Salı Mayıs 7, 2024

Tasfiyecilik ile mücadele doğru çizgiyi oturtma mücadelesidir

Lenin, Tasfiyecilik Üzerine adlı makalesinde, tasfiyeciliği sınıf mücadelesinin ideolojik olarak yadsınması şeklinde tanımlarken, bir devrimci örgüt için ise tasfiyeciliğin “yasadışı bir sosyal-demokrat partinin gerekirliliğini yadsımak” anlamı taşıdığı ifade eder.

Bu soyut tanımı derinleştirmeden ve konuyu güncel bir tartışmaya bağlamadan evvel, belirli tespitleri koymak adına ilk elden belirtilmesi gereken nokta, bahse konu “gerekliliğini yadsıma”nın ve “vazgeçme”nin; cepheden bir ret halini değil, kaynağını dogmatizmden alan ve pratik alana dahil olan onlarca pratiği ve yönelimi işaret ettiği gerçekliğidir. Bu anlamda tasfiyecilik, devrimci komünist olmanın gerekliliklerini yerine getirmemeyi, proleter ideolojiyi özümsememeyi ve geliştirmemeyi, ilke ve yöntemleri rafa kaldırarak örgütlenmede liberal, pratikte ise kitlelerden kopuk kalmayı vb. vb. içermekte; tüm bunların toplamı ise politik çizginin silikleştiği ve örgüt olma gerçekliğinin yadsındığı bir bünyeye işaret etmektedir.

TDH açısından ciddi bir ideolojik kırılma alanına tekabül eden bu durum, özellikle 1980’li yılların ardından ülke toplumsal muhalefetine ciddi anlamda sirayet eden bir hal alırken, TDH’nin bütününü ise kitlelerden kopuk ve ezilen yığınların ihtiyaçlarına göre şekillenmeyen, onların politik istenç ve taleplerini örgütleyemeyen bir hale itmiştir. Bu da özneleri, kavrayışta ve ideolojide bilimsel sorgulayıcılıktan uzak, pratikte ve çalışma tarzında bürokrat, örgütlü yapıda ise kafa-kol ilişkilerine mahkum kılmaktadır.

Çuvaldız Devrimci Örgüte...

Çerçeve tasfiyecilik olunca, tarihçesi, enternasyonal alanda ve ülke bazındaki karşılıkları çok boyutlu bir tartışmayı koşullamakta ve bu da kapsam itibari ile bir gazete sayfasını aşmaktadır. Bu nedenle konuyu daraltmak adına, eleştirinin en doğrudan yöneltilebileceği alana, yani özne olana/devrimci olana dair bir kapsam koymak yerinde olacaktır. Zira, bahse konu eleştirilerin hem temel yönü hem de eleştirinin işaret ettiği sorunu çözüme kavuşturmanın beşiği devrimci örgütlenmedir.

Bu anlamda tasfiyeciliğin açtığı yaralar olan çalışma tarzında bürokratizm ve örgütlü yapıda kafa-kol ilişkilerinin ilk kaynağı kitlelerden kopmaktır. Doğrudan pratiğe yönelik bir organizasyon olan devrimci örgüt, kitlelerin çelişkilerini ve muhalefetini örgütleyemediği, onlarla arasındaki mesafeyi genişlettiği oranda “kendisi ile olan meşguliyetini” artırmakta, bu da onun pratiğini dar bir “iç mesele” aralığına tıkamaktadır. Devrimci örgütün temel misyonu olan devrimci politika ve pratik, TDH özgülünde yerini “günü kurtarma” pratiğine, sürekli olarak da “kendisini tartışma” haline itmektedir.

Bu durumun yarattığı ideolojik kırılma, bir savrulmaya işaret etmekte ve bünyeyi savunmasız bıraktığı gibi devrim iddiasını da silikleştirmektedir. Açık olan şudur ki, kitlelerden kopuş “misyonunu oynayamama” haline işaret etmekte ve bu da politik çizginin silikleşmesine, politik olanın, ideolojiye ait olanın ve devrimci olanın hükmünü yitirmesine sebep olmaktadır.

Kitlelerle kaynaşmanın (günümüze göre) daha ileri noktada olduğu ’70’li yılları ve görece 90’ların son yarısını saymazsak, gecekondu direnişlerinden grev ve toprak işgallerine, ödenen bedellere vb. rağmen bugün kitlelerle kaynaşmaktan uzak bir noktadayız. On yıllardır kitleler üzerindeki etki gücü, kurumsallaşmış örgütlülük yapısı ve önderlik sorunu TDH’nin kronik problemleri olarak süreğenliğini korumakta, Gezi İsyanı gibi bir hareketlilik karşısında bile yaklaşım “ders çıkarmanın gerekli olduğu” belirlemesi dışına taşmamaktadır.

Bu temelde Mao yoldaşın Koalisyon Hükümeti Üzerine başlıklı makalesinde “Her doğru görev, siyaset ve çalışma tarzı, belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine (ve ihtiyaçlarına-yzr) uygun düştüğü yerde kitlelere bağlanmakta, her yanlış görev, siyaset ve çalışma tarzı, belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine (ve ihtiyaçlarına-yzr) ters düştüğü zaman kitlelerden koparmaktadır” sözü ile işaret ettiği durum, tam da bahsettiğimiz pratiğin zararına işaret etmektedir.

Kadrolar ve yozlaşma...

Bahse konu durumun en deşifre olduğu alan ise, örgüt yapısı ve kadrolar olmaktadır. Zira, tasfiyeciliğin etkisi politik çizgiyi rafa kaldırdığı anda, örgüt açısından devreye kafa-kol ilişkileri girmekte, bu da bürokratik çalışma tarzına koltuk değneği olmaktadır. Her çalışma tarzı ve ele alış kendi kadro profilini yaratırken, bahse konu kurumsallaşma ve önderlik sorunlarını çözemeyen, daha doğrusu bu çözümü dolaysız kitle pratiğinde aramayan bir devrimci örgütün yaratacağı kadro profili ise, kararları uygulamada politikaya ilgisiz ve çalışma tarzında memur zihniyetli, dedikodu kültürüne bulaşmış, sorgulama ve geliştirmeden uzak, yetinen ve biat eden nitelikte olmaktadır.

Bu realitenin bir ayağı ideolojik ve siyasi gerilik olurken, diğer ayağı da soruna karşı müdahaleye doğru önderlik edilememesi ya da bu misyonu üstlenenlerin sorunun merkezinde durmasıdır. Zira, örgüt olmanın gerekliliği, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını dinamikçe işletmeyi, demokrasiyi ve “altta” olanın “üstte” olanı sorgulayabildiği, karar ve yönelime katılabildiği ve ideolojik sağlamlık ve iş yapabilmenin görevlendirmede temel kriter olduğu bir yapıyı koşullamaktadır.

Sonuç olarak; tespitini yaptığımız tasfiyecilik ile mücadele, özü itibari ile doğru ideolojik-siyasi-örgütsel çizgiyi oturtma mücadelesidir. Aktardığımız tablonun pozitif yanı, çelişkiyi açığa çıkaran koşullardır. Zira, bu koşullar içerisinde ancak pozitif tutum alınabilecek zemin açığa çıkartılabilir. Bu anlamda esas olan, doğru ideolojik-siyasi çizgide ısrar etmek ve bunu gerçek kılma mücadelesi vermektir.

45178

Kanlı Maraş’ta kılıç artıkları - Mehmet Söğüt

1978’de kızıl kana boyanmıştı Maraş. Sebebini bilmedikleri bir kinle karşılaşmıştılar. Ellerinde kara ciltli Kuranlar vardı katillerin. Kimileri de cüppeliydi. Sarkık bıyıklardan kan damlıyordu. Tek bir ağızdan tekbir getiriyorlardı: Allah u Ekber.

Devrimci kadının görünmeyen emeği üzerine

Devrimci yaşamdaki cinsiyetçi ortam ve tutumlar kadının mücadeledeki emeğini ve varlığını görünmezleştiriyor. Her ne kadar toplumdaki durumla kıyaslamak doğru olmasa da yine de onun mücadeledeki gelişimini sekteye uğratacak kadar güçlüdür bu durum. Zira erkek egemen kültürün saflardaki uzantısı nitelik olarak toplumdakiyle aynıdır. Yani devrimci kadın da hemcinsleriyle benzer yükleri taşır. Sadece yüklerinin görünürlüğü biraz daha azalmıştır. Kadının bu yüklerinden kurtulması mücadeleye katılımını daha da artıracaktır. Bunun için cinsiyet ayrımcılığıyla sürekli bir mücadele şarttır.

Kuşlar bile tedirginken

“Tuşlarda acının nal sesleri

sevi ölüm kaçış çağrı

ve direniş tuşlarda

neredesiniz unuttuklarım

uçup giden sayısız kuş

bir mut kokusu getirdiniz odama

hoş geldiniz.”

Süleyman Okay

Soykırımın-şövenizmin panzehiri KAYPAKKAYA

Yüzyıl oldu, hâlâ kadim bir ulus olan, "Ermenilerin soykırıma uğrayıp uğramadığını" tartışıyor olmak, yaşadığımız utanca, bir utanç daha yüklemektedir. Hangi sebepten olursa olsun kendisiyle yüzleşmeyen, yaptığı soykırımı savunan, es geçen veyahut inkâr eden bir ulus ve bu ülkenin devrimcileri, sosyalistleri öncelikle kendileri özgür değildir. Adalet, eşitlik ve kardeşlikten bahsedemezler.Çünkü kendi pazara hâkim olma, egemenliklerini kurmak için, başka bir ulusu soykırıma uğratmış, bir buçuk milyon masum Ermeni sivil insanın ölümüne sebep olmuştur.

Korkunç Plan Kuzey Kürdleri Kurban mı Ediliyor – Dursun Ali Küçük

“Fermano bira-vahefermano
Fermano maho.
Dujmin amo sere ma
Cence pile makirkeno
Made xaîn xaîn nadano
EwroterteleserîKurdano-Kirmanciyano
Sere madevetelino, bira terteleo,
ProjeyaTırkano”

*TC  SÖMÜRGECİLİĞİNİN KORKUÇ PLANIYLA YÜZYÜZEYİZ

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ne yaklaşımımız!

Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) 12 Mart tarihinde ilan edildi. Bu gelişme Türkiye işçi sınıfı ve halkının demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesine sempati duyan, yanında yer alan ve mücadele içinde olan geniş kitleler tarafından ilgiyle karşılandı. Aynı “ilgi”nin hakim sınıflar cephesinde ve onların sözcüleri tarafından da gösterildiğini ifade etmeliyiz.

Doğu Perinçek'in dişine kan değdi

Önceki gün Ulusal Kanal iflah olmaz Halk düşmanları Doğu Perinçek ile Yalçın Küçük'ün tartış malarına sahne oldu.Baştan sona hararetli geçen tartışmalardan sonra çıkan sonuç,ikisinin de gelenekçi,ittihatçı,ırkçı,faşist TC Devleti'ni savunan unsurlar olduğunu bizzat kendi ağızlarından duyduk ve dinledik.Şarlatan ikilinin bu kadar hararetli tartışmaları,aralarında ilkin nitel bir görüş ayrılığı gibi algılansa da,özleri aynıdır.Aralarındaki farklar niceldir.Yok birbirlerinden farkı ikisi de Osmanlı torunlarıdır.

Terörden ne anlıyoruz?

Terör amacı olmayan, hedefi belirsiz kör kurşun misali sivil toplumlara yapılan toplu katliam saldırılarıdır. Çoğunlukla sermaye gurupları tarafından finanse edilirler. Örgütlenmesini, eğitilmesini, silah ve mühimmat teminini sermaye devletleri yaparlar. Yeri ve zamanı geldiğinde bu devletler tarafından harekete geçirilip toplu katliamlara imza atarlar. Bu tür eylemler karşı devrimci eylemlerdir. Emperyalist lojistik desteğe sahiptirler.

“Zaferi, halkın özgürlük savaşımına nasıl kazandırırız?”

Ayaklanma ve halk savaşı ateşten bir sanattır. Devrimci savaş sanatında gösterilmesi gereken hassasiyet bütün sanatlarda ortaya konandan daha ilerde ve gelişkin olmak zorundadır. Bu sanat bütün sanatlardan daha bir derinlik ve incelikle ele alınmak zorundadır. Çünkü savaşta yapılacak bir hata ağır bir kayıp ve büyük bir acıyla sonlanabilir. Devrimci savaş sanatında yapılacak ciddi bir hata bazen bütünü kaybetmeye götürebilir. Devrimci sanat yürek ve aklın en ileri temelde birleştirilmesi, karar vermeden önce üzerinde kırk kez düşünülüp, yoğunlaşılarak yürütülmesi gereken bir sanattır.

“Newroz coşkusuyla gözaltı, tutuklama ve yasakları hükümsüz kılalım”

“Devrimci, demokrat, ilerici güçleri pres operasyonlarıyla sindirmeye, korkutmaya, yıldırmaya yönelik hiçbir baskı politikası bugüne kadar başarıya ulaşamadı, bugünden sonra da başarılı olmayacak” şeklinde açıklama yapan Partizan açıklaması şu şekilde sürdürdü: “Faşist Kemalist Diktatörlüğün geleneksel olarak uyguladığı katliam politikaları devam ediyor. Bugün de başta Kürt ulusu olmak üzere azınlık milliyet ve inançlara, ezilen yoksul halka, işçi sınıfına, kadınlara, LGBTİ’lere yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikaları hız kesmeden devam ediyor.

Sedat'a….. Ihsan Feridun Berkin

Sen’inle 1977 yılında, kavurucu bir Ağustos gecesinde, İzmir Karabağlar’da bir gecekondu’da tanışmıştık. Sen, Ben ve bir arkadaş daha, el yapımı iptidai bir matbaa ile, sabaha kadar binlerce bildiri basmıştık. Bildirilerin mürekkepleri kuruyup, üst üste istifledikçe keyfimize diyecek yoktu doğrusu ; rotatif misali çalışıyordu körpe kollarımız ; rotatif ne kelime….ertesi günkü mitingde dağıtılacak binlerce bildiriyi, o gece sabaha kadar sadece biz üçümüz basacaktık.

Sayfalar