Perşembe Mayıs 23, 2024

Türküler yanmaz (İmera Fera Yeşilgöz)

Anne ve baba tarafından Sivas’lı, Alevi bir ailenin çocuğuyum. Küçüklüğümüzde ailemiz, eğer birileri Alevi olup olmadığımızı sorarsa gizlemememiz gerektiğini, fakat söz açılmadıkça da söylememizi öğütlerdi. Kardeşler olarak aramızda, Alevi olmak ne demek ve neden açıkça dile getirilemiyor anlam veremezdik. Gittiğimiz yerlerde nereli olduğumuz öğrenildikten sonra, “yananlardan mısınız, yoksa yakanlardan mı?” diye sorarlardı. Kimlik soy ismimiz Yanar’dır. Biz, her defasında soy ismimizden dolayı “yananlardanız” derdik. Dedemiz, Sivas’ın ileri gelenlerinden olduğundan dolayı tanıyor olduklarını sanıyorduk.

Yaşı itibariyle amca olarak hitap edebileceğim bir kimse okulumuzun spor salonunda temizlik görevlisi olarak çalışmaktaydı. Bir gün, kardeşimle oturduğumuz esnada bize nereli olduğumuzu ve tabi ardından da “yananlardan mısınız yoksa yakanlardan mı?” olduğumuzu sordu. Biz Sivas’lı olduğumuzu ve her zaman ki gibi soyadımızı esas alarak “yananlardan” olduğumuzu söyledik. Bu defa biz de amcaya nereli olduğunu sorduk. “Ben de yananlardanım. Ve hiçbir zaman yakanlardan olmadık” dedi. Cevabı ilgimizi çekmişti. Eve döndüğümüzde annemize bu durumu anlattık. Annem, o amcanın da Alevi olduğunu söyledi. Alevilerin tarih boyunca ateşlere atılarak yakıldığından, akıl almaz işkencelerden geçirildiğinden, zulümlere maruz bırakıldığından bahsetti. Annem anlattıkça damarlarımdan akan kanın soğuduğunu hissediyordum.

Aleviler, sancılı tarihlerinde varlıklarını koruyabilmek için pek çok yer ve biçimde direndiler. Sürgünlere, yangınlara katlandılar. Alevilere yönelik katliamların ve soykırımların sonu gelmedi. Aleviler gördükleri onca eziyete karşın, ışığını korumayı bilmiştir. Işığın serçeşmesi Pir Sultan Abdal (Pir Silvanus)’dır.

Pir Sultan Abdal, Anadolu topraklarında hiç bitmeyen ve sonu gelmeyecek sevdanın, binlerce yıldan bu yana süregelen bir mazlum direnişinin adıdır. İnandığı yol uğruna hiçbir yılgınlık göstermemiş olandır. Yolu için serinden vazgeçebilmenin sembolüdür. Gerçeğin uğruna başını, canını feda edendir.

Pir Sultan Abdal, Alevilerin; soykırımdan geçirildiği, mabetlerinin yerle bir edildiği bir zaman, bu ağır baskı döneminde, inancı yeni koşullara uyarlayarak kesintisiz ve ödünsüz devamını sağladı. Pir olarak anılıyordu. Sivas ilinin, Banaz köyünde, Yıldız Dağları’nın yamaçlarında toplumun liderliğini yaptı.

Pir Sultan Abdal, kültürünü müritlerine manzum olarak aktarması ile ünlendi. Onun dizeleri halkın arasında dilden dile, gönülden gönüle hızla yayıldı. Hakikatin nefesleri İstanbul’a kadar ulaştı.

İstanbul Sultanı kendisinden başka Şah’a bağlılığı kabul etmeyerek Hızır Paşa’ya verdiği bir ferman ile Pir’i ve müritlerini tutuklattı. Çok zulüm ettiler. Zulüm Pir’e kar etmedi, o yolundan hiç dönmedi.

Hızır Paşa Pir’e canını kurtarabilmesi için Şah’ın adını anmamayı şart koştuysa da, Pir’in sözleri Hızır Paşa’ya istediğini vermedi.

“Münafığın sözü ile Hakk’ın adını anmamak olur mu? Candan geçmek olur, Hakk’tan geçmek olmaz. Dünyadan geçmek olur, gül yüzlü Şah’tan ayrı düşmek olmaz. Benim yolum canımdan uludur. Serim veriririm, ikrarımdan dönmem” dedi ve bunu öylece deyişlerine döktü.

