Perşembe Mayıs 2, 2024

Nereye ve Nasıl?

“Emperyalist burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak 1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi metaforu içine sokmuştur.”1

Ağustos ayı içinde bir yazımda söylemiştim bunları. Bu bağlamda, uzun süredir dünyanın gündemi aynı. “Dünya ve Türkiye nereye gidiyor?” sorusu, bunun içinde. Emperyalist-kapitalist dünyanın genel yöenlimi bu. Günlük olarak değişen ise, bu genel yönelime bağlı olarak taktiksel gelişmelerdir.

ABD’de Trump’un kazandırılması, AB ülkelerinde yükselen ırkçılık, Ortadoğu ve Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik dalaşları, ABD’nin gerilemesi ve diğer emperyalist blok ve ülkelerin (pazarlardan pay alma ve egemenliklerini genişletme amaçlı önlenemez) istekleri, önümüzdeki son on yılın oldukça karanlık geçeceğini ve cidi bir altüst oluşların yaşanacağınında habercisi olarak önümüzde duruyor.

Kapitalist sistemin, toplumsal çelişmleri her geçen gün artırma ve keskinleştirme özellliği, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasıyla dorudan bağlantılıdır. Bir taraf (burjuvazi), toplumu bütünüyle sırtında taşıyan çalışanların kazançlarını kendi özel mülkiyetlerine geçirmeleriyle, toplumsal kaosun temelini de atmış oldular.

Sermaye, gittği yere, sadece kültürünü, meta ve sermaye ihracını götürmüyor, bütün eşitsizliğini ve toplumsal çürümüşlüğünü de beraberinde taşıyor.

„Kapitalizm kendi süretinde bir dünya yaratır“ken, içindeki tüm çelişmeleri de artan ölçüde gitikleri yerlere taşıyor ve buralardaki toplumsal-sınıfsal çelişmeleri daha da derinleştirici bir rol oynuyor. Sermayenin küreselleşmesi, sermayenin egemenlik eğilimine bağlı olarak gelişen terörün küreselleşmesini koşulluyor.

Yugoslavya’nın parçalanması, Kafkaslar ve Ukrayna olaylarının yanı sıra; Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen, Filistin, Kürdistan ve daha burada sayamadığımız dünyanın çoğu yerlerinde, sermayenin ağır sömürüsü, egemenliği, aynı zamanda çatışmaları, savaşları da beraberinde taşıdı. Hatta bazı yerlere sermayeden önce emperyalist terör ihraç edildi.

Yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerde, emperyalist menşeli bombalar patlarken, emperyalist metropollerde bunun yansımasının olmayacağını düşünmek aptallara mahsustur. Emperyalist burjuvazi, kitleleri, „terör dışarıdan geliyor“ diye yanıltmaya çalışıyor. Oysa, terörün kaynağı kendileridir. Kabil, Bağdat, Kahire, Şam, Trablus, Bingazi, Nijerya, Diyarbakır vb. Yerlerde patlatılan bombaların, Paris, Brüksel, Berlin, Madrid, Moskova, Pekin, İstanbul, New York gibi diğer emperyalist ve kapitalist metropollerde patlamaması için hiç bir neden yoktur. Kaosu yaratanlar, aynı kaosun kendi kucaklarına düşmesini önleyemezler. Kabil, Bağdat, Şam ve Halep'de pazar yerlerinde üzerlerine atılan bombalarla katledilenlerin sorumlularıyla, Antep’de bir Kürt düğün evinde katledilenlerle, Paris'te bir eğlence yerinde katledilenlerle, Berlin’in göbeğindeki bir neol panayırında en masumane günlük sevincini yaşayanların katledilmesinin sorumluları aynıdır.

Ancak, dünyayı bir silah deposu haline getiren emperyalist burjuvazi, terörü başka yerlerde aramaya çalışması ya göstermesi burjuva riyakarllığıdır. Dünya servetinin yüzde 90’nın, sadece yüzde 8’nin elinde olması, terörün asıl nedeni olduğu gözlerden gizlenmeye çalışılıyor.

Sermaye birikimi ve egemenliği için, ulusal, dinsel ve mezhepsel ve hatta aşiretsel farklılıkları körükleyerek halklar arasında düşmanlıklar yaratanların, bu düşmanlığın ateşinden kendilerinide kurataramazlar. Ve kurtaramıyorlar. Sosyalizmin gelmesinin önüne geçmeye çalışan burjuvazi, daha karanlık bir gericiliğin içinde debeleniyor.

Günümüz emperyalist burjuvazisi, kamuoyuna terör örgütleri olarak; El Kaide, İŞİD, Boko Haram, Neo Nazi vb. gibi faşist, dinci, ırkçı örgütleri gösteriyorlar. Bunların terör örgütleri oldukları ne kadar gerçek ise, bunları yaratan ve besleyen devletlerin ise bunlardan daha tehlikeli ve organize terör örgütleri oldukları gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.

Başta emperyalist ülkeler olmak üzere, bütün kapitalist ülkelerin ezici çoğunluğu artık gelinen aşamada halklar üzerinde, bütün çıplaklığıyla birer terör örgütü durumuna dönüşmüşlerdir. Bu terör yuvaları burjuva devletleri, işçi sınıfı ve ezilen halklar tarafından yıkılmadıkça, kitleleri katleden, yıldıran ve korkutan teröründe ortadan kalkmasının olasılığı söz konusu değildir.

Burjuvazi, toplumu uçurumadan aşağıya atmaya başladı.

Irak, Libya, Suriye ve daha bir çok ülke nasıl emperyalist sermayenin anarşi metaforundan kaçamadıysa, bu metaforun içine balıklama dalan Türk burjuvazisi de, Türkiye’yi adını saydığımız ülkelerin akibetine uğramaktan kurtaramayacaktır. Ve iktidarı elinde bulunduran AKP sermayesi ve bileşenlerinin belli bir süre daha ayakta kalma şansları olarak savaşı (iç savaş da dahil) görüyorlar ve gerçekten de başka da şansları kalmadı. Ve emperyalist-kapitalist dünyanın içinde bulunduğu bunalım da bunu koşulluyor. Bu nedenle, Ankara’nın göbeğinde bir Rus Büyük elçisinin öldürülmesi, kendisi bir terör devleti olan Türk devletinin karekteristik yapısının bir sonucudur. Nasıl ki, Kürdistan illerinin yakılıp yıklıması, devletin burjuva niteliğinin karakterisitik yapısından ayrı ele alınamayacağı gibi…

Türk egemen sınıfları, Kürt ulusal sorununu demokratik bir şekilde çözemeye yanaşmadığı için, ülkeyi gerici bir iç savaşın eşiğine getirmiştir. Çok önemli gelişmeler olmadıkça, (ki, yakın bir süreçte bu olasılık oldukça cılız) Türkiye, egemen sınıfların yönlendirmesi altında gerici bir iç savaş, derinleşme ve yaygınlaşma eğilimi taşımaktadır. Milliyetçilik ve dincilikle örgütlü sürüler haline getirilmiş kitleler, Kürtlere ve onların müttefiklerine, demokratlara, devrimcilere, komünistlere ve alevilere saldıracaklardır. Bu devlet terörünün bir parçası olan CHP’de bundan nasibini ciddi şekilde alacaktır. Burjuvazinin gerici iç savaşı, her ne kadar Kürtlere karşı gibi gözükse de , esas olan, ülkenin demokratik kamuoyuna ve bilincine yöneliktir.

Faşist islamcı hükümet, silahlandırdığı, örgütlediği ve gericileştirdiği kitleleri demokratik kamuoyuna ve muhaliflerine karşı birt tehdit unsuru olarak kullanmaya başlamıştır. Bunu en net bir şekilde 15 Temmuz (darbe girişimi) olaylarında ortaya koymuştur.

Egemen sınıfların ülkeyi gerici bir iç savaşın içine sokmasının önlemenin yolu; işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü bir şekilde buna karşı çıkmasıyla olasıdır. Ne yazık ki, sınıfın en örgütsüz ve nitelik olarak en zayıf olduğu bir süreçtir. İşçi sınıfı siyasi islamcı-faşist hükümetin etkisizleştirme ve örgütsüzleştirmesine maruz kalmıştır. Bu örgütsüzlük ve etkinsizlik, 2013 GEZİ ayaklanmasıyla yıkılmaya çalışılsada, süreç içinde başarılamamıştır.

Kitleler üzerindeki devletin faşist terörü ve ideolojik saldırısı, kitlelerin önemli bir kısmını yılgınlığa ve sessizliğe iterken, küçümsenmeyecek önemli bir bölmünü ise siyasi islamcı faşist hükümetin doğrudan etkisi altına alarak gerici-faşist örgütlemenin içine sokmuştur.

Komünist ve devrimcilerin başarması gereken, yılgınlık içindeki en yakın kitlelerin kazanılması, faşist odakların örgütlmesi ve etkisi altındaki kitlelerin önemli bölümünün ise en azından tarafsızlaştırılması, iç savaş atmosferinden ve içinden çıkmanın bir gereğidir.

Kürt Ulusal Hareketin haklı ve meşru mücadelesi iç savaşın nedeni değil bir sonucudur. Bazı kesimler, burjuvazinin yoğun ideolojik ve siyasal propagandasının etkisiyle, „ülkeyi kaosa sürüklüyor“ gibi şovenist yaklaşımlar sergilemesine karşın, gerçekte olan ise, faşist Türk devletinin bölgedeki gelişmlere (özellikle Suriye) bağlı olarak ülkeyi bir iç savaş ortamına bilerek sokmasıdır. Bu, niyetten öte, burjuvazinin egemenlik alanlarını genişletme, sermayesini büyütme isteğinin ve emperyalizme bağlı olmanın bir sonucudur.

Türk egemen sınıfların kaos ve anarşi oratamı içine soktukları Türkiye‘deki gelişmeler, emperyalistler arası paylaşım ve egemenlik savaşlarından ayrı ele alınamaz ve ona bağlı olarak gelişmekte ve derinleşmektedir.

Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler, kapitalizmin umutsuz bir vakası olarak ele alınmalıdır. Sorunun nihayi çözümü çok nettir: Kapitalist sistemden kurtulmak için işçi sınıfının sınıf bilinçli örgütlülüğü ve mücadelesinin öne çıkması olmazsa olmazdır.

Faşizmi yıkmak, emperyalist saldrı dalgalarını ve yayılmacılığının önüne geçmek. Daha geniş birliktelikleri koşullar. Bu da ancak mücadele içinde oluşur. Bunun için, örgütlenmek, militan, sabırlı ve uzun vadeli bir çalışma yapmak gerekiyor. İşçi sınıfının çelikten örgütleri, böylesi mücadele içinde sağlamlaşıp gelişebilir. Bu iş, öncelikle kendine komünist diyenlere düşüyor. Çünkü, komünistler dışında kapitalizme karşı sosyalist alternatif yaratacak siyasal yapı ve anlayış yoktur.

46484

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Sayfalar