Cumartesi Mayıs 4, 2024

Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor.

Yaşadıklarımız reddedilmelidir!

Emperyalist sermayenin çok az bir azınlığın ellerinde toplanması, büyümesi ve bir kaç merkezden idare edilmesi; bölgesel savaşları, işgalleri, yıkımları, tahribatları, açlığın ve yoksulluğun artmasını, insanlığın aşağılanmasını ve insanlığın belleği olan binlerce yıllık kültürlerin yok edilmesini, doğanın geriye dönüşümsüz tahribatının artmasını da beraberinde getiriyor. Esas olarak, Londra, Newyork, Tokyo arasında dolaşan sermayenin büyüklüğü ve hızı arttıkça, yukarıdaki belirlemelerin oranı da artmaktadır. Aşırı üretim artıkça, işçi ve emekçiler üzerindeki baskılar ve sömürü oranı da artmaktadır. Emperyalist sermayenin büyüklüğü ve her geçen gün aşırı üretimin ala bildiğine artması, arttırılması; kitlelerin zenginleşmesi ve refahının artmasını değil, ters orantılı bir yaşam seviyesini doğurmaktadır.

Üretimin bolluğu ve buna karşın insanlığın yoksunlaştırılması ve yoksullaştırılması da aynı oranda büyümektedir ve bu gelişmeler emperyalist sermayenin temerküzü ve birikiminden ayrı ele alınamaz. Emperyalist sermayenin temerküzü, kaçınılmaz olarak, üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki çelişmenin keskinleşmesini ve derinleşmesini de beraberinde getiriyor. Bu durum, bir başka olguyu da, emperyalistler arasındaki varolan çelişmelerin keskinleşmesinin de artırıcı bir unsuru oluyor. Sermaye büyüdükçe kitleler üzerindeki sömürü ve baskı oranı da doğru orantılı bir şekilde artıyor. 

Son yılllarda, özellikle de müslüman ülkelerde dinciliğin geliştirilerek toplumsal tarihin geriye götürülmek istenmesi, emperyalist burjuvazinin insanlığın tahribatını nereye kadar indirgediğinin bir göstergesi olmaktadır. Yanı başımızda Suriye’de olan gelişmeler, insanlığına yabancılaştırılmış şeriatçı katil sürülerinin üretilmesi, emperyalist burjuvaziden ve elbette gelişen üretici güçler karşısında gerici ve engelleyici bir özelliğe sahip kapitalist üretim ilişkilerinden ayrı ele alınamaz. Afganistan, Pakistan, Irak, Yemen, Somali ve en açık olarak

Suriye’de insanlığın ve onun yarattığı kültürün katledilmesi, emperyalist burjuvazinin gericiliğinin geldiği nokta olarak görülmelidir. Ve gözlerden ırak(!) Afrika’da yıllarca kabilelerin birbirine kırdırılması ve insanlığın derin tahribatı, tekelci burjuvazinin insanlık düşmanı politikalarının ürünü olarak hala devam ettirilmektedir.

Emperyalizmin poltikasının “böl-yönet” olduğu bilinir. Sözde, burjuva medeniyeti ilerledikçe, insanların alt kimliklere bölünmesi olgusu da artmaktadır. Farklı dinlere bölünmek “normal” (!) karşılanırken, gelinen aşamada, her din içindeki kitleleri küçük mezheplere bölme olayı yaygınlaştırıldı ve derinleştirildi. Sınıfsal kutuplaşma ve mücadele yerine, alt kimliklerle kitlelerin birbirine kırdılması ve sınıfsal hedef karartılması geliştirildi. 1789 da devrimci “burjuva aydınlanması”nı yaratan burjuvazi, artık o günün değil, ondan da önceki toplumsal süreçlerin gericiliğini kitlelere empoze etmeye başlamıştır. 

