümet göze alamamıştı. Ünlü "Agenda 2010” işçi ve emekçilerin sosyal haklarını budama, tekelci burjuvaziye daha fazla kaynak ayırma ve sendikaların olası "aşırılıklarını” önleme programının yürürlüğe konması tekelci burjuvazinin istediği bir ve sıkı bir şekilde uyguladığı programdı. Halk arasında "Hartz IV” diye bilinen program, halkın yaşam seviyesini düşürmüş ve işçi ve emekçiler üzerindeki sömürüyü artırmıştır. Merkel başkanlığında kurulan CDU/CSU-SPD hükümeti vasıtasıyla da, sermayenin, "2010 agenda” programının pürüzsüz uygulanmasını ve içine girdiği krizin hafif atlatılması amaçlanmıştı. Ancak, Alman emperyalist burjuvazisi de krizden nasibini ciddi şekilde almaktan kendini kurtaramadı. Alman tekelci sermayesinin iki büyük partisinin daha uzun bir süre birlikte hükümette kalması, gelecek açısından tehlikeliydi. İkisinin birden hükümette yıpranmasının önüne geçmek gerekiyordu. Ya da biri hükümetteyken, biri "muhalefet” yaparak, işçi ve emekçileri oyalanması gerekiyordu. Seçimlerden büyük bir yenilgiyle çıkan SPD’ye "muhalefet” görevi verildi. SPD, 11 yıldır hükümette yer almıştı ve hükümet olduğu günden itibaren işçi ve emekçilerin sosyal haklarına yönelik saldırılarda sınır tanımadı. Son seçim yenilgisi (1998’de % 41, 2009 genel seçiminde ise %23) bu saldırıların karşılığı oldu. Adı "sosyal-demokrat” olan bu partinin 1970’lerde izlediği politikasını çoktan terk etti, etmek zorunda kaldılar. O dönem, dünya konjöktüründe durum daha farklı olduğu için, bu tür partiler "sosyal haklardan daha fazla yana” bir taktik izliyor ya da öyle görünmeye çalışıyordu. Çünkü sosyalist ülkelerin yanı sıra işçi ve emekçilerin mücadeleleri, burjuvaziye geri adımlar attırabilecek boyutlardaydı. Alman tekelci burjuvazisi Schröder-Fischer ikilisiyle içte ve dışta saldırgan bir politika izledi. İçte işçi ve emekçilerin sosyal haklarının budanmasına yönelik olurken, dışta ise egemenlik alanlarının genişletilmesi ve bunların garantiye alınmasına yönelik ekonomik önlemlerin yanında askeri olarak da adımlar atıldı. Bir çok ülkeye asker gönderildi. Başta da Doğu Avrupa’nın Alman burjuvazisinin kıskacı içine alınması konusunda ciddi gelişmeler sağlandı ve Yugoslavya, Alman burjuvazisinin istediği gibi parçalandı, küçük devletciklere ayrıldı ve daha fazla parçalanmaya karşı çıkan Sırpistan yönetimi ise günlerce NATO savaş uçaklarınca bombardıman altında tutularak cezalandırıldı. Üstelik savaş suçluları kendileri olmasına karşın, Sırpistan yönetiminin başı Milosoviç "savaş suçlusu” ilan edilerek yakalanıp Lahey’de göstermelik yargılandı ve peşinden ise hapishanede "hastalıktan” öldü. Ya da öldürüldü. Konumuza dönersek, tekelci burjuvazi, Merkel-Westerwelle ikilisiyle yeni sürece hazırlanıyor. Bu süreç, bir önceki süreçten farklı olmayıp, işçi ve emekçiler için koşullar daha da ağırlaşacaktır. Seçim nedenleriyle işçi sınıfına ödettirilecek faturalar kısmen ertelendi. Seçim bitti ve sermaye ekonomik olarak yeni saldırılara hazırlanıyor. Bu saldırılar elbette, salt ekonomi ile sınırlı kalmayacak ister istemez siyasal saldırıları da beraberinde getirecektir. İkisini birbirinden ayırmak doğru da değil. Biri diğerini her zaman tetikler. Biri olmazsa diğeri olamaz. Bu nedenle de yeni hükümet kurulur kurulmaz, yeni "spar paketler” devreye peşi sıra girecektir. Tek bir "spar paket”lerde yetmeyecek, biri bitince diğeri gündemdeki yerini alacaktır. Elbette bu tasarruf (spar) paketleri, işçi ve emekçilerin lehine değil aleyhine, sermayenin ise lehine olacaktır. 