Cumartesi Mayıs 4, 2024

Metal işçileri sınıfının gücüyle direniyorlar

14 Mayıs’da Bursa Renault fabrikasında başlayan metal işçilerinin direnişi, dalga dalga yayılarak TOFAŞ, MAKO, Çoşkunöz, Ototrim, TürkTraktör, Ford Otosan ve daha bir çok fabrikayı da sardı. İşçiler, faşist Türk Metal-İş sendikasının kendilerini daha fazla oylamasına isyan etti ve sendikayı devreden çıkararak, sınıf hareketi içinde küçük, ama tarihi bir adım atarak, burjuvazi karşısında bir sınıf oluşunun gereğini yerine getirdiler. 

Bu direniş, faşist-sarı sendika nezdinde burjuva devletine, onun sömürü düzenine karşıdır. Çünkü, özellikle son 10 yıllık süreç; işçi sınıfının en fazla ezildiği ve sömürüldüğü, her türlü haktan mahrum edildiğ ve sendikasızlaştırdığı bir süreçtir. Aynı zamanda bu süreç, varolan sendikalarıda sendika olmaktan hızla çıkaran bir süreç olmuştur.

Metal işçilerinin direnişi, güçlü bir örgütlülüğe, komünist ve devrimcilerin güçlü örgütlülüğü de söz konusu olmamasına karşın, kendiliğinden bir sınıf hareketinin boyutunun bu denli olması, sınıflar arası mücadele gerçekliğinin kendisidir. Seçim süreci ve yer yer işçi sınıfı içinde reformist rüzgarların estirldiği bir ortamda, gündeme damgasını vuran bir sınıf gerçekliğidir.

Sınıfın en küçük kitlesel hareketi ve özellikle önemli sanayi kollarındalki işçilerin sınıf hareketi, gündeme damaga vurmaması söz konusu olamaz. Kendi dışındaki sınıfların bütün dikkatini çeker ve etkiler. Mücadelesinin başarısı, ezilen sınıflara umut verirken, burjuvaziyi ise tedirgin eder. Diğer ve bu direnişte olduğu gibi.

Her işçi direnişi ve  her grev, işçilerin sınıf bilinci kazanmasına hizmet ettiği gibi, sınıf olarak örgütlenmelerini de genişletir ve nitelikleştirir. Daha önceki direnişlere katılan işçilerin dediği gibi; “direniş ve grev öncesi beş vakit namaz kılarken, şimdi beş vakit komünizm propagandası yapıyoruz.” 

Metal işçilerinin direnişinin sonu ne olursa olsun, bu direniş onlara gelecek günlerdeki mücadele için çok şeyler kazandırıyor. Ve onlar direnişleriyle komünizm okulundan geçiyorlar.

Kapitalist sistem varoldukça, burjuvaziyle işçi sınıf arasındaki mücadelede sürecektir. Ta ki, işçi sınıfı burjuvaziyi yıkıp kendi iktidarını kurana kadar. Toplumsal tarihin bu kaçınılmaz anı, er ya da geç gelecek. Bu tarihsel gelişmenin önünde hiç bir gerici zorbalığın durmasının olasılığı söz konusu değildir.

İşçi sınıfı oraya; grevlerle, direnişlerle, işgallerle, protestolarla, barikatlarla varacaktır. Bu süreç içinde kendi sınıf partisiyle ilişki kuracak, sınıf bilincini bu mücadele içinde alacaktır. O zaman daha örgütlü ve daha bilinçli olarak, kendi sınıf çıkarlarının bilinciyle hareket edecektir. Zamanı geldiğinde geri çekilecek, zamanı geldiğinde ileri atılacaktır. Bunu belirleyecek olan; ekonomik ve siyasal koşulların yanında sınıfın bilinci ve örgütlülüğünün düzeyi olacaktır. 

15-16 Haziranları, 1970’in ikinci yarı süreçlerinileri, 1986 grevlerini, 1994 Zonguldak Maden direnişini, 2009 yılı Aralığında başlayan Ankara Tekel direnişi ve peşinden Gezi’yle mücadelenin daha da kitleselleşmesi ve karşılıklı sınıf çatışmasına dönüşmesi, Türkiye işçi sınıfının tarihinin mücadeleyle dolu olduğu görülecektir. 