Kapitalizm koşullarında ne insanlığın ne de doğanın tahribatı önlenebilir. Kitleleri oyalamak ve tepkileri geçiştirmek ya da pasifleştirmek için yapılan ufak tefek rötuşlar, ekolojik (ve elbette insanın) dengenin geriye dönüşümsüz bozulmasını önleyemez. Batılı emperyalist burjuvazi, doğayı kurtarmak için “çabalıyor” gözükmesi, sermayenin birikimi ile çelişir. Emperyalist sermaye niyet tanımaz. O kendi doyumsuz ve yok edici kanununu işletir. Onun için tek kural budur. Diğerleri buna hizmet ettiği sürece “yasaldır” ve “kabul” görür. Sermaye birikiminin önündeki  her engel, burjuvazi için  “yasadışı” ve “terörizm”dir. Onun açısından sorun karmaşık değildir. Her şey nettir. Onun önündeki engel, işçi sınıfının direnişidir. O soruna sınıfsal bakar. Kendi sınıf çıkarları için ne gerekiyorsa, -dünya üzerindeki yaşamın hızla tüketilmesi pahasına- yapar. Ve olan da bundan başka bir şey değildir.

Burjuvazi, her yönüyle gericileşmiştir. “demokrasi”, “insan hakları” sermayenin çıkarlarıyla örtüştüğü ve ona hizmet ettiği ve onun toplumsal  tahribatlarının üstünü küllediği sürece vardır ve içerikleri de bununla ilişkilidir. Bu nedenle de bütün yarı-sömürge ülkelerde ne kadar gerici ve faşist yönetimler varsa bunları destekler, onların arkasında durur. Bütün “küçük” kral ya da Tayip Erdoğan vb. gibi faşist despotlar, emperyalist burjuvazinin beslemeleridir.

Burjuvazi ve onun kapitalist sistemi, insanlığın ne bugünü ne de yarını için bir alternatif oluşturabilmiş değildir. Onun toplumsal miadı çoktan dolmuştur. Ancak bu meftayı ortadan kaldıracak olan işçi sınıfıdır. Sınıf bilinçli proletarya (komünistler) önderliğinde işçi ve emekçilerin kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmasıyla sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz özgürlükler deryası (komünizm) yeşerecektir.

Alternatif sosyalizmdir!

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor. Sermaye büyüdükçe ve çok az bir azınlığın elinde toplanma süreci durmaksızın geliştikçe, işçi cephesi de direnişlerini büyütüyor, yaygınlaştırıyor, birbirine destek veriyor ve birbirini motive ediyor. 

Artık, işçi sınıfının yoğun olduğu direniş merkezlerinin isimleri ülke isimlerinin önüne geçiyor. Direniş nerede olursa olsun, “burası Taksim”, “burası Tahrir”, “burası Syntagma”, “burası Puerta del Sol” vb. adlarla anılıyor. Bu da, halkların direnişlerinin birbirine benzerliğini, birbirlerinden destek almalarının ve birbirini kabullenmelerinin ifadesi oluyor.

Dünya halkları, adeta,  bir toplumsal meftayı (kapitalizmi) ortadan kaldırma uğraşı verirken, yeni bir yaşamı yaratmanın doğum sancısını da yaşıyor. Ölüm ve yaşam ikisi birlikte var oluyor. Kapitalizmi ortadan kaldırmak ya da onun tahribatlarına karşı mücadele sesleri yükselirken, onun karşısında yeni bir yaşamın ayak seslerini duymamak olası olmuyor. Kitleler, burjuvazinin kendilerine “kader” olarak sunduklarına karşı isyan ediyor. Bir gün Roma’da, Paris’te ayağa kalkıyor, ertesi gün Rio de Janerio, Sao Paulo ve aynı gün işçi ve emekçi merkezlerinin bir kaçında birden ayaklanma sesleri, emperyalist ve iş birlikçi burjuvazinin soygun ve sömürü düzenine karşı itiraz sesleri yükseliyor.

Dünya halkları, adeta, özellikle 21. Yüzyıl başından beri “her yer Taksim her yer direniş” sloganları ile ayakta gibi duruyor. Suskunluk fazla sürmüyor. “işçi sesleri kısıldı” dendiği bir anda Tahrir meydanı ve Mısır sokakları tarihin yeni bir görkemli direnişini yaratabiliyor. Ya da Brezilya’da ya da Lizbon, Hartum, Johannesburg ve Pretoria’da sokaklar yeniden direniş alanları haline gelebiliyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerden en geri ülkelerin işçi ve emekçi sınıflarına varıncaya kadar, emperyalist burjuvazinin sistemine karşı direnişler, “barıçşıl” olmaktan çıkıp, burjuvazinin saltanatına karşı çatışmalı direnişe dönüşüyor.

İnsanlık yeni bir toplumsal özgürlüğün doğuş sancılarının ciddi bir şekilde çelişkilerini yaşıyor ve bu çelişmenin doğurduğu yeni bir süreci hızla ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bunun başını işçi sınıfı çekiyor. Direnişler, işçilerin yoğun olduğu kentlerde, sömürü ve baskının yoğun olduğu her alanda boy veriyor. Burjuvazi, modern silahlarıyla, paramiliter güçleriyle, medyası ve diğer baskı güçleriyle kitlelerin mücadelesini daha baştan boğmak ve bastırmak için uğraşmasına, katliamlar yapmasına karşın, korku duvarlarının çoktan yıkıldığını görmekten korkuya kapılıyor.

Direnişler büyüdükçe, kitlelerin umutları da büyüyor, güçleniyor ve iktidarı zaptetme mücadelesine dönüşüyor. İşçiler ve emekçiler, direniş meydanlarına, burjuvazinin kendilerine dayattığı alt kimlikleriyle değil, sınıf kimlikleriyle çıkıyorlar. Sınıfsal dayanışmayı ve sınıf mücadelesi gerçeğini kuşanıp, sınıf düşmanının  karşısına sınıfıyla çıkıyor.

Kitle direnişlerinin ve ayaklanmalarının esas hedefi; kapitalist sistem ve onun tahribatlarıdır. Bazı yerlerde direkt sosyalizm savunulmasa da, bazı yerlerde kapitalizme karşı sosyalist alternatif ortaya konmaktadır. Kitleler, ara çözüm istemiyor. Sömürüsüz ve baskısız bir yaşam istiyorlar. Bunun adı sosyalzimdir!

İşçi ve emekçilerin mücadeleleriyle doğru orantılı olarak sosyalist dünya yaratmanın umutları da büyüyor. Tahrir’de işçi ve emekçilerin: “defolun başımızdan!”, Taksim’de işçi ve gençlerin: “bu daha başlangıç!”, Brezilyalı işçilerin; “aşk bitti!”, İtalya’lı öğrencilerin Roma’nın Repubblica meydanında burjuvaziye; “Size verdiğimiz süre doldu” demeleri, 21. Yüzyılın işçi ve emekçilerin direnişlerinin direkt kapitalizme yöneldiğinin göstergesi oluyor. *** 03.11.2013

96957

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kıss... Kıss... Ayeste... Ayeste...

Biz sıradan proletaryaların özgürce üretebilmesi için daha çok şeyler yapması gerekir değil mi ?

Hani nerede bahis ettikleri; etiklik,  ahlakılık... kurallar, disiplin, sadakat...

Üzenlere üzülmeyecem... üzenlere üzülmeyecem... üzenlere üzülmeyecem....

Çal kemancı.

Ali' de gitse, Veli' de  gelse bizler için hiç bir şey değişmeyecek.

Yirmisinde yoldaş, kırkında gardaş, altmışında kankiiii.…

Bireyin zaaflarını ortaya çıkaran nedenlerle değilde bireyin zaaflarıyla yola çıkmak kime ne kazandırmıştır ki kanki ?

Anomali! [1] – H. Gürer

 M.Ö filozoflarından Aristo’nun geliştirdiği klasik mantık, doğru ya da yanlış sonuçlar doğuran siyah-beyaz meselelere odaklanır. Oysa gerçek hayattaysa, kafa patlattığımız şeylerin çoğu grinin tonlarını taşır! Bu yüzden Aristo’nun M.Ö geliştirdiği klasik mantık ile günümüz gelişmelerine bakmaya kalkarsak yanılırız. Neden? Çünkü siyah ile beyaz renklerinin ara tonlarını gör(e)meyiz. Hiç bir şey siyah-beyaz kadar kesin ve net değildir. Hele siyasette, asla!

Katledilişinin 44.yılında komünist Önder İbrahim Kaypakkaya'yı anıyoruz!

Katledilişinin 44. yılında Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anmak için düzenleyeceğimiz geceye siz emekçileri, devrimcileri, yurtsever ve yoldaşlarımızı katılmaya çağırıyoruz.

Türkiye proletaryasının komünist önderi İbrahim Kaypakaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanelerinde katledilişinin 44. Yılındayız. 

