Cuma Mayıs 3, 2024

Reformculuk çözüm mü?

  

Sınıf bilinçli proleterlerin nihai hedefi ve bu uğurdaki mücadelesi nettir. Onlar, sosyalizm ve nihayetinde komünizmin dünya üzerinde hakim olmasını isterler. Ancak buraya varana kadar çok yoğun mücadelelerden geçilmesi gerektiği ise bir o kadar aşikardır. Bin bir türlü mücadele biçimleri ve asgari ve azami hedeflere hizmet edecek siyasal taktiklere de başvurulması gerekiyor. Bunlar, iradi olarak değil, içinde bulunulan ekonomik ve siyasal koşulların bir sonucu olarak saptanabilen siyasal taktiklerdir.

Son seçimlerde HDP’nin desteklenmesi elbette bir çözüm değildi. Bunun çözüm olmadığı, ama faşizme karşı burjuva demokrasisinin tercih edilmesi, burjuva demokrasisi içinde de reformların desteklenebileceği gerçeğinden hareketle HDP desteklendi. Salt bununla da sınırlı değildi; HDP barajı geçmesi halinde, AKP ve Erdoğan faşist diktatörlüğünün önüne kısmen set olacağı ve işçi sınıfı açısından da bir soluklanma yaratacağı olasılığının varlığından dolayıydı. 7 Haziran gecesi, Erdoğan’ın inine çekilerek salyalarını kitleler üzerine salamaması bunu doğruladı.

Burada, HDP’nin desteklenmesini “tasfiyecilik” olarak görenler elbette yanılıyor. HDP’yi bir amaç olarak görüp desteklemek ayrı, koşullardan kaynaklı bir siyasal taktik olarak desteklemek ayrı. Lenin önderliğindeki Bolşevikler, Çar’a karşı Rus burjuvazisini desteklemişlerdi.1. Bu, despotizme ve feodal gericiliğe karşı burjuva demokrasisinin desteklenmesi ya da tercih edilmesiydi.

Bugün temel çelişme burjuvazi ile işçi sınıfı arasında olmasına karşın, toplumsal yapı içinde bu sınıfların dışında işçi sınıfına yakın ara tabakaların ve çözülmemiş bir ulusal sorun olduğu gözardı edilmemelidir. Bu bağlamda, işçi sınıfının siyasetini dar kalıplar içine sıkıştırıp, onu daha geniş ezilen kitlelerden tecrit etme taktiği, sınıfın çıkarlarına olmadığı gibi, Marksizmle de bir ilgisi yoktur.

Devrim tasfiyeciliğinin bir çok çeşidi vardır, ama, genelde tasfiyecilik; sınıf mücadelesinin ileri olduğu bir süreçte reformist politikaların desteklenmesiyle olur. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi reformist politikaların ilerisinde olduğu bir süreçte, onları reformist bir düzeye geri çekmek elbette tasfiyeciliktir. Ancak ne 7 Haziran Genel Seçimleri öncesi böyle bir durum vardı ne de hemen sonrası. Renault ve TOFAŞ’da başlayıp bir çok işyerine yayılan Metal işçilerinin direnişi de (ne örgütlülük ne de siyasal duruşuyla) bu durumu değiştirebilmiş değildir.

Türkiye’de güçlü bir sol dalga olmadığı için, güçlü bir reformist dalgada yoktur. 12 Eylül 80 öncesi bu vardı. Bugün ise güçlü bir sağ dalga vardır. Kitleler üzerinde sağcılık, dincilik ve Türk milliyetçiliği (önemli ölçüde ırkçılık2, şovenizm ve kısmen sosyal şovenizm) olarak kendini gösteriyor. Bu güçlü gerici yönelim karşısında HDP içinde ezilen ulus milliyetçiliği olsa da, bu eğilim bugün ilerici bir rol oynamaktadır. HDP, tam da dıştalayıcı ve ayrımcı sağ bir politikanın karşısında yer aldığı için desteklenmiş ve barajı geçmiştir.

Bugünün koşullarında HDP ile ittifak yapmadan AKP ve Erdoğan diktatörlüğünü geriletmenin olasılığı sözkonusu değildi. Devrimciler ve komünistler HDP ile seçimde ittifak yapmakla doğru bir taktik izlemişlerdir. Bu aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketini daha sola çekmeyede hizmet edebilir. Bu olmasa bile, Kürt halkı üzerindeki “Türk Solu’da Türk burjuvazisi gibi”dir algısını kırmaya hizmet etmiştir. Daha ilerisi ise, Türk işçi sınıfıyla Kürt işçi sınıfının birbirine olan güvensizliğini yıkma ve sınıfsal dayanışmayı güçlendirmeye de uzun vadede hizmet edecektir.

