Çarşamba Mayıs 15, 2024

Tek Adam Diktatörlüğü Nereye Kadar?

16 Nisan “18 Maddelik Anayasa Değişikliği Referandumu”nun sonuçları üzerine detaylı bir analize gitmek biraz erken olmasına karşın, kısa bir analiz yapılabilir. 16 Nisan öncesi “HAYIR” yoktu, ama şimdi, AKP faşzminin karşısında büyük bir “HAYIR” var. Bu küçümsenmeyecek bir gelişmedir. Elbette, bu %50 HAYIR'ın bütünsel ve nitelikli bir anti-faşizm olmadığını da unutmadan... Buradan başlayabiliriz.

Türk sermaye devletinin tek adam diktatörlüğünü onaylatma”referandumu” sona erdi. “Evet” çıkacağı, daha baştan belliydi. Faşizme ve tek adam diktatörlüğüne karşı HAYIR oyları ne kadar çok olursa olsun, sonucun “Evet” şeklinde açıklanacağı tahmin ediliyordu.

AKP faşizmi ve arkasındaki sermaye güçleri, “Evet”i Hayır’a karşı açık ara oyla önde çıkaramadı. Bunun için sandık hilelerine çokca baş vurmalarına karşın, HAYIR oyları açık ara önde gidiyordu. Bunun önüne geçmek için YSK’nın yasalara aykırı “kararını” devreye soktular. Böylece, önceden hazırlanan “mühürsüz zarf”ların “geçerli” sayılarak “hezimeti” önlemek istediler.

Bütün baskılara, katliamlara, tutuklamalara, işten çıkarmalara, tehditlere ve devletin tüm olanaklarını “evet” için seferber etmelerine karşın, “Evet” onların beklediği gibi açık ara önde değil yaklaşık 1,2 puan önde çıkarmayı “başarabildiler.” Bu sonuç, Erdoğan’ın emir kulu YSK’nın açıklamasıydı. Gerçekte ise toplumun yarısından fazlasının “Hayır” dediği açığa çıktı.

İstanbul Türkiye’nin siyasal ve sosyal aynasıdır. Burada Hayır’ların önde çıkması, genelde de bu yönde çıktığının göstergesidir. Bunun dışında Ankara, İzmir, Diyarbakır, Adana, Denizli, Mersin, Antalya, Hatay, Zonguldak, Eskişehir, Bilecik gibi şehirlerde Hayır’ların önde olması, işçi sınıfı ve emekçilerin büyük bir çoğunluğunun Hayır oyu verdiğinin kanıtı sayılabilir. Bursa ve Kocaeli gibi yerlerde az farkla “evet”in önde çıkması, işveren-devlet-sendika işbirliğinin işçiler üzerindeki ağır baskılarının sonuç verdiğini gösteriyor.

Refarandum’un siyasal olarak kazananı ezilen kitleler olmuştur.

Birincisi Kürtler olmuştur. Katliamlara, siyasi soykırıma ve devletin her türlü şiddeti pervasızca uygulamasına karşın, Kürtler “HAYIR” demiştir. Kürtler’in “evet” demeleri için bir nedenleri de yoktu, ama HAYIR demeleri için çok nedenleri vardı. Herşeyden önce yaşam haklarına karşı bir saldırı vardı. Referandum gecesi, TV stüdyolarındaki “yorumcu” şarlatanların tüm inkarlarına karşın Kürtler AKP’ye kaymadı. Tersine, katliamlara ve boyun eğidirme politikalarına karşı Kürtler’in ezici çoğunluğu HAYIR dedi. Kürtler’in “Hayır” oyları ise bilnçli bir oydu. Faşizme karşı demokrasi istiyorlardı. Barış istiyorlardı.

İkincisi kazanan, işçi ve emekçiler oldu. Faşist devletin tüm baskı ve hilelerine karşın, en azından, toplumun yarısının Hayır demesi, büyük bir moral kaynağı oldu. AKP faşizminin sanıldığı gibi güçlü olmadığı ve arkasında güçlü bir kitlenin de olmadığı, mücadelenin yükseldiği anda bir çoğunun AKP faşizmin karşısında yer alabileceği görüldü. Bu güç, aynı zamanda, toplumu islamlaştırmanın önünde de engel olarak duracaktır.

