Pazartesi Nisan 29, 2024

TKP/ML-GYDK:Halk savaşını sürdürme kararlılığımızın temsilcisi şehitlerimizin adları ve idealleri sonsuza dek yaşayacaktır!

Yoldaşlar; Çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçiler;

OCAK ayı, hem partimiz ve hem de UKH açısından özel bir önem ve anlamla yüklüdür. Partimizin mirasçısı olduğu TKP’nin kurucusu yoldaş Mustafa Suphi ve ondört yoldaşı bu ayda Kemalistler tarafından katledildiler. Uluslararası Komünist Hareketin önderi yoldaş Lenin bu ayda aramızdan ayrıldı. UKH’in en kalifiye temsilcileri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht bu ayda Alman tekelci burjuvazisinin silahlı güçleri tarafından hunharca katledildiler. Partimizin en değerli kadroları, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Atilla Özkan bu ayda şehit düştüler. Ve de partimizin önderi, kurucu-kuramcısı, yoldaş İbrahim Kaypakkaya bu ayda düşman güçleri tarafından tutsak edildi. İşte tam da bu nedenden dolayı partimiz TKP/ML Ocak ayınının son haftasını Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası olarak ilan etti 1978 yılındaki ilk parti konferansında.

Bu yılki Parti ve Devrim Şehitlerimizi anma süreci öncesi, kuşatılmış kale konumundaki Aliboğazı’nda 8 yoldaşımızın, en elverişsiz koşullarda, havadan ve karadan oluşturulan kuşatma ve yoketme saldırısında, günler süren çatışma sonucu kasımın son haftasında şehit düşmesinin derin ve içten acısını yaşadığımız, düzene karşı ise gerçek bir öfkeyle doluptaştığımız bir döneme denk geldi.

Aliboğazı, burjuva-feodal faşist devletin bağrına saplanmış bir kamaydı, faşist devletin av köpeklerine geçit vemiyor, gerillayı bağrında gizliyordu. Yoldaşlarımız, sarsılmaz bir kararlılık ve gözüpeklikle savaşarak şehit düştüler ama, sonrakilere, yoldaşlarına, ilham alabilecekleri yüce bir direniş mirası bıraktılar. “Sekizler”in adları Aliboğazı’na kandan ve ateşten harflerle yazıldığı devasa bir direniş destanı olarak geçecektir partimiz TKP/ML’nin tarihine. Yarı-sömürge, yarı-feodal sosyo-ekonomik statümüzün kendine özgü özellikleri ve özgünlüklerinde şu bir gerçektir ki; devrim ancak, sayısız şehitlerinin omuzlarında yükselebilir. Devrimimizin özel gelişme yolu, ısrarla ve inatla bunu emrediyor. Ve bu yol, başka şeylerin yanında, aynı zamanda bizi bir arada tutan çimentodur da.

Geçtiğimiz yüzyılın devrimler tarihinin de işaret ettiği gibi, bizimkisi gibi bir ülkede, devrimci şiddet devrimimizin temel biçimidir. Bu da, “silahların eleştirel gücünde ısrarlı” partimize zorlu ve büyük görevler yüklüyor. Partimiz TKP/ML, faşist iktidara karşı, uzun süreli savaş üzerinden giriştiği zorlu ve amansız kavgada, tarihsel hareketin yönü üzerinde etkide bulunarak savaşçı parti kimliğiyle uzun süreli ve dağınık halk-gerilla savaşında ısrar ediyor. Ve, Demokratik Halk Devrimi yolundaki her adımı, parti şehitleri kervanına yenilerini ekliyor. Zira, “zafer hiçbir zaman kendi kendine gelmez; her zaman söküp alınır”; ağır bedeller, sayısız şehitler pahasına da olsa.

Halk demokrasisi, bağımsızlık, sosyalizm ve altınçağa giden yolun tuğlaları ateş nehrinden geçerek örülebilir. En çok da Dersim’in “Beşleri”, ve sonra Cengiz, Özgüç, Hakan, Haydar agdal,Murat Tekgöz ve “sekizler”, yani Ersin, Hasan, Murat, Alican, Samet ve ismi henüz saptanamayan diğer üç yoldaşımız bunun bilincindeydiler.  Partimiz TKP/ML, “şehirleri kırlardan kuşatma” stratejisi temelinde, uzun zamana yayılan bu zorlu halk savaşı sürecinde başta Parti kurucumuz İbrahim Kaypakkaya olmak üzere sonraki yıllarda şehit düşen genel sekreterlerimiz, Süleyman Cihan, Kazım Çelik ve Mehmet Demirdağ ve yüzlerce parti kadro, üye ve sempatizanını şehit verdi. Ama yitim süreci aynı zamanda onların deneyimleriden doğru dersler çıkarma süreci de oldu.