Sadece yukarıda saydığımız bu belli başlı işçi direnişlerini ele aldığımızda, Türkiye işçi sınıfının direnişleri hiçte yabana atılacak gibi değildir. Burjuvazi bu direnişleri çok ciddiye aldığı için hep saldırmış ve bu direnişleri kırmak için yoğun çaba harcamıştır. Çünkü burjuvazi sınıf bilinciyle hareket eder ve işçi sınıfının mücadelesinin örgütlü hale geldiğinde karşısında yıkılmaz bir güç bulacağının bilincinde olduğundan, direnişleri daha doğmadan kırmanın ve ezmenin çabası içine girer.

Devam eden metal işçilerinin direnişi, işçi sınıfını küçümseyenlere, ona güvenmeyenlere ve özellikle de işçi sınıfının devrimdeki önderliğini reddedenlere bir kere daha yanıt olmuştur. Burjuvaziyi saltanatından edecek olan sınıf budur ve sınıf hareketi de böyle olur. Ve özellikle bu sınıf hareketi,  sınıf bilinciyle örgütlenip hareket ettiğinde ise, ücretli köleliğe son vererek kendi kaderini çizebilecek bir güce erişecektir. 

Marks ve Engels, Komünist Manifestosu’nu yazarken, bu sınıfın toplumsal tarihi sınıfsız, sömürüsüz bir topluma dönüştürebilecek yegane güç olduğunu bildiklerinden, bu sınıfa güvenmişlerdir. Ve proletaryanın bilimsel teorisini yaratmışlardır.

Daha sonraki Rus, Çin, Arnavutluk ve diğer devrimler marksistlerin düşüncesini doğruladığı gibi, işçi sınıfının burjuvaziyi yıkacak yegane güç olduğunuda doğrulamıştır.

Toplumsal bu deneyimler ve sınıf hareketinin başarısı, sosyalizmin işçi sınıf önderliğinde gerçekleştiği ve gerçekleşeceği, hala yeterince kavranıp bilince çıkartılamamıştır.

Kendine Marksist diyen her örgüt, devrimin önderinin işçi sınıf olduğunu kabul etmelerine karşın, Marksist teorinin gereklerini yerine getirmiyorlar ya da getiremiyorlar. Sınıf içinde çalışmaya, örgütlenmeye, propaganda ve ajitasyona ağırlık vereceklerine, sosyal gerçekliğin ve sınıfın gündeminde olmayan teferruatlarla kendilerini meşgul ediyorlar. Sınıfın dışında ezilen katmanların içinde daha çok yer alıyorlar. Ama sınıf içinde sabırlı ve azimli çalışmayı ise aksatıyorlar. Bir kısmı ideolojik olarak ondan uzak duruken, ona güvenmezken, bir kısmı ise sınıfı esas aldığını söylemesine karşın, başka “esas”larla oyalanıyor ve devrimci enerjinin boşa gitmesine, heba olmasına neden oluyorlar.

Ama, hakkını yememek gerekir; işçi sınıfı içinde ciddi çalışma yapan örgütlenmelerde vardır. Bu da umut vericidir.

Son zamanlarda, ezilen yığınların ve işçi sınıfının sınıf kimliği yerine, alt kimlikleri öne çıkarılıyor. Bunu burjuvazi bilinçli yapıyor. Burjuvazinin bilinçli olarak alt kimlikleri öne çıkarması, işçi sınıfını alt kimlikler üzerinden bölmesi onun sınıf çıkarının bir gereğidir. Ancak, buna, komünist ve devrimcilerin bilerek ya da bilmeyerek alet olması kabul edilebilir bir şey değildir.

Evet, koşullar gereği ezilen alt kimlikleride saymak, onlara yapılan haksızlıklara karşı çıkmak gerekiyor, ancak, komünistler öncelikle sınıf kimliğini öne çıkarmalı ve kitleleri kendi sınıfsal kimlikleri üzerinden örgütlenmeli ve birleştirmelidir. Son metal direnişinde işçiler, devletin ve patronların onlara dayattığı alt kimliklerini bir kenara fırlatıp, sınıf kardeşliği üzerinden direnişe geçtiler. Bu kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü burjuvazi işçileri, sınıf olarak eziyor ve sınıf olarak sömürüyor.

