Pazartesi Mayıs 6, 2024

Sıra İzmir belediyesine de gelecek! Çetin Çetin

15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek tüm muhalif kesimlere açıkça savaş açan RTE ve AKP hükümeti denetimi altına aldıkları yargı vasıtasıyla tüm muhalif kesimlere karşı gözaltı ve tutuklama saldırısı başlattı. Öyle ki 6 milyon oy alarak parlamentoda 3. parti konumundaki HDP’nin eşbaşkanlarının içinde bulunduğu 11 milletvekili tutuklanarak çeşitli hapishanelere konuldu. Öyle bir kin, öyle bir düşmanlık güdülüyor ki eşbaşkanlar ve milletvekilleri aile ve yakınlarından çok uzak yerlerdeki hapishanelere konularak aile ve çevrelerine de zulüm ediliyor.

HDP’li vekiller AKP’nin başı RTE’nin talimatıyla gözaltına alınıp tutuklanmışlardır. RTE’nin talimatıyla HDP’nin eşbaşkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer HDP milletvekillerinin tutuklanmasına yol açan süreç on yıllardır sistemleşmiş olan Kürde yönelik yok sayma, baskı, saldırı ve katliam politikalarının yani devlet terörünün yeni bir halkasıdır.

Gözaltı ve tutuklamaların, işten çıkarmaların, KHK’lerle mal varlıklarına el konulmaların giderek arttığı bir süreçten geçiyoruz. Bu uygulamalardan sonraki kısa bir süreçte de gözaltında kaybedilmelerin yaşanması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. OHAL’le 30 günlere varan gözaltıların, işkencelerin, çeşitli baskıların yaşandığı bu süreçte RTE’nin talimatıyla idam cezası gündeme getirilmeye çalışılmaktadır.

Tutuklanarak çeşitli hapishanelere konulan HDP eşbaşkanları ve vekiller ‘’silahlı terör örgütü üyesi’’ olarak değerlendiriliyor ve tek kişilik hücrelerde izolasyona tabi tutuluyorlar. Burada parantez açarak şunu belirtmekte yarar var. HDP eşbaşkanlarından S.Demirtaş kriminal tutukluların ve radikal dinci örgüt elemanlarının bulunduğu blokta tek kişilik hücrede tutulmaktadır. Bu bilinçli bir politikanın ürünüdür. S.Demirtaş’ın yaşamı tehdit altındadır…

‘’Silahlı terör örgütü’’ denilince T.C.’nin kimi kastettiğini artık herkes öğrendi/biliyor. Ama burada bir ayrım yapmak gerekiyor. Terörü uygulayan kim? Teröre karşı mücadele veren kim?

T.Kürdistan’daki çatışmalarda Sur’u, Gever’i, Şırnak’ı tank atışlarıyla, helikopterlerden bombalamalarla yerle bir eden, taş taş üstünde bırakmayanın PKK olmadığını dünya, alem biliyor. Bilmeyenlere, kabul etmek istemeyenlere PKK’nin helikopteri olmadığını söylemek yeterli olsa gerek. Devam edelim; çatışmalarda ölen gerillaları panzerlerin arkasına bağlayarak sürükleyenler panzerleri olmadığına göre PKK’liler olamaz herhalde. Esir aldıkları gerilla kadınları katledip çırılçıplak soyarak sokağa atıp teşhir edenler (Ekin Wan örneği) olsa olsa T.C. askeri güçleridir. Roboski’de ekmek parası için sınırı geçen 34 Kürt gencini bombalayan-parçalayan uçakların kuyruğunda Türk bayrağından başka bayrak mı vardı?

Terörden, terörist eylemlerden bahsedenler, halkımızı bu şekilde kandırmaya çalışanlar şöyle başlarını ellerinin arasına alıp düşünseler ve politikayı ve propagandayı sonra yapsalar nasıl olur?

Yukarıdaki örnekler yetmiyorsa AİHM’den örnekler verilebilinir. AİHM’de yargılanıp mahkum edilen dosyalara baktığımızda T.C.’nin askeri güçlerinin suçları ortaya saçılıyor. AİHM’de Kürt köylülerine insan dışkısı yedirmekten T.C.’nin askeri komutanları mahkum oldu. Yine T.C.’nin silahlı güçleri Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol… ve daha birçok çocuğun oyun oynarken veya okul dönüşü evine giderken kurşunlanarak öldürülmesinden AİHM’de mahkum oldular. Son bir örnek vererek noktayı koyalım: Türk hakim sınıflarının ‘’silahlı terör örgütü üyesi’’ olmakla suçladığı ve Belçika’da yargılanmasını istediği Kongra-Gel üyelerinin devam eden mahkemeleri 4 Kasım 2016 tarihinde sonuçlandı.