Yoldaşlar;dostlar Çelişme ve çatışmaların ağırlık merkezinin Ortadoğu ve Türkiye’ye kaydığı bu süreçte, kapitalist sistem, krizin kaosu içinde yolunu şaşırmış durumda. Sermaye kendi gelişmesinin taşıdığı kaçınılmaz çelişme ve uzlaşmazlıkların baskısı altında gitgide güçten düşüyor. Dünya pazarının sınırlı kapasitesiyle, kapitalizmin üretken olanaklarının aşırı büyümesi arasındaki derin uçurumun felaketli sonuçları, sistemi her yerinden zincire vuruyor. Artı-değer avcıları zorda; sistemin dikişleri tutmuyor. Güç alanlarını genişletmek için müdahil oldukları Ortadoğu ve Kürt coğrafyası ise ateşle sarsılıyor. Türkiye ve Türkiye-Kürdistanı, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tarihinin en pervasız saldırganlığıyla karşıkarşıya. Darbe girişimi,devletin dümenindeki Tayyip ve AKP için, ülkeyi yeniden dizayn etmede “Tanrının bir lütfu” oldu. Ötekileştirilen herkes potansiyel suçlu. Nefes almanın bile yasaklandığı bir süreçtir yaşanan. Tek bayrak, tek millet, tek devlet üzerinden azgın Türk milliyetçiliğinin, ortaçağ küfü dini gericilikle harmanlanarak pompalandığı bu özgün mecra, koyu bir faşizmin hüküm sürdüğü yaygın bir “sürek avı”dır; işçiye, emekçiye, özellikle Kürte, komünist, devrimci ve ilericilere ve onların örgütlenmiş kurum ve güçlerine, Selahattin Demirtaş ve diğerleri örneğinde olduğu gibi seçilmiş vekillere bile yönelebilen.

Ne ki, bu dönem, aynı zamanda aydınlığa açılan kapıyı da aralayan olanaklar, fırsatlar ve koşulları da bağrında taşıyor. Felsefi olarak ifade edersek eğer, herşey karşıtıyla, kendi yıkılışının unsurlarıyla eyerlidir. Proletarya partisi açısından tarihsel fırsatların, tarihsel olanakların ve tarihsel görevlerin üstüste bindiği bir mecradır girilen dönem. Eğer tarihin akışının yarattığı bu ender olanı, yanı başımızda akıp giden bu süreci karşılamada üstümüze düşeni, yeni ve özgün koşullara yanıt verebilecek biçimde yenilenmeyi başarabileceğimiz yeni taktikler ve pratik politikamızdaki zenginliklerle karşılayabilirsek, fırtınaya yön verebileceğiz; ve bu, davamızı büyüterek, partimizi çekim merkesi haline getirir. Faşist iktidarın ülkenin her santimetrekaresinde topyekün azgınca bir saldırıya giriştiği bu yeni dönem, yaygın ablukayı dağıtmak için Kürt ulusal hareketi ve devrimci güçlerle bir blok, bir anlaşma ve bir ittifakın, bilhassa “savaş ittifakının”, sınırları, politik amaç ve hedefleri berrakça saptanmış eylem birlikleri üzerinden tarihsel bir sorumluluk ve zaruret halini aldığı bir dönemdir.