Faşist AKP hükümetinin baskıları artırması, sınıf hareketini dizginleyemeye yetmeyecektir. Önümüzdeki günlerde direnişler, salt metal işçileriyle sınırlı kalmayacaktır. Metal işçilerinin direnişi diğer işçilere örnek olacaktır.

Bugün, yapılması gereken; sosyalist devrimin önderi işçi sınıfı içinde çalışmak, örgütlenmek ve ona güvenmektir. Bunu yapmayan bir hareketin komünist olması söz konusu olmadığı gibi, İşçi sınıf önderliğindeki devrim konusunda da ciddi olduğu düşünülemez.

Devrim yapmak isteyenlerin öncelikle işçi sınıfı içinde çalışma yapmaları zorunludur. İşçi sınıfı örgütlü bir güç haline geldiğinde, kendi sınıf gücünün bilincini aldığında, o asla içinde çalışma yapanları, ona güvenenleri yanıltmayacak ve hayal kırıklığına da uğratmayacaktır. Tarih, işçi sınıfının ihanet etmediğine tanıktır. İhanet edenler, onun adına hareket edenler olmuştur.

21.05.2015

 

48840

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

"Güleç yüzlü yiğit komünist şehit düştü" Osman Oğuz

Kapkara, zapzayıf bir adamdı, dışarıdan bakınca. Ama koca cüsseli olanı bile öyle bir sarardı ki karşılaştığında… Hani, “Ne çelikten irade kardeşim!” dersin ya bazılarına, öyle biri işte. Dosta candan güler, gülmek diye buna denir; düşmana ser verir, sır vermez.

İslamcı faşist diktatörlüğün korkusu

Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak, gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.

Mussolini, Hitler ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.

79-ԵՐՈՐԴ ՏԱՐԵԼԻՑԻՆ ԱՆԻԾՈՒՄ ԵՆՔ ՏԵՐՍԻՄԻ ՑԵՂԱՍՊԱՆՈՒԹՅՈՒՆԸ:

79.YILINDA DERSİM TERTELESİNİ LANETLİYORUZ !

Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Alevi, Ezidi halklarına mensup farklı etnik ve inanç sahibi toplulukların bir arada yaşadığı coğrafyamızda yüzyıllardır hiçbir zaman kan, gözyaşı ve acı eksik olmamıştır. Zulüm, bugün bile mazlum halkların kanları ile sulanan topraklarda en koyu ve vahşi şekilde devam etmektedir.

Parti biziz /Halil Ahmet

Belki biz olmayacagiz ama bu celik aldigi suyu asla unutmayacak,Ibrahim kaypakkaya.

Sorunlari cözme tarzimiz olaylara olgulara bakis tarzimiz ve bunlar arasindaki iliskiyi ele alisimiz nasil olmalidir.

Dogaldirki yazinin basligindanda anlasilacagi gibi parti biziz .Biz partiyiz ve dogal olarak partinin ele alinisi ve degerlendirilmesi parti onderligi ve cizgisinden bagimsiz olarak ele alinip degerlendirilemez.

Faşizme Karşı Direniş, Serhildan!

Faşist Kemalist Diktatörlük başta Kürt ulusu olmak üzere parolası mücadele ve direniş olan tüm halk kesimlerine azgınca saldırmaya devam ediyor. Hâkim sınıf kliği AKP sistemli baskı ve sömürü politikasına, katliam, gözaltı ve tutuklama terörüne geride bıraktığımız iki seçimle (7 Haziran-1 Kasım) birlikte hız kazandırmış, Kürt ulusuna, işçi ve emekçilere, kadınlara, çocuklara, LGBTİ’lere, doğaya ve yaşama karşı teyakkuza geçerek yeni bir saldırı dalgası başlatmıştır.