Mahkemenin verdiği karar aynen şöyle: ‘’Türkiye’deki durum silahlı mücadele kapsamındadır. Terörizm değildir’’, ‘’Belçika terör yasaları kapsamında yargılama yapılamaz’’ dedi.

Tekrar yazımızın başına dönersek AKP hükümeti seçimlerde kaybettiği belediyeleri KHK çıkararak, buralara kayyum atayarak ele geçirmeye çalışıyor. Amed, Wan, Batman, Siirt, Dersim başta olmak üzere 30 un üzerinde Kürt belediyesi işgal edildi. Belediye başkanları, meclis üyeleri tutuklanarak hapishanelere konuldular. Bu belediyeleri sandıkta seçimler yoluyla kazanamayan, bir dönem ‘’her şey sandık’’ diyen AKP hükümeti bu belediyelere kayyum atayarak el koydu.

Öncelikle Amed belediye eşbaşkanları Gültan Kışanak, Fırat Anlı görevden alınarak tutuklanıp hapishaneye gönderildi. Bu durumu kabullenmeyip protesto gösterilerine, basın açıklamalarına yeltenenlere de saldırıldı. Tomadan kurtulanlar polisin copuyla tanıştı, dövüldüler, tutuklanıp hapse atıldılar. Tam bir devlet terörü estiriliyor Kürdün başında…

RTE ve AKP hükümetinin tüm bu saldırıların geniş halk kitleleri tarafından öğrenilmesini engellemek için görsel ve yazılı basına yönelik saldırıları devam ediyor. Çok sayıda muhalif tv kanalı, gazete ve derginin kapatılması, yasaklanmasından sonra en son Cumhuriyet gazetesine de bir sabah operasyonu gerçekleştirilerek 9 yazar ve yöneticisi gözaltına alınarak tutuklandı. Cumhuriyet gazetesine yönelik baskınla yandaş olmayan, RTE’nin yaptıklarını az da olsa eleştiren basına ‘’yaşam şansı vermeyiz’’ deniliyor açıkça.

Tüm bu yaşananlara karşı hakim sınıfların muhalefetteki diğer kliği bu yaşananlardan rahatsızlık duymamışçasına RTE ve AKP hükümetine mahcupça desteğini sürdürüyor. Saraya soytarıları yakıştıranlar soluğu sarayda aldılar. 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki Yeni Kapı mitingine katılarak RTE’ye ve AKP’ye desteğini ifade eden CHP’nin başkanı Kılıçdaroğlu arada bir hükümetin faşizan uygulamalarına karşı sesini yükseltiyor! Son günlerde MYK’yı toplayarak bildiri yayınlaması gibi. İnsanın sorması geliyor. T.Kürdistan’ında sandıkla, seçimle iş başına gelen bu kadar belediye başkanı KHK’larla görevden alınıp, tutuklanıp hapse gönderilirken neden sesiniz çıkmaz? Bu insanlar-başkanlar Kürt olduğu için mi? Bir şeyler yapmak neden aklınıza gelmez? Yoksa İzmir belediyesine kayyum atanmasına mı nefesinizi saklıyorsunuz? İzmir belediyesine kayyum atanınca mı sokağa çıkacaksınız? Sokağa çıkmak için yanınızda insan bulabilirseniz…

AKP hükümeti yükselen halk muhalefeti, Kürt ulusal direnişi ve gerilla savaşı karşısında sıkışmış durumdadır. Darbe girişimini kendi lehine çevirerek toplumsal direniş güçlerine karşı saldırıya geçmiş bulunuyor. OHAL ilan etmiş, çıkardıkları KHK’larla ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Ülkemizde şu an yaşanan açık faşist dikta rejimidir-yönetimidir.

Faşist diktatörlüğe ve onun bugün ülkemizdeki uygulayıcısı RTE’nin başında bulunduğu AKP’ye karşı devrimciler, ilericiler açısından her alanda mücadeleyi büyütmekten başka bir seçenek ve yol kalmamıştır.

Devrimciler, ilericiler, Kürtler, Aleviler… birleşerek bu topyekûn saldırıya karşı direnişi örgütlemelidirler.

44633

Yasli tarih diyor ki:"Halk iktidari ele almadikça.."

Dikkatinizi mutlaka çekmiştir; meclisteki partilerden, "Halk örgütlenip iktidar olsun, kendi kendisini yönetsin," diyen yoktur. Ne böyle bir hedefleri var, ne de felsefeleri… İstedikleri şey, halkın merdiven olması, kendilerinin de tepede oturmalarıdır.

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu

Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt

(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan

 

Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil

 

Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.
 

“Iyi” Papa mı?

“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]

Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?

Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…

Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)

“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]

Şiir şöyle: 

“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.

Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Sayfalar