Hemen yanıbaşımızdaki Kürt ulusal hareketi ve onun toplumsal tabanında uzun zamandan beridir saflar yeni mücadele düzenine girmiş ve mücadele barışçıl evreden bir üst evreye, mücadelenin silahlı biçimleri evresine varmış bulunmaktadır. Bu biçimi dayanak noktasına dönüştürmek ve Kürt ulusal hareketinin girdiği bu yönelimle gücümüz yettiğince ortak paydada buluşmak, tarihsel sorumluluğumuzdur. Mücadelenin silahlı biçimlerinin, koşulların zorlayıcı baskısıyla herzamankinden daha fazla kendisine yolu açtığı bir mecrada bulunuyoruz. Ve bu biçim, en yalıtılmış kitlelerde bile fevkalade karşılık buluyor. Mücadelenin atardamarı, şimdilik, faşist abluka altındaki Türkiye-Kürdistanı’nda atmaktadır. Faşist rejim, imha ve inkarla ve topyekün bir kuşatma ve yoketme savaşıyla bu damarı kesmek istemektedir. Üstelik bu damar yalnızca Türkiye Kürdistanı’nda değil, başta Rojava olmak üzere birbirlerinin cephe gerisi haline gelmiş olan tüm Kürt coğrafyasında Türk faşist devletinin ve onun “kucak köpeği” cihatçı selefi grupların vahşi saldırıları altında da kesilmek istenmektedir. Bu damara kan taşımak hem tarihsel sorumluluğumuz ve hem de çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçi kardeşliğinin, ulusal sorundaki politikamızın sınandığı pratik ilişkiler alanıdır da. Marx’ın İrlanda örneğine yaslanarak konuşursak eğer, bu tarihsel sorumluluk, aynı zamanda ve esas olarak da proletarya ve müttefiklerinin, burjuva-feodal faşist iktidara karşı devrimci mücadelesinin çıkarları bakışaçısı bunu gerektirdiği içindir de. Bu çıkarlar halk savaşını besler, büyütür; ona derinlik ve genişlik kazandırır; yeni dünyaya açılan kapıyı aralamada katalizör olur. Tersi; “gerçeğe karşı günah işlemek olur''

Şehitlerimizi andığımız bu mecrada onların devrim ruhuyla dolu azmi ve savaşı sürdürme cüret ve cesareti, “başarırız”ı yaşamın yaşayan gerçeği haline getirme pratik kararlığı, bu partiyi yenilmez kılmada herşeydir. Onların uzun süreli kavgalarında devrimimizin geleceği yatıyordu; bu geleceği halk savaşı ile kazanmak partimizin boynunun borcudur ve şehitlerimize verilmiş komünist sözümüzdür. Bunun için “hayatımız yeter de artar.''

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

ŞAN VE ŞEREF OLSUN PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİMİZE!

ŞAN VE ŞEREF OLSUN PARTİMİZ TKP/ML’YE; TİKKO VE TMLGB’YE!

TKP/ML- GYDK Ocak 2017

47161

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

"Güleç yüzlü yiğit komünist şehit düştü" Osman Oğuz

Kapkara, zapzayıf bir adamdı, dışarıdan bakınca. Ama koca cüsseli olanı bile öyle bir sarardı ki karşılaştığında… Hani, “Ne çelikten irade kardeşim!” dersin ya bazılarına, öyle biri işte. Dosta candan güler, gülmek diye buna denir; düşmana ser verir, sır vermez.

İslamcı faşist diktatörlüğün korkusu

Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak, gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.

Mussolini, Hitler ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.

79-ԵՐՈՐԴ ՏԱՐԵԼԻՑԻՆ ԱՆԻԾՈՒՄ ԵՆՔ ՏԵՐՍԻՄԻ ՑԵՂԱՍՊԱՆՈՒԹՅՈՒՆԸ:

79.YILINDA DERSİM TERTELESİNİ LANETLİYORUZ !

Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Alevi, Ezidi halklarına mensup farklı etnik ve inanç sahibi toplulukların bir arada yaşadığı coğrafyamızda yüzyıllardır hiçbir zaman kan, gözyaşı ve acı eksik olmamıştır. Zulüm, bugün bile mazlum halkların kanları ile sulanan topraklarda en koyu ve vahşi şekilde devam etmektedir.

Parti biziz /Halil Ahmet

Belki biz olmayacagiz ama bu celik aldigi suyu asla unutmayacak,Ibrahim kaypakkaya.

Sorunlari cözme tarzimiz olaylara olgulara bakis tarzimiz ve bunlar arasindaki iliskiyi ele alisimiz nasil olmalidir.

Dogaldirki yazinin basligindanda anlasilacagi gibi parti biziz .Biz partiyiz ve dogal olarak partinin ele alinisi ve degerlendirilmesi parti onderligi ve cizgisinden bagimsiz olarak ele alinip degerlendirilemez.

Faşizme Karşı Direniş, Serhildan!

Faşist Kemalist Diktatörlük başta Kürt ulusu olmak üzere parolası mücadele ve direniş olan tüm halk kesimlerine azgınca saldırmaya devam ediyor. Hâkim sınıf kliği AKP sistemli baskı ve sömürü politikasına, katliam, gözaltı ve tutuklama terörüne geride bıraktığımız iki seçimle (7 Haziran-1 Kasım) birlikte hız kazandırmış, Kürt ulusuna, işçi ve emekçilere, kadınlara, çocuklara, LGBTİ’lere, doğaya ve yaşama karşı teyakkuza geçerek yeni bir saldırı dalgası başlatmıştır.