Fırat havzasında Ermeni kıyımları

Beş yıldan bu yana Suriye'de devam eden savaşta insanoğlu II.Dünya savaşından sonra ekonomik ve sosyal yıkımların en ağırlarına tanıklık etmektedir.Henüz gelinen aşamada görüşmeler ülkeninasli unsurlarının olmadığı,istenmediği ortamda yapılması çözümün ne kadar gerçekçi olacağı ayrıbir sorun olarak kendini gösteriyor.Arap,kürt ve mazlum halkların kaderi ve geleceği emperyalisthaydutların alacağı kararlara bağlanmış savaşın sona ermesini beklemektedir.Bugüne kadar savaşın bilançosu çok ağır olmuş daha da artmaktadır.Nerdeyse nufusun yarısı yerlerini değiştirmiş,beş-yüzbin insan hayatını kayb

Başkanlık sisteminin düşündürdükleri...

“Toplumun ve devlet iktidarının toplumsal yapısı, onları kavramaksızın toplumsal faaliyetin herhangi bir alanında tek bir adımın bile atılamayacağı değişikliklerle karakterizedir.

"Uyuşturucu Hazır Taslaklar" ve Devrimci Eğitim…

Yaşadığımız coğrafyanın sosyal, siyasal ve ekonomik çelişkileri ezilenlerin dünyasını dev bir bataklığa döndürürken, fabrikalarda işlenen, madenlerden sökülen ve günden güne biriken emekçi sınıfların ve ezilen ulusların mücadelesi, heybesinde önemli ve kritik bir sorunlar yığınını da barındırmaktadır.

TKP/ML’ye bağlı komiteler ve Komsomol’dan “hizip” tartışmasına karşı ortak açıklama:

Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Ortadoğu Bölge Komitesi, Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği (TMLGB), Kadın Komitesi, Enternasyonal Büro, Geçici Yurt Dışı Komitesi (GYDK), … Komitesi “Kamuoyuna Zorunlu Açıklama” başlığıyla ortak bir açıklama yayınladı.

Devrim Kapıyı Farklı Çalabilir

Seslenebileceğim örgütsüz proletaryalardan başka kimsem yok.
Bu günkü yaşadıklarımız dün kitleleri seferber edemememizin sonucu.
Tezat bir ilişki yaşanıyor abd' yle ( ingiltere, almanya... dahil ) halklar arasında.
Bir yandan abd halklar üzerinde faşist kararlara imza atıp mağduriyetlerin, tepkilerin sayısını artırırken diğer bir yandan da aşırı solcu savaşçılarca desteklendiğini bildiği ulusalcılarla da uyum, barış içerisinde.
Normal de abd' den aşırı solcu savaşçılarca desteklenen bir hareketi terörist ilan edip savaş açması beklenir.

Kaypakkaya geleneğinin yüz akı, “genç” “asker”: Hasan Bayrak

Bir anneyi düşünün. Oğlunu arıyor…

Oğlu devrimci, oğlu Kaypakkaya’nın yoldaşı…

Gözaltına alınmış birkaç zaman önce, ama haber yok. Kapı kapı geziyor. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın karanlık günlerinin korku duvarları kâr etmiyor, annenin oğlunu cesurca aramasına…

Sonra…

Bir morga götürüyor ve önüne bir cenaze veriyorlar. “Al, bu oğlun” diyorlar. Sımsıkı sarılıyor oğluna… Ama o an, kalbinin zayıf da olsa attığını ve teninin sıcaklığını fark ediyor.

2 Şubat…

“Herkes işini yapsın” dedi gerilla birliğinin komiseri toplantıyı bitirdi. Bitirmeden önceki son sözleri yüzü kadar net, gözleri kadar berraktı. Toplantı bitiminde mangalarına çekilen tüm gerillalar iki gündür süren ve bu akşam son bulan eleştiri-özeleştiri toplantısının muhasebesini yapmaya başladılar. Ve hepsi de “Herkes işini yapsın” sözüne odaklanmıştı. Aslında mesele bu kadar basit ama bir o kadar da karışıktı gerillalar cephesinde. Gerillalar yoğunlaşma içindeyken sözün sahibi de manganın girişindeki tüneli, gökyüzünün ferahlığına kavuşmanın sabırsızlığıyla geçti.

Partizan: “Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!”

Yaklaşan referanduma ilişkin bir açıklama yapan Partizan, “HAYIR” diyeceğini duyurdu. “HAYIR’ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un ‘Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz’ çığlığını ‘Diz çökmeyeceğiz, HAYIR’ diyerek taşıyacağız” diyen Partizan’ın açıklaması şu şekilde:

Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!

Sayfalar