Üçüncüsü, komünist ve devrimci kesimlerin, doğru bir taktik mücadele ile tüm zorluklara ve devletin faşist baskı ve uygulamalarına karşı Hayır kampanyaları yürütmeleri, yeni bir toparlanmanın yanında ortak hareket edebilmenin bilincini ve pratiğini yaratmıştır. Çünkü söz konusu bu referandum, egemen sınıflar arası (bir yanı böyle olmasına karşın) çatışmadan çok, işçi sınıfı ve burjuvazi arasında geçmekteydi. Genel olarak da Kürtler başta olmak üzere aleviler ve diğer azınlık uluslara mensup kitleler arasındaydı. Kısacası tüm ezilenleri doğrudan ilgilendiren bir olguydu. Bu referandumu “egemen sınıflar arası çatışma” görüp uzaktan seyreden kimi küçük burjuva “sol”cuları ise, keskin sloganların arkasına gizlenerek kitlelerin sorunlarından uzak kalmayı “sınıf mücadelesi” bellemeye devam ettiler.

Dördüncüsü, cepeheleşme ve kutuplaşmanın arttığı ve iktidar kanadının paramiliter güçlerini devreye soktuğu bir süreçte, önümüzdeki günlerin kanlı çatışmalara sahne olacağını söylemek pek abartılı bir saptama olmayacaktır. Buna tüm demokrat, devrimci ve komünistlerin hazırlıklı olması ve örgütlenmelerini bu doğrultuda yapmaları gereklidir.

Faşizme ve savaşa karşı; barışın, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması temelli bir mücadele etrafında birleşebilecek tüm güçlerle birlikte hareket edilmesi, bu dönemin politik düsturu olarak öne çıkmaktadır.

Referandum’un kaybedeni, AKP ve arkasındaki sermaye güçleri oldu.

Birincisi; devletin tüm olanaklarını kullanmalarına ve faşist devlet baskısını tüm muhalifler üzerinde uygulamalarına ve “HAYIR” diyenleri “ vatan haini” olarak ilan etmelerine karşın; yalan, gerçeklerin manipüle edilmesi, kutuplaştırma ve din üzerine kurulu propagandaları toplumun büyük bir çoğunluğu nezdinde tutmadı. Bekledikleri %55’in üzerinde oyu alamadıkları gibi, toplumun gözünde Hayır oylarının önde olduğunu gizleyemediler.

İkincisi; AKP kan kaybetti. Büyük şehirleri kaybetti. Bu onların çöküşe doğru gidişinin hızlandığının göstergesidir. Bu çöküşün önüne geçmek için, toplumu kutuplaştırmada sınır tanımayacakları yönde politikalarını arttıracakları da bir o kadar gerçektir. Ancak bu yöntem onların çöküşünü engelemeye yetmeyecektir.

Üçüncüsü; Erdoğan’ın karizması çizilmiştir. 2013 yılında Haziran Ayaklanması ile çizilmişti. Kitleler şimdi oylarıyla bunu bir kere daha gösterdi. Bu, burjuvazi açısından da Erdoğan üzerinden yürümelerini zorlaştıran etken olacaktır. Dünya kamuoyu önünde iyice teşhir olan Erdoğan ve kliği, artık daha rahat hareket edemeyecek ve iç (ekonomik ve siyasal) çelişmeler derinleşerek keskinleşecektir.

Yaklaşık yüzde elli HAYIR ile “tek adam diktatörlüğü” oldukça zor ve sürdürülemez bir yola girmiştir.

Dördüncüsü; Türk sermaye devleti, içinde bulundukları siyasal krizi aşmak için baskıları artırmaktan başka seçenek bulamıyor. Durgunluk sürecine girmiş ve giderek krize doğru yelken açan ekonomi durum ve uluslararası alanda yalnızlaşmanın yanında, Ortadoğu politikaları bütünüyle iflas etmiş bir durumu tersine çevirecek politik yönelime giremiyorlar. Buna ne iç ne dış konjonktür uygun. Kapitalist sistemden kaynaklı kaos ortamı yaşanıyor.

Beşincisi; Egemenler, nasıl ki 7 Haziran 2015 yenilgisini Kürtlere karşı savaş açarak kapatmaya ve milliyetçiliği güçlendirmeye çalıştıysa, bu kez de referandum yenilgisinin bedelini Kürtlerden çıkarmaya çalışacak, Kürt kazanımlarını yok etmek için daha fazla saldırganlaşacaktır. Bu saldırgan politika, Kürtlerin bütünüyle kopmasını ve içerde ise alevi-sünni, ilerici-gerici, laik-laik olmayan şeklinde süren ayrışımı ve kutuplaştırmayı artıracak ve toplumsal iç çatışmaya doğru evrilecektir.