“Koyun beni Hakk aşkına yanayım

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”(1)

Pir Sultan Abdal’ın zulüm karşısında baş eğmeyen nefesleri kor ateş oldu.

Hızır Paşa emri verdi, Pir Sultan Abdal’ın karşısına müritlerini dizdi ve onlardan öldürülmek istemiyorlarsa kendi pirlerini taşa tutarak öldürmelerini istedi. Taşlamaya katılanların tamamı, taşları Pir’in sağına soluna savurmakla yetindi. Tam bu sıradan Anadolu halkının binlerce yıl boyunca belleğinden silemeyeceği bir ihanet yaşandı. Pir’in yakın alaka ve özenle yetiştirdiği, en güvendiği müridi, yakın dostu ve “yol oğlu” Ali Baba adında bir hain, ağır bir taşı Pir’in kafasına fırlatır. Pir’in dik başı kanlar için öne eğilir. Pir Sultan Abdal atılan taşlar ile oracıkta Hakk’a yürür. Hızır Paşa, halka korku salsın diyerek Pir’in bedenini darağacında sallandırır. Pir Sultan’ın haberi tez yayılır. Sivas’ın her yanından ağıtlar yükselir.

Pir Sultan Abdal’ın ardından müritleri de Pir’in taşlanarak öldürüldüğü yerde yakılarak katledilir. Bu, sonu gelmez yangınların ilkidir.

Tarih sahnesinde Aleviler, Bizanslılar tarafından sistemli bir soykırıma ve zorunlu göçlere tabii tutuldular. Aleviler giderek şiddetlenen ve dayanılmaz olan Bizans’ın katliam ve sürgün politikalarına sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda Sivas/Divriği’de kendi devletlerini kurarak karşı koydular. Yüz elli yıl sürecinde yok edilmekten ve katledilmekten kurtuldular. Bir doğal felaket sonucu Divriği Kalesi’nin yıkılmasını fırsat bilen Bizans orduları karşısında, Aleviler tutunamadılar, yenildiler. Çok kayıp verdiler. Kurtulanlar daha doğuya, Bizanslıların ulaşamayacağı uzaklıklara ve yüksekliklere sığındılar. Tutsak edilenler tekrar Batı Anadolu ve Balkanlar’a sürgün edildiler.

“On birinci yüzyıldan başlayarak, Aleviler önce Selçuklularla, sonra Osmanlılarla Bizans’a, Ortodoks Kilisesi’ne ve haçlı zihniyetine karşı ittifak içinde oldular. Selçuklular ve Osmanlılar, Alevilerle iş birliği içinde hayal dahi edemedikleri imparatorluklara ve ülkelere sahip olurlarken, Aleviler bu ittifaklardan ihanete uğrayarak ayrıldılar.” Atlas Okyanusu’ndan Hazar Denizi’ne kadar uzanan coğrafyada Aleviler’in görmediği zulüm kalmadı.

Aradan geçen on üç yüzyılın ardından 1970’li yıllara gelindiğinde Pir Sultan Abdal’ın köylüleri bir araya gelerek Pirlerinin adına bir dernek kurdu. 1979’da yapımına başlanan Pir Sultan Abdal Anıtı 1980 yılının haziran ayında tamamlandı. Anıt yeri olarak ziyaret tepesinin Yıldız Dağı’na bakan yamacı seçilir. “Ziyaret Tepesi’nin yamaçlarında kayaların arasında yükselen Pir Sultan Abdal, iki eli ile başının üzerinde tuttuğu sazı ile adeta bin üç yüzyıl sonra yeniden zulme meydan okur gibidir.

12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe ile Pir Sultan Abdal Derneği kapatıldı. 1988 yılında Ankara’da, Pir Sultan Abdal’ın adını taşıyan yeni bir dernek kuruldu. Birkaç yıl sonra Pir Sultan Abdal Derneği öncülüğünde Banaz Köyü’nde Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri gerçekleştirilmeye başlandı.

1 Temmuz 1993’de Sivas şehir merkezinde başlatılan Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri dördüncüsüdür ve büyük bir katılım olmuştur. Ülkenin en ünlü yazar, düşünür ve sanatçılarının yanı sıra pek çok kesimden aydın etkinliğe katılmıştır.

Dördüncü Pir Sultan Abdal’ı anma etkinliklerinin ilk gününde Sivas Kültür Merkezi’nin önüne yeni bir Pir Sultan Abdal anıtı dikildi. Etkinliğin ikinci gününde Aleviler bir kez daha ateşle sınandı.

Sivas ve çevre illerin gözü dönmüş canileri birleşerek etkinliğin ikinci gününü kana buladılar. O gün, Sivas dağlarından hiç eksilmeyen duman tüm insanlığın ciğerlerine doldu.

Saldırı cuma namazından sonra camiden çıkanların Sivas Hükümet Konağı’na yürümesi ile başlatıldı. Kültür merkezine gelindiğinde taşlarla, sopalarla Pir Sultan Abdal’ın anıtını yakmak istediler. Bin üç yüzyıllık kinleri bitmemiş, kana doymamışlardı. Pir Sultan’ın anıtı tüm heybetleriyle direnmekteydi. Canilerin başladığı işi, Sivas Belediye ekipleri tamamladı. İş makinesi ile anıtı yerinden sökerek, etkinliğe katılan aydınların, yazarların, düşünürlerin, ozanların kaldığı Madımak Oteli’nin önüne fırlattı. Pir Sultan Abdal anıtının gözlerini parçaladılar, kalbine bıçak sapladılarsa da canilerin öfkesi dinmek bilmiyordu. Yakmak istiyorlardı bir kez daha Pir Sultan Abdal’ı ve ona ait tüm değerleri. Anıtı tutuşturdular. Caniler yalnızca heykeli değil, Pir Sultan’ın yolunda yürüyenleri de tutuşturmak istiyorlardı. Madımak Oteli’nin içerisinde hakikate sevdalı yüzlerce yürekle ateşe verdiler. İnsanlığın külleri göğe ulaştı, rüzgâra karıştı, savruldu dağdan dağa. 35 can, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde yakılarak katledildi.

2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı’nın sorumlusu devlettir. Katliamdan 4 ay önce, kimi grupların katliam hazırlıkları yaptığı emniyet müdürlüğüne rapor edilmiştir.

Çok Hızır Paşa’lar geldi, hepsi de Pir Sultan Abdal’ı küllerine varıncaya dek yok etmeye yeminliydiler. Pir Sultan Abdal çok darağaçları gördü, kor ateşlerde yakıldı. Yine de bitiremediler. “O ki Şah’ın sofrasında ab-ı hayat suyundan içmiştir. Hiç darağacından korkar mı? Ölümden telaş eder mi? Münkirlerin zulmünden yılar mı? Dinleyin ki o yiğit diller ile ne söylemiş. Dünya halinden korkmayanım:

               Yürü be Hızır Paşa

Senin de çarkın kırılır

Güvendiğin padişahın

O da bir gün devrilir”(3)

Pir Sultan’ı darağacına çekenler, 35 canı da aynı yerde ihrak-ı binnar ile katletmiştir. Sivas Katliamı, on üç asır önce Pir Sultan Abdal’ı taşlayarak, müritlerini ise ihrak-o binnar ile katletmenin bir tekrarıdır. Ateş, ilk kıvılcımını aldığı yerde yeniden parladı.

Ateş, hükmedebildiğini yok eder. Pir Sultan Abdal ise ateşe hükmetti. Pir Sultan Abdal, Anadolu topraklarında hiçbir ateşin yok edemediği hakikatin adı oldu. Bin yıllar geçti, Pir Sultan Abdal ruhunu yüreklerinde taşıyanlar Hızır Paşa’lara, zalimlere minnet etmediler. “Bu yeryüzünde onlar için ne cehennemler kuruldu, hiçbirini umursamadılar.”

Biz, Pir’e taş vuranlardan değiliz. Biz, Pir için ateşlere kendimizi bırakanlardanız. Bizim soyumuz, zalime baş eğmez. Pir Sultan Abdal gibi bir yiğide çıkar.

2 Temmuz 1993 Katliamı’nın yirmi sekizinci yıl dönümünde Madımak Oteli’nde semaha duran 35 canı saygıyla anıyorum.

Seyrani’nin dizelerinde söylediği gibi “yolcu ateşte yanmak ile yol yanmaz” Bilmezler mi ki TÜRKÜLER YANMAZ!. “Pir Sultan ölür, dirilir”

İmera Fera Yeşilgöz

Medya Savunma Alanları

2456

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar