Çarşamba Mayıs 1, 2024

„Sosyal Medya“ paylaşımları ve ‘kişilik’ (1.Bölüm)

“Sosyal medya” paylaşımları denilen, özünde “sanal alem” olan bu alandaki hastalıklara, yozlaşmaya, kişilik ve ahlaki tükenişe dikkat çekmek gerekiyor. Bunun için yazı boyunca ifadelendirmeyi “sanal alem” olarak kullanmayı doğru buluyorum. Zira, “sosyal medya” olarak ifade edilmesini ise kısmen bir manipülasyon olarak görürken, ifade anlamını tam karşılığıyla bulmadığını düşünüyorum. Sosyalleşmek orada olmak, direkt yaşamak, temas etmektir! Mekanik biçimiyle ifade edecek olursak, gözlerinin içine bakmak, yüz mimiklerini görmek, dokunmak, o an’ı aynı hava koşullarında yaşamaktır. Canlı iletişimdir. Oysa sanal alemde yalnızca ekrana bakıyoruz!

Türkiyelilerin İnternet ve sanal alemde zaman geçirme de dünya lideri konumunda olduğunu biliyor muydunuz? Bu durum, kullanımda ve onca zaman geçirme süresinde, ihtiyaçları karşılama temelli değil, gerçeği yaşa(ya)mayan, sanal alemde ‘yaşayan’ bir toplumun gerçekliğini ifade ediyor!

Önce sanal alem de yapılan paylaşımların, uzmanlar tarafından bilimsel olarak nasıl yorumlandığına bakalım. Sonra, kendi hedef kitlemizde ki yansımasını ve nasıl hayat bulduğunu irdeleyelim.

Sosyal medya da aktif olan bir çok kimse bu alanda gerçek isimleriyle yer alırken, gerçek kimlikleriyle/kişilikleriyle yer almıyorlar. O alanı kullanan başkalarına ‘ideal beni’ yansıtıyorlar. Uzman Psikologlar bu durumu gündelik yaşamda yetersiz, yalnız kalmış, ilişkilerinde başarılı olamayan, problemli, dev egolar taşıyan, narsist, kendine güveni az kimselerin sosyal medyayı en çok kullanan kimseler olduğunu söylüyorlar. Bu kimselerin kendilerini sanal alemde ‘zeki, başarılı, ideal insan, çok iyiyi ve en doğruyu bilen, bilge, düşünür, yazar-çizer, entelektüel, mükemmel vb.’ şeklinde yansıtma çabaları olarak değerlendiriyorlar. Bu da karşıdaki insanları kandırmanın, kolayca yalan söylemenin zaman içinde bir kişiliğe/karaktere dönüşmesini sağlıyor.

Sanal alam de ki paylaşımlar, medyanın kullanımı, kısacası her şey insanın referans kriterlerini, baz aldığı ölçüleri yok etti. İnsanlar, başarının referansını takip ettiği medya kullanıcılarından alıyor. “Ahmet gibi Roma’ya gideceğim, Mehmet gibi arabam, Hasan gibi evim olacak, Ayşe gibi elbisem, Fatma gibi düğünüm olacak” vb. deniyor. Başkalarının gerçek veya gerçek olmayan paylaşımlarından kendisine ait olmayan hayaller toplayarak bir başarı kriteri oluşturuluyor. Kendi yaşamından çok, bir başkalarının yaşamı takip ediliyor.

Günün en az 5-6 saatini (hatta 10-12 saatini) sanal alemde geçiren günümüz insanı, paylaşımlarıyla, beğenileriyle, yazışmalarıyla muazzam bir benzeşme içerisindedir. Herkes ama herkes aynı şeyleri paylaşıp beğeniyor. Kimileri ise bu durumu “ben bilgi almak için paylaşıyorum. Bilgi temelli paylaşımlarım var. Okuduğum makale, kitap vb. şeyleri paylaşıyorum” diyerek kendisinin bu alanda yer alan sanal alemcilerden ‘farklı’ olduğunu savunuyor. Bu kimseler esasen kendilerini kandırıyorlar. Örneğin, bir düşünürün, bir yazarın, yazısını veya kitabını paylaşmak ‘retweet’ etmek dahi ‘bakın ben de buradayım’ demektir. Hatta ‘benim okuduğum şeyler bunlar, benim entelektüel düzeyimi görün’ demek, kendini göstermek, ispat etmek, kabul ettirmektir.

Facebook ve Instragram başta olmak üzere, diğer sanal medyada, hatta WhatsApp, Tango gibi uygulamaların profil fotoğraflarında dahi kullanılan fotoğrafların anlamı koca bir “ben” egosunun şaha kalkmasıdır. Paylaşılan fotoğrafların incelemesini yapan uzmanlar, paylaşımların yarısından fazlasını kişilerin tek kişilik fotoğraflarından oluştuğuna dikkat çekiyorlar. İnsanların bu kadar çok kendilerini fotoğraflayıp medyada paylaşması, beğenilme, taktir edilme egosunun her geçen gün artmasıdır. Öyle ki, paylaşımı veya kendi fotoğrafları az beğenildiği için psikologlara giden hastaların arttığı bir dünya gerçekliği içerisindeyiz. Beğenilmeye, taktir edilmeye, olmayan biri gibi kendisini gösterip önemsenmeye, ciddiye alınmaya, onaylanmaya bu kadar önem vermek temel bir takım şeylerin eksikliğine işarettir.

Bu narsist ego, gündelik sohbetlere de yansıyor; “o fotoğrafı, o yazıyı ilk ben paylaştım, ben şu kadar ‘like’ aldım. Şu kadar ‘beğeni’, şu kadar ‘paylaşıldım’ oldu” diyerek önemsendiğini, yüzlerce, binlerce insanın kendisini takip ettiğini, ciddiye alındığını, kendi dünyasında ‘ünlü’ ve ‘tanınan’ biri olduğunu sanıyorlar. Bu da müthiş bir egoya neden oluyor. Bu duygular süreç içinde değişik ‘mutluluk’ arayışlarına itiyor kişileri. “Herkes beni takip ediyor, ama benim hiç kimseyi takip etmeye ihtiyacım yok, çünkü herkesin benden öğrenecekleri var, ben en iyi, en entelektüel, en zekiyim” egosu baskın duygu oluyor. Sanal dünyanın yarattığı bu ruhsal, kişilik ve karakteristik hastalık gündelik yaşamda da yerini buluyor. Kimseyle sağlıklı ilişkiler kurulamayarak yalnızlaşmaya sürüklüyor insanı. Bilişim ve iletişim çağında, insanın yalnızlığının temellerinden birini oluşturan etmenlerden biri budur.

Gelişen teknoloji insan yaşamında bir çok şeyi kolaylaştırsa da, ciddi bir bağımlılıkta geliştirdi. Ellerde telefon düşmez oldu. İnsanlar yıldızlara bakmayı unuttu. Yürürken, toplu taşıma araçlarında yolculuk yaparken, yemek yerken, kafede otururken kısacası her yerde tüm ilgi telefonlarda toplanıyor. Bu durum, arkadaşların kendi aralarında, eğitmen ile öğrencinin ilişkilerinde, çocuğun aile içi iletişimlerinde zayıflamaya neden oluyor. Kimse birbiriyle yeterince zaman geçirmiyor. Zamanın çoğu dijital araçlarla geçiriliyor. Sanal alemde geçirilen zaman, reel yaşamdaki bağı koparıyor. Uzun yıllar birbirini görmeden, herhangi bir paylaşım yaşamadan sürdürülen yapay ve sanal ilişkiler ortaya çıkıyor.

Sanal alem üzerinde kurulan ilişkilerin önemli çoğunluğu, aldatmaya ve yanıltmaya dayalı ilişkiler oluyor. Zira, gerçek kişilik değil, ‘ideal ben’ ile kurulan ilişkiler. Yani karşındakini aldatmaya, kandırmaya, yanıltmaya dayalı ilişkiler kuruluyor. Reel iletişimin yerini alan sanal iletişim, bir çokları tarafından ‘daha sosyal’ olunmakla ifade edilse de, esasen tam tersi, gittikçe yalnızlaşıyoruz.

Örneğin, hiç sesini duymadığınız, yüzünü görmediğiniz insanlara duygusal bağlılık başlıyor. Saçma ama gerçek. Çünkü sanal alem sizi önce yalnızlaştırıyor, sonra bu yalnızlığınızı, tekil halinizi aşmanız, ruhsal boşluğu doldurmanız ve kendinizi yalnız hissetmemeniz için yazıştığınız karşıdaki kişiye duygu beslemenize neden oluyor. Bu alanda kurulan ilişkiler ve sanal alemin verdiği rahatlık ile aldatmalar daha yoğun yaşanıyor. Süreç içinde aldatmak sıradan bir eyleme dönüşüyor.

Sanal alemde tüm bu yaşanılanların yanısıra, kişiler de dikizleme kültürünün geliştiğini söyleyen uzmanlar; “İnsanlar, kim nereye gidiyor, ne yapıyor, ne yiyip, ne içiyor diyerek birbirini dikizliyor.”diyorlar. Araştırmalar, bu kişilik bozukluğunun oranını %60’lara vardığını açıklıyor. Bu durum yalnızca bir kişilik bozukluğuna yol açmakla kalmıyor, sevdikleriyle, takip ettikleriyle kendi yaşamını kıyaslamayı, onlardan geriye kalmamayı, aynı şeyleri yapmak için kendini paralamayı getiriyor. Aynı şeylere sahip olunamadığında ise derin bir mutsuzluğa dönüşüyor. Başkalarının sahip olduklarına sahip ol(a)mamak, bunu da her eline telefonu aldığında, bilgisayarı açtığında yeniden-yeniden görmek, tanık olmak, geride kalma duygusunu yaratarak, ezikliği, hiçliği, eksikliği, başarısızlığı, iç dünyasında kırılmayı getiriyor. Yani, ne kadar dikizliyorsa o kadar kendisi ile kıyaslama, o kadar huzursuzluk, o kadar kendini paralama ve o kadar mutsuzluk oluşuyor. Sürekli bir rekabet, sürekli sahip olma, geride kalmama kompleksi.

Yazımızın ikinci kısmında değineceğiz ama buraya not düşelim. Ki, yazının ikinci bölümüne kadar bir manipülasyona maruz kalmayalım. İnsan teknolojiyi yapar, teknoloji insanı geliştirir. Bu karşılıklı gelişim döngüsü bilimsel, bilinçli ve ölçülü yaklaşan topluluklar için geçerlidir. Bu ölçütlere sahip olmayan topluluklar için tam aksidir, yıkıcıdır! Yukarıda yazdıklarımız, kullanılan sanal medyanın bilinçsizce ele alınmasından kaynaklı oluşan kimi olumsuzluklardan yalnızca küçük bir kısmıdır. Keza, yazımızın diğer bölümünde bunlara değinmeye devam edeceğiz. Burada işin olumsuz yönünü ifade ederken, insanlığa kattığı bir çok olumlu yönünü yadsıdığımız düşünülmemelidir. Aksine, insanlığa katkılarını, yaşamda sağladığı kolaylıkları saymakla bitiremeyiz. Ancak bu yazı da ki amaç, yayılmakta olan olumsuz yönlerine dikkat çekmektir. İletişim teknolojisini kullanmayalım demiyoruz. 17.yy’ın ilk çeyreğinden başlayan ‘makine kırıcıları’ gibi teknolojiyi ret edelim de demiyoruz. Bilinçli ve ölçüsünü bilerek kullanmaktan bahsediyoruz. Çünkü, bu şekilde bir kullanım, bu alanda daha etkin, daha nitelikli ve daha yaratıcı şeyler geliştirmeyi mümkün kılacaktır. Kendimizde bir ölçü yaratmadığımız halde, yetiştireceğimiz çocuklarımızda bunun ölçüsünü tutturmak mümkün olmayacaktır.

Devam edecek… 

49042

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Sayfalar