Türk devletinin Irak, Suriye ve Kürtdistan politikası, onu bölgedeki gelişmelerin içine daha fazla çekecektir. Özellikle Kürtlerin kazanımları ve emperyalistler arası çelişmelerin derinleşmesi, Türk devletinin saldırgan “savaş” politikasının dışında kalamamasında başat rol oynamaktadır.

Türk devletinin bu yönelimini boşa çıkaracak taktik; ulusal demokratik Kürt hareketiyle ortaklaşa hareket eden Türk işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi engel olabilir.

Özellikle, Türk işçi sınıfı ve emekçileri, faşist devletin kutuplaştırma ve ayrıştırma politikalarına karşı durmadığı sürece, toplumun iç savaşa evrilmesinin tehlikesi hep varolacaktır. Kutuplaştırma, ayrıştırma, dıştalama ve cinsiyetçi politikalar faşist iktidarların düsturudur. Çünkü AKP ve Erdoğan’ı iktidarda tutan esas etmen, Kürt düşmanlığı ve toplumun kutuplaştırılması olgusudur.

Türk egemen sınıfların sorunları her geçen gün ağırlaşmasına karşın, bu referandum ile birlikte daha da ağırlaşmış, kapitalist sistemin yarattığı

çelişmeler onların ayaklarına dolanmıştır. Burjuvazi bu kaos ortamından çıkmak için burjuva anlamda demokratik yollara baş vurma yerine, daha fazla saldırı poltikasıyla karşılık verecektir. Bu da toplumsal çelişmeleri ve kaosu artırıcı bir rol oynayacaktır. Bu çelişmeleri köklü olarak çözebilecek yegane güç ise, işçi sınıfının sosyalizm mücadelesidir. 

42841

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Tasfiyecilikte yeni bir asama olarak MKP 3 Kongresi

MKP 3. Kongresini gerçekleştirdi ve kararlarını kamuoyuna açıkladı. Kongrenin her kararının şerhli olduğu ve bunların daha sonra kamuoyuna açıklanacağı ilan edildi. Bu şerhlerin içeriği Kongre’nin almış olduğu kararların muhtevası açısından belli oranda önemlidir.

Bu tartışmayı kamuoyu önünde yapacak olmaları, kuşkusuz bu çizgi mücadelesine dış müdahale koşullarını da sağlıyor.

TKP/ML TİKKO Dersim Bölge Komutanlığı

Topraklarımızın zehirlenmesine, yaşam alanlarımızın yok edilmesine izin vermeyeceğiz!” başlıklı bildiri şöyle devam ediyor: “Yaşam alanlarımız, doğal güzelliklerimiz emperyalizmin kar hırsı ile her geçen gün biraz daha yok ediliyor. İnsan yaşamı için zorunlu olan tüm doğal kaynaklarımız hızla özelleştirilerek neredeyse akan her dere yatağına HES kurulmak isteniyor, topraklarımız, havamız maden arama ya da termik ve nükleer santrallerle zehirleniyor.”

“Saldırılar daha da artacak”

15 Haziran 1915 Paramaz ve yoldaşlarının asılması-Erol YEŞİLYURT

1914 yılının Haziran ayında Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) üyesi 120 kişi, İttihat ve Terakki yöneticilerinden Talat Paşa’ya suikast yapılacağı ihbarı ve siyasi şubede çalışan bir muhbire suikast teşebbüsünde bulundukları suçlamasıyla gözaltına alındı.

15 Haziran 1915 Beyazıt Meydanı: Darağacında 20 Ermeni sosyalist-Erol YEŞİLYURT

Geçtiğimiz yıl, Gezi İsyanı günlerinin önemli gelişmelerinden biri 15 Haziran 1915’de Beyazıt meydanında 20 Ermeni devrimci’nin asıldıkları yer olan Beyazıt meydani ve Gezi Parkında Türkiyeli ve Ermeni sosyalist ve demokratların katılımıyla anılması oldu.

Malya’dan Madımak’a, Baba İshak’tan Koray’a, Berkine..