" Devrimci cephe hareketi "üzerine

Kaypakkaya'dan günümüze 44 yıl geçti. Yaşadığımız devrimci deneyimler bizlere önemi azımsanmayacak kazanımlar bıraktı. Bu bizler için önemli miras bu mirası doğru özümsemeliyiz, kavramalıyız ki, gelecekte Halk Cephesi’ni kurma yolunda ufkumuz açık olsun. Gereksiz polemiklerden böylece kaçınmış olunur. Eğer ki mesele doğru kavranmaz, önemsenmez ve de olsun-bitsin mantığıyla hareket edilirse ciddi yaralar alınır.  "Kaş yapalım derken, göz çıkarmış "oluruz.

PARTİ VE KAYPAKKAYA ÇİZGİSİNE SAHİP ÇIK, TEORİK TEMELLERİNİ GÜÇLENDİR, ONU KAVRA ve GELİŞTİR

Partimizin kurucusu şahsında amaç ve araç, hedef ilişkisi bağlamında kuracağımız analiz-sentez ilişkisi bizim sorunu nasıl ele alacağımızla direk ilintilidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda İbrahim Kaypakkaya (İK) sıradan bir devrimci önder değildi. Onu komünist yapan doğrudan savunmuş olduğu ve yaptıklarıydı, yani teori ve pratik bütünlüğüdür.

Bir ikiye bölünür / Halil Ahmet

Herşey bir çelişkidir. Bu Maoist felsefi tanımdan yola çıkarak soruna bakarsak olayları ve olguları ve bunların arasındaki iç bağlantıları doğru bir şekilde kurabiliriz.

“Hareketin kendisi bir çelişkidir veya bir ikiye bölünür” Maoist felsefi yaklaşımını nasıl ele almalıyız? Başkan Mao’nun bu noktadaki ML’ye yaptığı katkılardan biri olarak felsefe alanında çelişki yasası olduğu gerçeği de herkes tarafından kabul edilmektedir.

“Bir ikiye bölünür ama asla iki birleşip bir olmaz. İkiyi bir yapmak revizyonistçe bir yaklaşımdır.” (Mao Zedung)

TKP/ML – TİKKO ROJAVA KOMUTANLIĞI: 24 Nisan devrimin zorlu ve onurlu yoludur!

Savunduğu devrim öğretisiyle burjuva-feodal devletin soluğunu kesen kıvılcımı-aleve, alevi tüm ülkeye yaymaya çalışırken sadece gerçeğin sesine ve gerçeğin izinde yürümeye çalışan Kaypakkaya yoldaş işçi sınıfının ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın önderi olmaya devam ediyor. Kaypakkaya yoldaşın devrim ve örgüt öğretisi, işçi sınıfının kazandığı ve sahip olduğu en ileri devrimci öğretidir. Ülkemizde hiçbir teori, hiçbir düşünce ve strateji Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu kurtuluş yolu kadar gerçekçi, uygulanabilir ve güvenilir değildir.

TKP/ML MK : 44.YILIMIZDA ŞAN OLSUN İHTİLALCİ PROLETER ÇİZGİMİZE!‏

“Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif…

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü…”

Yoldaşlar,

Partimiz TKP/ML kuruluşunun 44. Yılını kutluyor. Partimiz, Önderimiz İbrahim Kaypakkaya önderliğinde Şafak Revizyonizme karşı ideolojik-politik temelde örgütsel mücadelenin sonucu olarak 24 Nisan 1972’de tarih sahnesindeki yerini aldı.

Tarih Tanıktır: 24 Nisan’da Kaypakkaya Çizgisinin Doğuşuna

Yüzyılda Ülkemiz iki önemli tarihi zelzeleye tanıklık etti. 24 NİSAN. Öyle ki, her iki toplumsal olay tarihimizde silinmez ve silinmeyecek izler bıraktı. Hele ki bu silinmez tarihi olay aynı güne denk gelmişse - ki öyle- bir o kadar daha önemli ve de değerlidir. Tarihimizde bazı yaşanmışlıklar vadesi dolduğunda unutulur, tarih sahnesinde silinip giderler. Ve kendi kendini tasfiye ederler.

Sayfalar