80 milyar (€) Avro’ya yaklaşan bütçe açığı ve ayrıca 800 milyar €’luk "krizi önleme” paketi adı altında sermaye sınıfına aktarılan işçi ve emekçilerin kazanımlarının faturası ağır bir şekilde işçi ve emekçilerden çıkarılacaktır. FDP’nin "Hartz IV yardımının %30 düşürülmesini” istemesi, tekelci burjuvazinin isteğinin bu parti vasıtasıyla dile getirilmesidir. CDU bu talebi direk olarak dillendirmemesinin nedeni ise, kitler nezdinde daha fazla oy kaybına uğramaması içindi. Seçimler nedeniyle ertelenen işten çıkarmalar daha da artacaktır. Bugün resmi (iş ajendası) rakamlarla açıkalanan 3,5 milyon işsize önümüzdeki yıl içinde bir milyonu aşkın işsiz daha katılacağı hesaplanmaktadır. Yeni hükümetin göçmenlere yönelik saldırısı da devam edecektir. "entegrasyon” adı altında, göçmenlere ve yabancılara yönelik ekonomik ve siyasal baskılar hiç kuşkusuz artarak devam edecektir. Göçmenler, alman halkının gözünde kriminalize edilerek dıştalanmaya çalışılmasının yanı sıra, yabancı düşmanlığın daha fazla gelişmesinin siyasal-sosyal zeminlerini hazırlayacaklardır. Alman tekelci burjuvazisi, bir yandan göçmenlere ciddi bir gereksinim duyarken, öbür yandan ise daha kötü işlerde ve daha ucuza çalıştırılması için zaptı-rapt altına alınması politikasının izlenmesine devam edeceklerdir. Sendikaların durumu ise ortadadır. Varolan sendikalar deyim yerindeyse tekelci burjuvazinin hizmetindedir. Arada bir "aykırı” çıkışlar yapmaları eşyanın tabiatı gereğidir. Bazı "aykırı çıkışlar”da yapmasalar işçi sınıfının içinde bütünüyle teşhir olacaklarını biliyorlar. Varlıkları ile yoklukları arasında pek bir fark olmadığı ya da işçiler böyle gördüğü için, DGB’nin üye sayısı 12 milyondan 6 milyona düşmüştür. DGB, 60. yılını kutlama törenlerine sermaye ve sermaye sözcülerini davet edip onları en baş köşelere otuttururken, işçileri ve işçi temsilcilerini ise çağırmaya gerek görmemiştir. Burjuvazi, DGB gibi sarı sendikaların işçi sınıfını oyalaması ve pasif kılması sayesinde krizi daha derin yaşayamadı. Yani, işçi sınıfının burjuvaziye karşı tepkisini, "işimizi hepten kaybederiz” yollu taktik ve çeşitli manipüle argümanlarıyla pasifize etmesini başardılar. Kohler ve Merkel’in DGB’ye övgüler dizmeleri boşuna değildi. Tekelci burjuvazi krizden çıkmadı, krizin ağır ekonomik ve sosyal faturasını ezilenelere yükleyeceklerdir. Başta da bunu, çok yönlü olarak göçmenler yaşayacaktır. Bu nedenle de, göçmenlerin daha örgütlü hareket etmesi ve Alman işçi ve emekçileriyle birlikte mücadele etmeleri, kendi sorunlarını onlara taşımaları ve onlarında sorunlarına sahip çıkarak, sorunları ve mücadeleyi birleştirmeleri gerekiyor. Çözüm, milliyet temelinde örgütlenmeden ya da kendi "ulusal çitlerin” arkasına gizlenerek, burjuvazinin istediği gibi hareket edip yanlızlaşmaktan geçmiyor. Tersine, Alman işçi ve emekçileriyle daha sıkı ortak örgütlenme ve ortak mücadele etmek en doğru mücadele yolu olacaktır. Yusuf Köse 29 Ekim 2009 yusufkoese@hotmail.com

105185

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar