Perşembe Mayıs 9, 2024

Yalandan kim ölmüş! İsmail Cem Özkan

Tarih yalanlar üzerine kuranlar bugün yaşadığımız çarpıklığın ve kafa karışıklığının da temelini kurmuştur. Karşılaştırmalı tarih eğitimi ve anlayışı yerine tek doğrunun hüküm sürdüğü ve tek doğrunun mutlak ve değişmez olarak tarih sayfalarına yazıldığı kabul edenler, diğer ulusların tarihçileri karşısında afallayıp, ne savunacağını bilemez kanıt ve belge yoksunu birer ırkçı konumuna düşer. Çünkü onlara verilen eğitim kanıtlar üzerine değil, büyüklerin kabul etmiş ettiği doğrular üzerine kuruludur. Resmi tarih; iktidardaki erk ideolojisinin ihtiyacını karşılayan tarihi yalanlar bütünüdür.

Bir ülkede resmi tarihin varlığı, o ülkede halkına karşı yalan söylendiğinin bir kanıtıdır. Gerçek tarih sayfaları arasında yalanlar arasına gizlenerek varlığını devam ettirir ama yaratılan ön yargılar var olan gerçeğin inkarını üzerinedir ve bu inkar edilen gerçekliğin kabulü yalanın kabulünden daha zordur. Bir ulusun resmi tarihini çöplüğe atmak ve yeniden oluşturmak demek, o ulusu yeni baştan düzenlemek ve yeni hedefler koymak anlamına gelir.

Bir ülkede resmi tarihi devlet maaşı ile geçinen profesyonel yazıcılar dışında gönüllü edebiyat yazıcılar eli ile de yaratılır ve halka aslında benim yazdığım gerçektir denir. Söz arasında edebi eserler kurgudur, oradan gerçekleri öğrenemezsiniz vurgusu yapılır. Sanat, resmi tarihin hem destekleyici ve toplum içinde kabulün yaygınlaşması için bir silah olarak kullanılırken, tersi de aynı anda kullanılabilmektedir. Sanat zıtların bir arada olduğu ama erk sahibinin olanaklarını kullananların daha baskın olduğu bir çizgi izler. Elbette erk sahibinin ihtiyacına göre bu çizgi eğrilebilir… Romanlarda / öykülerde sanatın diğer alanlarında gerçekler kurgunun arasında fısıldar, bazen bağırır... bu fısıltı ve bağırmayı ancak karşılaştırmalı tarih okumasını yapanlar duyabilir ve görebilir… Çünkü tarih tek bir bakış açısından yazılamaz, yazıldığı an bir ideolojiye hizmet ve sınıflı toplumda sınıfın silahı işlevini görür…

Tarih üzerine konuşmalarda kaynak olarak alınan belgelerin ne kadarı gerçek, ne kadarı toplumun doğrularını yansıyor diye kuşkular içinde yaklaşmayı getirir, çünkü her çağın, sosyal gelişmenin gerçekleri farklıdır ve o fark farklı algıları ortaya çıkarır. Tarih çizgisi bugünden geçmişe bakmayı değil, aynı zamanda geçmişten bugüne bakmayı da gerekli kılar. Bugünün doğruları geçmişi anlatamayacağı gibi, geçmişin doğruları ile de bugünü görme şansına sahip değiliz. Tarih bir birikim işidir ve tarih yazıcılığı kazananların övünme alanı hiç değildir.

Bir şair geçmişte yazılmış bugün dikkatli bir göz ile ortaya çıkarılan dizeler ve kelimeler üzerine bir destan yazabilir, fakat yazdığı dizeler gerçekleri fısıldamayı bırakın, sadece kendisinin bugünden geçmişe bakışını yansıtır. Toplumsal olayda olaylar bittikten sonra ancak onun ile ilgili öyküler ve romanlar yazılabilir, olay yaşanırken yazılan her türlü bilgi sadece bulunduğu noktadan ve görmek istediği gerçekleri anlatır. Yani ihtiyacına uygun yaratılmış gerçekliğe dokunur, gerçek her daim dışarıdan bu yaratılan gerçekliğe gülümseyerek bakar, çünkü mesnevi’de yer alan karanlıkta filin tarifi gibidir.

İzmir’de bir şair yaşadığı şehri anlatan birkaç cümle görmüş, o cümleyi doğru kabul etmiş ve o doğru üzerine bir şiir yazmış. Aldığı kaynak ne kadar güvenilir olup olmadığını sorgulayamaz şair, onun başka bir derdi vardır, o derdini dizeler içinde seslendirir. Fakat o seslendirdiği şeyin gerçek olduğuna inanıp, o doğru olduğu şey için bir anma toplantısı yapılıyorsa ortaya gerçekler üzerine oturmayan yeni bir tarih yazıcılığı ile karşı karşıya kalırız. Resmi ideolojinin yaratmış olduğu gerçek kadar gerçektir. Bugüne kadar resmi tarihin verilerini doğru kabul edip anma toplantıları düzenleyenler bu yeni söyleme uygun anma toplantısı yapmışlardır. Aslında yoktur birbirlerinden farkları ama biz … diye devam cümlenin öznesi konumuna gelebilmekteler.

Tarihte neler doğru olabileceği, nelerin yalan olabileceği karşılaştırmalı tarih araştırması yapanlar için büyük sorun değildir. Şairler tarihçi değildir, istedikleri konuları özgürce işleyebilirler, fakat şairlerin dizlerini doğru kabul edip gerçek tarih budur, oradan bir destan yaratmak resmi tarih duruşundan başka bir şey değildir…

İzmir üzerine bugüne kadar resmi tarih dışında neden karşılaştırmalı tarih yazılmamıştır. Belediyenin oluşturmuş olduğu ve devletin tarih defterinde yaratılan bir İzmir tarihi neden kuşku ile yaklaşılmamış da bir grup komünistin idam konusu işlenmiştir? Çünkü daha zararsızdır, daha risksizdir. İzmir yangını, azınlıkların İzmir’den kovulması için, İzmir’in Türk askeri tarafından alınmasından haftalar sonrası, azınlıkların yaşadığı yerlerde aynı anda üç farklı yerde kundaklanması, bu kundaklamada kimlerin tetikçi olarak kullanıldığı, kimler bu yangın sonucunda karlı çıktığı sorulmaz! İzmir yangını sonucunda İzmir ‘gavur’ olmaktan çıkmış homojen toplum idealine uygun şekilde yapılandırmaya gidildiği, birkaç Rum papazın linç edilmesi ve “acı çektik, acı çektiriyoruz!” diye keyif ile olaylara gönüllü karışan Kadıfekale ahalisinin gerçekliğini yazmaz! Yazamaz, çünkü küçük çıkarlar şairlerin, öykü, roman yazanların, resim çizenlerin işine gelmez. Bugün dahi bu insanların ağızlarını, ellerini devletten aldıkları maaşlar tutar…

İzmir'e Yunan askeri geldiğinde Ege bölgesinde neden halaylar çekildiği, sevinç çığlıklar atıldığı bugün yaşayanlara anlatılmaz, çünkü atalarının sevinçleri bugün yaşayanlar için kara bir leke olarak görülür ama Osmanlı'nın şerrinden bıkmış, çocuklarını alıp Arap çöllerinde, Sarıkamış dağlarında telef edenlere karşı duyulan öfkenin bir dışa yansıması olduğu görmezden gelinir. Savaş yorgunu bir halk, savaş içinde her şeylerini telef edenlere karşı duydukları öfkenin bir patlamasını yaşar. Yunan kökenli komşuları ile beraber ve birlikte yaşayabilecekleri umudun yansımasını kimse görmez. Elbette zaman içinde bu hoşgörü hayal kırıklığı ve direnişi ortaya çıkarmıştır, gelen Yunan askeri de Osmanlı askeri gibi kendisine baskı ve zulüm yapar bulur… Direniş, zaman içinde başka bir umudun rüzgarı üzerilerine estiğinde ortaya çıkar.

Resmi tarih sadece bizim tarihimizde yok değildir, Yunan tarihinde de resmi tarih söylemi vardır ve bugün dahi bizde ki gibi söylenmeye devam ediliyor...

İzmir yangını yalanı bugünde söyleniyor, elbette yalandan kim ölmüş ama bu yalana inanan kuşaklar yetişti, bu yalanı sorgulamak zahmetine katlanmak yerine yeni yalanlar uydurmaya ve yeni destanlar yaratma peşinde koşuyor. Popüler kültür içinde kendi ismini popüler bir olay ile gündeme getirmek popülizmin yaratmış olduğu rant pastasından biraz daha pay almak için girişilmiş hareket olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir şair bir dize yazdı, o dizeyi doğru kabul edenler kendilerine rant yaratır umudu ile gerçek diye o dizelere sarıldı. Türklerin değimi ile “yalandan kim ölmüş!”

72076

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Sayfalar