Birleşik Haziran Hareketi içinde yer alanların ezici çoğunluğu sosyal şovenizmin etkisi altındadır. “Sol’u Kürt hareketine payanda etmeyelim” yönlü çıkışlar, “sol”u reformizmden kurtarma amaçlı ve niyetli olmayıp, tersine sosyal şovenizmi gizleme perdesi olarak ortaya sürülmüştür. Ama aynı çıkışlar büyük sermayenin sözcülerinden CHP’ye yönelik yapılmamıştır.

HDP sosyalist bir parti değildir. Hatta anti-kapitalist bir parti de değildir. Kapitalizmi iyileştirme, yani kitleler lehine kısmen reforme etme programlı bir partidir. Daha çok da ezilen ulus ve azınlıklara ve Türk devleti tarafından ezilen ve baskı altına alınan din ve mezheplere daha fazla özgürlük talep eden reformist bir partidir. Bundan ötesi değildir. Bu bilinçle HDP seçimlerde desteklenmiş ya da ittifak yapılmıştır.

HDP’nin, AKP ve Erdoğan diktatörlüğünün toplumu ulusal ve dinsel kutuplaştırıcı uygulamalarına karşı toplumu birleştirici ve barışçı bir programla ortaya çıkması, ezilen kesimler tarafından destek bulmuştur. Daha çok’da Kürt halkından destek almıştır. Bu sonuç aynı zamanda, Kürt ulusunun ilk defa bu denli kitlesel olarak kendi ulusal haklarına sahip çıkmasınında bir sonucu olmuştur. Türk devletinin inkarcı ve ırkçı politikası Kürtleri birleştirmiştir.

HDP’nin barajı geçmesi, (bunun anlamı, Erdoğan’ın tek kişi diktatörlüğüne dur demektir), burjuvazinin muhalif kesimlerini de sevindirmiştir. İlk defa, komünistler, reformistler ve muhalif burjuva kesimler, zimnen aynı noktada birleşmişlerdir. Hepsi farklı sınıfsal yapılara mensup olsada aynı merkezden tehdit ediliyor ve baskılamaya maruz kalıyorlardı. İşçi sınıfı ve emekçiler, Kürt ulusal hareketi, diğer azınlık ulusa ve dinlere mensup kesimler daha yoğun bir baskı altındayken, muhalif burjuva kesim ise egemenlik dalaşından kaynaklı bir baskı

altındaydılar. Seçimlerden hemen sonra TÜSİAD’ın parlamentoda grubu olan partileri ziyaret etmesi, seçim sonucu karşısında duydukları bir sevincin ifadesidir. AKP ve Erdoğan’ın arkasındaki sermaye gücü MÜSİAD ise, egemenliklerinin yara almasından dolayı “barış”çı mesajlar verip ve “uzlaşı” koalisyon önerileri ileri sürmeye başlamıştır. Farklı sermaye grupları, daha fazla egemenlik ve sömürüden daha fazla pay almak için birbirlerine karşı mücadele içinde olsalarda, düzenin sağlanması ve korunması için işçi ve emekçiler karşısında uzlaşır ve birleşirler.

7 Haziran Seçim sonuçları, Erdoğan başkanlığındaki AKP faşizmine bir şamardır. En azından şimdilik tek kişi diktatörlüğüne vurulan ve dur denilen bir sonuçtur. Bu olumlu bir gelişmedir. Ağır faşizm koşullarında bu sonucun küçümsenecek bir yanı olamaz. Aslında bu, aynı zamanda Gezi’nin önemli ölçüde sandığa yansımasıdır.

HDP’nin seçimlerde yukarıda ortaya konan nedenlerden dolayı desteklenmesi, onun programına sahip çıkılması anlamına gelmediği açıktır. Ayrıca, bundan sonra izleyeceği politikalarında destekleneceği anlamına gelmez. İşçi ve emekçilerin lehine olan faaliyetleri desteklenir, ancak, reformist özü her zaman eleştirilmeli ve teşhir edilmelidir. Kitlelerin gerçek kurtuluşunun sosyalizmde olduğu propagandasından ve mücadelesinden vazgeçilmemelidir. Sınıfın devrimci çizgisi ve bağımsız örgütlülüğü her zaman korunmalıdır.