“tarihler kan gördü 
zulmün kırbacında inleyen cehalet
alevlerin şavkında gözleri kamaşan cellat
boğazlanan, tövbeye gelen 
kendi suyunu kesen Kızılırmak
ve tarih böyle bir Temmuz gördü
ey nutku tutulmuş insanlık!
varın gayrı kanın aynasında saçlarınızı tarayın.”(1

Şİİ-SUNNİ ÇATIŞMASI AMERIKA'NIN NE ISINE YARAR ?

Bu makaleyi 2011 tarihinde kaleme aldim, bugun yanibasimizda neler yapilmak isteniyor sorusuna 3 yil oncedn bir cevap; guncelligini kaybetmedigi icin yeniden yayinliyorum...

''herşey göründüğü gibi olsaydı,bilime gerek kalmazdı'' Karl Marks

Ne emperyalızm eskı-klasık Emperyalızmdır, ne emperyalızm sadece amerıka-avrupadır,ne dunyadakı tek celıskı emek-sermaye celıskısıdır,ne emperyalıstler arası celıskıler ortadan kalkmıstır,ne de hıcbırsey gorundugu gıbıdır.

Dersim’de Birahaneler,Yalanlar ve Gerçekler -Ergin Doğru

Dersim üzerinde oynanan oyunlar ve kumpaslar kadar, Dersimlinin kendi kendine ettiği de az değildir. Bu yaklaşım özellikle son dönemlerde egemenler tarafından yoğunlaştırılan çürütme ve yozlaştırma politikalarının sonucu olan birahaneler için yapılan demokratik eylemlere yaklaşımda kendini gösteriyor.

Biz uslu değiliz olmayacağız da! (İbrahim ŞAHİN)

Babam, vaktiyle askerde okuma-yazma öğrenmiş. Ondan sonra da kendini kitap okumaya vermiş. Annem "oğlum baban düven üstünde bile kitap okurdu. Ben de hayranlıkla bakardım ona" diye anlatır, şimdi toprak olmuş babamı.

Şimdi her ziyarete gelip gidişlerinde ailem kitap getirip götürüyor. Yazdıklarımı da görünce annem telaşlanıyor: “oğlum hep oku hep yaz ne olacak bunun sonu? Ara ara bırakın onları da yeşile, çiçeklere bakın, yoksa gözleriniz bozulur” diye tavsiyelerde bulunuyor.

"Anne burası hapishane burada yeşillik olmaz ki"

Bez parçası!

Faşizmin başı ne zaman sıkışsa yaptığı “anlı-şanlı” bayrağını devreye sokmak olmaktadır. TC devleti neredeyse on yılda bir “bayrak yakıldı”, “bayrak indirildi”, “bayrağa hakaret edildi” söylemleriyle geniş kalabalıkları harekete geçirmektedir. Son olarak Amed'de bir Kürt gencinin TC devletinin bayrağını indirmesi, -en çok da hakim sınıfların temsilcisi olanlar olmak üzere- kamuoyunun gündemini meşgul etti.

Örgütlemek ve hazırlanmak!

Dünyada ve ülkemizdeki toplumsal-siyasal gelişmelere baktığımızda sömürü ve yağma derinleşip yoğunlaşırken baskı ve zulmün pervasızlığından ve hızından bir şey kaybetmeden her geçen gün etkisini artırıp devam ettiğini görüyoruz. Emperyalizm tarihinin en ciddi bunalımını yaşamaya devam ediyor. Çılgınca kasıp kavurduğu dünyamız, bütün canlı varlıkları ile sömürülmekte, yağmalanmakta, tüketilip kıyamete sürüklenmektedir. Bir avuç efendi, uşak ve cellatlar dışında kalan milyonlarca insan için dünyanın sadece yerüstü değil yeraltı da bir cehenneme dönüşmüştür.

Cemaat-AKP Kapışmasına Dair

“Bitmeyen söylentiler,söylenti olmaktan çıkar.”[1]

Cemaat-AKP “kapışması”nın ayyuka çıkıp, sağır sultanın bile bilgisine dahil olmasıyla kimileri “Ne oluyor?” şaşkınlığıyla sarsıldı…

Aslında şaşırtıcı hiçbir şey yoktu.

Bir “ittifak”ın sonuna gelinmişti. Tabir-i caiz ise bagajlar boşaltılıyordu.

Öncelikle şunu belirtelim: Hiçbir ittifak “sonsuz” değildir; her ittifakın bir ömrü, miyadı olduğu gibi Cemaat-AKP beraberliğinin de bir sınırı vardı.

Şimdi o sınırlardayız!

Neden mi?

Sayfalar