" Devrimci cephe hareketi "üzerine

Kaypakkaya'dan günümüze 44 yıl geçti. Yaşadığımız devrimci deneyimler bizlere önemi azımsanmayacak kazanımlar bıraktı. Bu bizler için önemli miras bu mirası doğru özümsemeliyiz, kavramalıyız ki, gelecekte Halk Cephesi’ni kurma yolunda ufkumuz açık olsun. Gereksiz polemiklerden böylece kaçınmış olunur. Eğer ki mesele doğru kavranmaz, önemsenmez ve de olsun-bitsin mantığıyla hareket edilirse ciddi yaralar alınır.  "Kaş yapalım derken, göz çıkarmış "oluruz.

PARTİ VE KAYPAKKAYA ÇİZGİSİNE SAHİP ÇIK, TEORİK TEMELLERİNİ GÜÇLENDİR, ONU KAVRA ve GELİŞTİR

Partimizin kurucusu şahsında amaç ve araç, hedef ilişkisi bağlamında kuracağımız analiz-sentez ilişkisi bizim sorunu nasıl ele alacağımızla direk ilintilidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda İbrahim Kaypakkaya (İK) sıradan bir devrimci önder değildi. Onu komünist yapan doğrudan savunmuş olduğu ve yaptıklarıydı, yani teori ve pratik bütünlüğüdür.

Bir ikiye bölünür / Halil Ahmet

Herşey bir çelişkidir. Bu Maoist felsefi tanımdan yola çıkarak soruna bakarsak olayları ve olguları ve bunların arasındaki iç bağlantıları doğru bir şekilde kurabiliriz.

“Hareketin kendisi bir çelişkidir veya bir ikiye bölünür” Maoist felsefi yaklaşımını nasıl ele almalıyız? Başkan Mao’nun bu noktadaki ML’ye yaptığı katkılardan biri olarak felsefe alanında çelişki yasası olduğu gerçeği de herkes tarafından kabul edilmektedir.

“Bir ikiye bölünür ama asla iki birleşip bir olmaz. İkiyi bir yapmak revizyonistçe bir yaklaşımdır.” (Mao Zedung)

TKP/ML – TİKKO ROJAVA KOMUTANLIĞI: 24 Nisan devrimin zorlu ve onurlu yoludur!

Savunduğu devrim öğretisiyle burjuva-feodal devletin soluğunu kesen kıvılcımı-aleve, alevi tüm ülkeye yaymaya çalışırken sadece gerçeğin sesine ve gerçeğin izinde yürümeye çalışan Kaypakkaya yoldaş işçi sınıfının ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın önderi olmaya devam ediyor. Kaypakkaya yoldaşın devrim ve örgüt öğretisi, işçi sınıfının kazandığı ve sahip olduğu en ileri devrimci öğretidir. Ülkemizde hiçbir teori, hiçbir düşünce ve strateji Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu kurtuluş yolu kadar gerçekçi, uygulanabilir ve güvenilir değildir.

TKP/ML MK : 44.YILIMIZDA ŞAN OLSUN İHTİLALCİ PROLETER ÇİZGİMİZE!‏

“Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif…

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü…”

Yoldaşlar,

Partimiz TKP/ML kuruluşunun 44. Yılını kutluyor. Partimiz, Önderimiz İbrahim Kaypakkaya önderliğinde Şafak Revizyonizme karşı ideolojik-politik temelde örgütsel mücadelenin sonucu olarak 24 Nisan 1972’de tarih sahnesindeki yerini aldı.

Tarih Tanıktır: 24 Nisan’da Kaypakkaya Çizgisinin Doğuşuna

Yüzyılda Ülkemiz iki önemli tarihi zelzeleye tanıklık etti. 24 NİSAN. Öyle ki, her iki toplumsal olay tarihimizde silinmez ve silinmeyecek izler bıraktı. Hele ki bu silinmez tarihi olay aynı güne denk gelmişse - ki öyle- bir o kadar daha önemli ve de değerlidir. Tarihimizde bazı yaşanmışlıklar vadesi dolduğunda unutulur, tarih sahnesinde silinip giderler. Ve kendi kendini tasfiye ederler.

Sayfalar