HDP’nin, “sol”u reformizme çekme tehlikesi her zaman var. Buna bir çok “sol” siyasal akım yatkın. Ya da bir çok küçük burjuva kesimler açısından bu sorun olmuyor. Ancak Marksist-Leninist-Maoistler (MLM) açısından bu partinin niteliği açık ve nettir. Burjuva düzeni reformlarla düzelemeyeceği gibi, reformculuk işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu olamaz. Demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadele ile, sınıfı salt reformist bir politikanın peşine takmak ayrı şeylerdir. Birincisi doğru iken, ikincisi yanlış ve tasfiyeciliktir.

Bugün için en büyük tehlike toplumun sınıfsal olarak bölünmüşlüğünü gizleyip, ulusal, dinsel ve mezhepsel kimliklerin öne çıkartılıp işçi ve emekçilerin sınıfsal birliğini bozarak, onları burjuvazinin çıkar dalaşına alet etmek ya da taraftarı yapmaktır. AKP bunu yapmıştır ve onu bugün iktidarda tutanda bu anlayışı ve uygulamasıdır.

Ulusal, dinsel ve mezhepsel kimliklere bölünmüş bir işçi sınıfı kendi sınıf çıkarları için mücadele edemez. Sermayenin böl-yönet politikasına alet olur.

AKP sunnilik üzerinden kitleleri kazanmaya çalışıyor. Ve Ortadoğu’ya yönelik dış politikasıda bunun üzerinden şekillenmiştir. İçerideki dinsel ayrımcılık dışarıda da yürütülüyor. Dincilik temelinde yürütülen bu politikaları ABD ve AB emperyalizminin politikalarıyla da uyum içindedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini bölmek ve onların anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadelesini etkisizleştirmek ve yönünü değiştirmek için emperyalist burjuvazi, kitlelerin sahip oldukları alt kimlikleri öne çıkarma politikasını her zaman yürürlükte tutmuştur. Koşullara göre milliyetçiliği, koşullar elverdiğinde ise dinciliği körüklemiştir. AKP bu politikaların ürünü olarak doğmuştur. Erdoğan, bunun kitleler içinde zemin bulduğunu gördükten sonra biraz daha ileri götürmüş ve egemenliğini bunun üzerine oturtmuştur. Kitleler içindeki kutuplaştırıcılık etkisini sürdürdüğü sürece, Erdoğan nefes alabilecektir. Bu etki kırıldığında Erdoğan ve AKP’nin de nefes alma boruları daralacaktır.

Ezilen müslüman kesimlerde ise dincilik (Sunni ya da Şii) öne çıkmıştır. Kitleler ezilmişliklerinden kurtuluş olarak bunu görmüş ya da böyle gösterilmiştir. Hatta emperyalizme karşı kurtuluşu da dine sarılmakta bulmuşlardır. Bu sonuç ise, anti-emperyalist mücadele yerine, anti-şii ya da anti-sunni (ve de sunni-alevi) çatışması olarak ortaya çıkmış ve çıkarılmıştır. Ve aynı zamanda böyle bir politika, diğer azınlıkta kalan din ve mezhepten kitleler üzerinde baskı ve katliamlara dönüşmüştür.

Sonuç olarak: HDP’nin barajı aşmasının ülkeye demokrasinin geleceği anlamında yorumlanamayacağını yukarıda belirttik.

Bundan sonra, işçi sınıfını daha zorlu mücadeleler beklemektedir. Burjuva devleti varolduğu sürece, kitleler üzerindeki baskı ve sömürü son bulmayacaktır. Öte yandan yara almış AKP ve arkasındaki sermaye güçleri elbette pes etmeyecek ve daha saldırgan bir tutum göstereceklerdir. Eğer, AKP-MHP koalisyonu kurulursa, başta Kürt ulusu üzerinde olmak üzere baskılar tüm devrimci-demokrat güçler üzerinde daha da artacağı gibi, bir savaş hükümeti olma olasılığı da güçlüdür.

Bir eli Suriye savaşı içinde olan Türk devletinin, bir elide içeride Kürt ulusu ve işçiler üzerindedir. Böyle bir ortamda, ülkede “barış” ortamının sağlanması sözkonusu olamaz. Burjuvazinin “barışı” getirme ne niyeti ne de gücü vardır. Barış, onların ekonomik ve siyasal çıkarlarıyla şu anda çelişmektedir. Büyük sermayenin istediği ise AKP-CHP’nin ortak kuracağı bir uzlaşma hükümetidir. Ancak, bunlarında ömrü uzun vadeli olmayacaktır. Ekonomik ve siyasal krizler kitle hareketlerinin artarak güçlenme olasılığına da işaret etmektedir. 25.06.2015  

     
48410

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

Sayfalar