Cuma Mayıs 3, 2024

Tarihte kadın

Kadının yeri hakkında kısır bilgiler (bilgisizlikler) içimize o kadar sinmiş ki; kadının bugünkü haksız konumu kadın tarafından bile kabullenilmiştir. Bu kabullenişin başarıyla sürdürülmesindeki önemli etkenlerden biri de verilen tarih bilincidir. “Böyle gelir, böyle gider” güdümünde gördüğümüz ve bize böyle hissettirilen tüm dünya dönemleri haliyle biz de bilinç bulanıklığına neden olmaktadır. Bunun üzerine de okumayan, araştırmayan, elindeki ile yetinen kuşaklar yaratılınca da bu cehalet içimize iyice sinmiştir. Bunu aşmak için de bize dayatılanı kabul etmek yerine daha fazla sorgulamalı, araştırmalıyız.

Anaerkil dönem

Bu dönem insanın çoğalmasıyla gelişen toplumsallaşma sürecinin bilinen ilk düzenidir. Bu dönemin başlıca özelliklerine bir göz atalım:
İnsan-doğa arasındaki hâkim tarafın doğa olması, insanın doğadaki gelişmelere uygun bir şekilde hareket etmesine neden olmaktaydı. Bu da onun göçebe yaşam tarzını benimsemesine neden olmuştur. Buz çağları, baharın gelişiyle sellerin artması, büyük depremler, hayvanların yer değiştirmesi, sulak yerlerin aranması… Yaşamını sürdürmesi için gerekli olan tüm koşulları el yordamıyla, deneyerek bulduğu için insanın gelişimi bu dönem oldukça yavaştır.
Bir arada yaşayan insan topluluklarında kadın-erkek arasında basit ve kaba bir işbölümü hâkimdi. Toplumsal kurumlar, kanunlar da aynı şekilde basit ve kabaydı. Bu sistem maderi kanun olarak da bilinir.


Aşiret oluşumları güçlenirken buralarda, işbölümündeki sorumlulukları sayesinde, hâkim olan kesim kadın oldu. Çocuk bakımı nedeniyle barınma yerinde kalan kadın toplayıcılık görevini üstlenirken erkekler ilkel av aletleri de avcılıkla uğraşmaktaydı. Avın sürekliliğinin olmaması topluluk ekonomisinde kadının emeğinin öne çıkmasını sağladığı için yönetimde de söz sahibi olabilmiştir. İlkel dönemde kadın; ailenin, aşiretin başı, çocuklar ana semiyesine* bağlı ve poliandri* bir evlilik sistemi mevcuttu. Kadının egemen olduğu bu semiye örgütü ortak mülkiyet esasına dayanmaktaydı. Bu yüzden de komşu aşiretler arasında bu süreçte savaşlar o kadar sık değildi ve savaşlara kadın erkek birlikte silahlanarak giderlerdi.

Ataerkil döneme geçiş


Nüfusun giderek artması aşiretler arası savaşları çoğaltmış, şiddetlendirmiştir. Anaerkil dönemdeki semiyelerde var olan güçlü toplumsal kurumlar bu yüzden askeri örgütlere dönüşür. Bu süreçte üretim araçlarının gelişmesi, iş çeşitlerinin artması iş bölümünü ilerletmiş, bu dönemde mülkiyet esasları da değişmeye başlamıştır. Anaerkil dönemde iş bölümündeki sorumlulukları nedeniyle kadınlar gelişimin akımında birçok hakka sahiptiler. Ancak yeni zenginlik kaynakları, uğraşlarına da sahip olunca anaerkildeki düzendeki konumu değişti.


Özel mülkiyet anlayışı da bu süreçte oluşmaya başladı. Zaten özel mülkiyetin artması aşiretler arası savaşların artmasının en büyük nedeniydi. Nüfusun artması, özel mülkiyetin gelişimi daha geniş topraklara sahip olma ihtiyacını arttırıyordu. Bu da iş kuvvetlerinin çoğalmasına ve büyük servetlerin üretimine yol açtı. Artan işgücü sayesinde ihtiyaç fazlası ürünler ortaya çıktı. Bunların takası vs. ticaretin doğmasına dolayısıyla maliyeciliğin gelişmesine neden oldu. Bu yeni alanı da erkekler yönetiyordu.


Artık durum değişmiş, özel mülkiyet oluşmuş ve bu da erkeğin eline geçmişti. Miras kavramının gelişimi, özel mülkiyeti elinde bulunduran erkeğin malını kendi öz çocuğuna bırakma ihtiyacını doğurdu. Anaerkil dönemdeki poliandri evlilik sisteminde bu hakka sahip değildi. Böylece kadının başka erkeklerle ilişkisi yasaklandı. Erkek evlat mirasçı oldu. Eğer ailede erkek evlat yoksa kız evlat mirasçı idi ancak kadın başka bir aşiretten biri ile evlendiğinde mirası direk o aşirete geçiyordu. Bunu engellemek için de kadının başka bir aşiretten kişi ile evlenmesi yasaklandı.


Evlilik hukuku tamamen erkek egemen zihniyete göre oluşmaya başlıyordu artık. Evli bir kadının kocasını aldatmasının cezası ölüm iken erkek için bu durum ya hafif cezalarla geçiştiriliyor ya da hoş görülüyor. Bu ve buna benzer birçok kanun kadının toplumsal yaşamını azaltarak yok ediyordu.
Kişisel mülkiyet sınıf ayrılık ve çatışmalarının doğmasına yol açarak anaerkil dönemde var olan basit ve kaba toplumsal yasaları artırdı ve karmaşıklaştırdı. Temeli çarpışan çıkarlar üzerine olan bu karmaşık toplumsal düzenin ürünü olarak da “devlet” meydana geldi. Devlet; üst (ezen) sınıfların çıkar bekçiliğini yaparken kendi düzenlerine göre daha fazla eşitlikçi olan anaerkilliğin simgesi kadının haksız konumunu kanunlarla sabitledi.


Devletin daha fazla kurumsallaştığı Roma dönemini örnek olarak göstermek gerekirse bu dönemde fuhuş kurumsallaştırılarak bir vergi aracına döndürülmüştür.
Kadına yönelik baskının artmasını onaylayan bir diğer kurum da din olmuştur. Dinlerin hemen hepsi kadını; erkeği baştan çıkaran, günaha teşvik eden yaratık ilan ederler. Hıristiyanlık ilk ortaya çıktığında kadına yönelik reformları getireceğini söylediğinden kadınlar tarafından daha çok sahiplenilmiş ve egemen olan güce karşı böylelikle yengiler kazanabilmiştir. Ancak kısa zamanda kadınların fedakârlıklarını unutarak kadınlara çok az “bağışta” bulunmuştur.


Yahudilik ve Müslümanlıkta da kadına yönelik “ şeytan” muamelesi vardır. “On Emir” erkekler için yazılmıştır. Müslümanlıkta ise durum biraz daha farklıdır. –ama yalnızca biçim açısından farklıdır.- Bir yandan “Cennet anaların ayakları altındadır” diyerek kadının statüsünü “yükseltmiş” bir yandan miras hukukunda erkeğe kadının iki katı mal bırakılmasını emretmiştir bir yandan erkeğin nikâhına dört kadın cariye olarak da hiçbir sınırlama getirmeyerek harem usulünü meşru kılmıştır.
Anaerkil dönemde var olan ortak mülkiyet anlayışı nedeniyle sınıf çatışmasının olmadığı ve eşitliğin hâkim olduğu ancak babaerkil sistemin kişisel mülkiyetin güdümünde baskı ve zulmü arttırdığı, miras vs nedenlerle de kadını tutsak hale getirdiği görülmektedir. Engels’e göre bu dönemler arası geçiş koşullar uygun olduğu için barış içerisinde gerçekleşmiştir.


Ortaçağ ve derebeylik


Avrupa’da derebeylik sisteminin egemen olduğu ortaçağ dönemi emekçiler için ne kadar karanlık bir dönemse kadın için daha fazla karanlıktı. Toprak sahibi toprağı üstündeki her şey gibi kadının da sahibiydi. On sekiz yaşına gelen erkekle on dört yaşına gelen bir kadının kimle evleneceğine toprak sahibi karar verir. Ve evlenirken bakire olması gereken kadının “ilk gece hakkını” elinde tutar. Eğer vergi isterse ve damat da bunu öderse bu hakkını teslim eder.
Bu dönemde köle muamelesi gören köylü erkekler ve kadınlar tüm günlerini toprakta ya da toprak sahibine hizmet ederek geçirmek zorundalardı. Ağır çalışma şartları altında gün boyu çalışan köylü kadını aynı zamanda evde de zaman geçirerek emek harcamak zorundaydı. Cinsel anlamda da hem kocası hem de “sahibi”ne ait olması yaşamasını güçleştirdi.


Bu dönemde de fuhuşun had safhada olduğu bilinmektedir. Hatta genelevlerin varlığının rahatsız etmesi şöyle dursun, buraların genç kızları ve kadınları korumakta yararlı olduğu iddia ediliyordu. Bu dönemin sonunu getiren olayların peş peşe yaşanması (Otuz Yıl Savaşları, Amerikan’ın fethi) topraktaki erkek köylülerinin azalmasına yani kadının iş yükünün artmasına neden olmuştur. Ancak bu erkek egemenliğinin kadınların eline geçmesi anlamına gelmemekte aksine kadın sömürüsünü katmerleştirmekteydi.


Teknolojik gelişmeler ve vahşi kapitalizm


İnsanlık bir yandan ortaçağ karanlığında eziliyor bir yandan da tarihin gelişimini hızlandıracak buluşları gerçekleştiriyordu. Amerika’nın keşfi ve birçok aletin icadıyla güçlenen, öncesi küçük bir grup olan ve burjuva denilen aracılar, küçük tacirler güçlenmeye başladı. Toprak temel maddi güç olmaktan çıkar, değerli taşlar ve madenler bu konumu elde ederler. Bu yeni temel değerin kaynaklarını sahipleri olan burjuvalar da bu dönem yükselişe geçerler. Yükselişe geçen bu grupta da egemen olan erkeklerdi.


Makineleşmenin yaygınlaşması öncesi hammaddenin eğrilmesi veya dokunması ev içerisinde el aletleri ile yapılıyordu. Bu dokumacı aileler çoğunlukla kırda yaşarlar ama kente de yakındırlar. Yerli pazarda kendilerine ihtiyaç vardır ve aracılarla iyi anlaşırlar. Ancak buharlı gemilerin, trenlerin icadı, ataerkil ustanın küçük atölyesinin fabrikalaştırılması, seri üretime geçilmesi vs gelişmeler iş gücüne olan ihtiyacı artırarak bu aileleri üretici konumdan tasfiye etmiştir. Ev atölyesinde ufak da olsa bir konum elde etmiş olan kadın, fabrikalaşmayla birlikte bu üretici konumundan da olmuştur.


Fabrikalaşmayla artan iş gücü ihtiyacı sonucu hem kadın hem erkek yoğun sömürülere maruz kalmıştır. Ancak burjuvazi; kadının, hayatını ve kişisel bağımsızlığını kazanmak için çalışmasını bir dereceye kadar hoş görmesine rağmen sanayinin en yüksek gelişmesine çıkması için erkek işçiden çok kadın işçi kullanmak ister. Bunun en büyük nedeni de kadın emeğinin erkek emeğine göre daha ucuz olmasıdır. (aynı şekilde çocuk emeği de bu konuda daha fazla sömürüye maruz kalmıştır.) Özellikle 18. yüzyılının ortalarında 20. yüzyılın başına kadar bu düzen vahşi koşullarda sürdürüldü. Bu dönemde artan işçi hareketlilikleri, grevleri, direnişleri içerisinde kadın da yer aldı.


Yaşama kavgası keskinleştikçe aile düzeninde kırılmalar meydana geldi. Kadını evden fabrikaya hapseden sömürü düzeni, değil kendine ev ve çocuğuna bile zaman ayırmasına engel oluyordu. Bu kişisel mülkiyet dünyasında kadın, “cinsel bir meta” olarak görülmüş ve baskı altında tutulmaya çalışılmıştır. Hatta ünlü Alman sosyalist-kuramcı Rebel “fuhuşun burjuva toplumunda gerekli bir kurum olarak görüldüğünü” söyler.
Bugün de kadın çok farklı bir konumda değildir. Ev kadınlığı kurumsallaştırılarak kadının iş gücü ücretsiz sömürülmekte, kadın meta halinde sergilenerek bir birey olduğu inkâr edilmekte, ikinci sınıf\üçüncü sınıf muamelesi kabullendirilmektedir.


Kadın sorununa ilişkin yaptığımız bu küçük çalışmalar bu konudaki eksikliğimizi gösterse de, bu konu da çalışma yapmanın önemini bize kanıtlıyor. Bu sorun sistemden bağımsız değildir. Bu yüzden de ancak sisteme karşı bir mücadeleyle çözülebilir.

*semiye: kan bağı olan sülale, aşiret (genelde Yahudilikte kullanılan bir terim)
*poliandri: kadın için çok eşlilik

Yeni Demokrat Gençlik arşivinden alınmıştır.

93530

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Sayfalar