Çarşamba Mayıs 15, 2024

Özgüç Yalçın’ın kaleminden… ŞİMDİ DAĞLARDAYIM…..

Bazı anılar vardır insanın yaşamında. Bir sürü anlatıma, düzinelerce okumayı bedeldir. Bazı şeyleri daha iyi kavratır insana. Hani deriz ya kafamda bir şimşek çaktı diye. İşte öyle anlardır bahsettiğim. Benim hayatımda da oldu öyle anlar.

Çocukluğumun geçtiği yerler Altındağ sokakları kavrattı bana bazı şeyleri. Çinçin Bağları, Çalışkanlar, Yenidoğan, Hıdırlık Tepe’nin çamurlu yolları. Bu yollarda her türlü romantizminden ve inceliğinden sıyrılmış, en kaba haliyle duruyordu yoksulluk. Çamurlu yollarda on santim kar yağdığında arabaların çıkmadığı o yollarda, sokakta oynayan çocukların yırtık yamalı üst başlarında, işten dönüşte alışveriş yapılmış ama yine de yarısı boş poşetlerde, kısacası her şeyde yaşanıyordu yoksulluk.

Buralarda fazla alternatifi yoktu kurtarmak için; bazıları mafyatik işlere bulaşır, bu işlere girmek için çok fazla zorlanmazsın buralarda. Zaten köşe başı bu konuda bağlantılarla doludur. Torba tutanlar hırsızlık çeteleri, yankesici-cepçi şebekeleri… Her isteyen istediği mesleği seçebilirdi. İş bulmakta sorun yoktur. Zaten eleman aramaktadır kendisine bütün işverenler.

Bazıları ise daha risksiz işler ararlar kendilerine. Hoş mafyatik mevzularında bir riski yoktur aslında. Zira polis çok karışmaz. Hatta çorba parası alır bu çetelerden. Ama yine de daha az riskli işlerde vardır. Çankaya, Oran gibi zengin semtlere temizliğe, çocuk bakıcılığına giden kadınlar. Sömürünün doludizgin gittiği siteler, OSB'de işe giren, boğaz tokluğuna çalışan gençler vs. bunlarda bu gurubu oluştururlar.

Bazıları vardır ki; aslında en riskli işe giren onlardır. Bu sorunları bir tek kendilerinin yaşamadığını ve daha köklü bir değişim için çaba harcamak gerekirse bedel ödemek gerektiğini kavrayarak mücadeleye katılırlar.

Düzenin sokaklarımıza saçtığı tüm pisliğine rağmen buraların devrimci geleneği de eskidir. Yoksul dayanışması daha başkadır. Her dönem devrimcilere de kapılarını açmıştır buraların halkı. İşte ben bu noktada şanslı olanlardan biriydim. Ailem zaten bedel ödemiş bir aileydi devrimci mücadelede. Evde genelde politika konuşuluyordu. Aynı zamanda devrimcilerin sürekli uğradığı ailelerden biriydi. İlkokula gidiyordum yaşım küçüktü ama onlarda bir farklılık olduğunu biliyordum. Oturup kalkmalarından konuşmalarına, üsluplarına benzemiyorlardı diğer insanlara. Ve ben mahallenin külhanlarına kabadayılarına değil; onlara öykünmeye başladım.

Artık ortaokula başlamıştım. Bazı şeyler daha iyi netleşiyordu. Bu içinde bulunduğumuz durumu değiştirmek için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordum bende onlar gibi. Ama nasıl olacağı konusunda kafam çok net değildi. Bir yandan yavaş yavaş devrimci abilerimize yardımcı olmaya da başlamıştık. Afişlerde gözcüydük. Toplatması çıkan yayınları biz götürüyorduk çünkü yaşımız küçüktü çok şüphe çekmiyorduk. Silahlı mücadele bize destansı bir kahramanlık gibi geliyordu. Ama çok gerekli ve olmazsa olmaz olduğunu anlayamıyorduk. Sadece silaha olan meraktı bizdeki.

İşte bu insanlardan birisi vardı ki beni en çok etkileyen o olmuştu. Ulucanlar katliamında sonuna kadar savaşarak devrimciliğin adına layık bir şekilde canını veren ABUZER ÇAT (MLKP şehidi).

Görünüşte bizim oturduğumuz bölgeye hiç uymuyordu o. Kibar, naif biriydi. Ama mahallede olağanüstü bir saygınlığı vardı. Çünkü insanlara değer veriyor; onları dinleyip anlamaya çalışıyordu. Hatta herkesin serseri çakal, adam olmaz gözüyle baktığı mafyatik çevrelere girmiş gençlerle bile diyaloğu vardı. Kazandığı bile oldu içlerinden.

Sonra tutsak düştüğü haberini aldık onun. Ve en sonunda da şehadet haberini. Ulucanlar zindanında partimiz savaşçısı Halil Türker yoldaşında arlarında olduğu on devrimci tutsak yapılan operasyon sonrasında hapishanenin hamamına götürülerek kalas, jop ve demir çubuklarla dövülerek, vücutları jiletle, kasatura ile kesilerek, vücutlarına paslı çiviler çakılarak vahşice katledilmişlerdir. Abuzer abinin lime lime olmuş bedenini devrimci bir yayında gördüm. O an babamın söylediği bir söz aklıma geldi; ''insanlık insan olana yapılır.'' Bu kadar insan sevgisiyle dolu kimseyi incitmeyi geçtim bir kötü sözle kırmaya çekinen Abuzer abinin -ki diğerlerini tanımıyorum ama devrimciliği seçtiklerine göre onlarda öyle insanlardır- vücuduna kasatura jilet vb. ile faşist semboller çizilmiş paslı çiviler çakılmış. Benim kafamda şimşeği çaktıran anın bu olduğunu söylemeliyim.

Yoksulluğumuzun nedeni olarak devleti görmesek de onun bir parçası olan polisiyle oturduğumuz yer ve siyasi meselelerden kaynaklı yoğun bir şekilde karşı karşıya gelme oluyordu. Mahallede çetecilerle olan temasları mahalle giriş çıkışları rasgele insanları taciz etmeleri, kadınlara tacizde bulunmaları, kimlik kontrolü yaparak bahane aramaları vs… Mahallenin çok içlerine girmeye genelde çekiniyorlardı. Dik başlıydı ve kendimizi ezdirmiyorduk. Onun için giriş çıkışlarda yakalamaya çalışıyorlardı.

Bu yüzden Ulucanlar katliamı ve bu yaşananlar hepsi birleştiğinde tam olarak meseleyi çözmesem de bağlantıyı kurmam zor olmadı. Düşmanımız Onlar’dı ve Onlar'a “insanlık” yapılmazdı. Bize bu vahşeti reva görenler, hak ediyorlardı karşılığı. Onun için silahlı mücadelenin sadece basit bir kahramanlık değil; bu çektiklerimizi bitirecek bir zorunluluk olduğunu kavramaya başladım.

Ulucanlar katliamının ertesi günü, hayatımdaki ilk eyleme katıldım. Henüz 13 yaşındaydım. Akşam saat 7 sıralarında Çalışkanlar Dörtyol’dan yürüyüş başlamıştı. Abuzer abinin mahallede tanınan sevilen biri olmasından kaynaklı herkes hınçla sokağa akmıştı. Hiç ummadığınız, çete-mafya işleriyle uğraşan insanlar bile vardı aralarında. Saat 8'de Dışkapı SSK önünde düşmanla karşı karşıya gelmiştik. Ve ilk taşlar atılmaya başlamış, yüzlerinde kızıl maske olan devrimciler ilk molotofları yağdırmaya başlamıştı. İlk olmasından kaynaklı biraz korksam da, yaşanan olayın hıncıyla biz çocuklar da taş atmıştık. Ardından mahalleye doğru geri çekiliş, yağmaya devam ediyor taşlar, alev topları... Mahalleye girdiğimizde ilk barikatlar kurulmaya başlamıştı. Biz görmemiştik ama düşmanın ateş açtığı söyleniyordu. Bunu duyduğumuzda herkesin tepkisi aynı olmuştu. Ne olurdu bizim de silahımız olsaydı…

İki gün sonra cenazeler alınmıştı. Karşıyaka mezarlığında, katliamda şehit düşen 3 devrimcinin uğurlaması vardı: İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençarslan ve Mahir Emsalsiz... Aralarında Abuzer abi yoktu ama biz yine de katılmayı bir görev bildik kendimize. Çünkü “On”lar da ayrı değildi. Beraber dövüşmüşlerdi aynı barikatta, bizim de düşmanımıza karşı. Ondan her türlü saygıyı hak eden insanlardı. Orada anaların konuşmasını dinlediğimde birkaç gün içinde bende uyanmaya başlayan şeyler iyice pekişti.

Şimdi dağlardayım, ama artık sadece Abuzer abimin değil tüm devrim şehitlerinin hatta vergilere bağlanan, evleri başlarına yıkılan, her gün her türlü sömürüyü tekrar tekrar yaşayan, kadınsa tacize tecavüze her gün maruz kalan, yok sayılan, Kürt’se kimliği çalınan, köyleri yakılan, toprağından sürülen, gençse geleceği çalınan... Bütün bir halkın intikamı için savaşıyorum artık. Faşist katiller sürüsü, Ulucanlar'da “başarılı” bir operasyon yaptığını düşünüyordu. Ama bilmiyorlar ki; o katliamdan sonra benim gibi bir sürü gençte oluşan “bunlara insanlık yapılmaz” düşüncesi, onların sonunu getirecek.

(Bu makale Şahverdi Şehitleri’nden Özgüç Yalçın (Sefkan) tarafından kaleme alınmıştır. Özgüç Yalçın yoldaş, faşizme karşı mücadele içerisindeyken çatışarak şehit düşen Özgüç Tuncay adlı Devrimci Yol şehidinden aldığı adını, militan bir mücadele içinde taşımayı başarmış ve tıpkı adını andığı ya da yazısında ifade ettiği devrim şehitlerinin direniş pratiğine uygun olarak, 21 Ekim tarihinde düşmanla yaşanan çatışmada şehit düşmüştür.)

 

45545

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar