Salı Mayıs 14, 2024

“Yetmez Ama Evet”: OYLAR HDP’YE!

1 Kasım “yeniden seçim”ine günler kala bütün hakim sınıf partileri ağız birliği etmişçesine halkı sandığa gitmeye çağırmaktadır. İşçi sınıfı ve halk düşmanlığı dışında başka hiçbir konuda anlaşamayan hakim sınıf partilerinin, bu konuda ortaklaşabilmeleri dikkate değerdir. Bu durum, 1 Kasım seçimi öncesinde bir yandan işçi sınıfı ve halkın dikkate değer kesiminin seçim ve sandık olgusuna yaklaşımına dair işaretken, diğer yandan da hakim sınıf partilerinin yönetememe krizinin sürdüğünü göstermektedir. Hakim sınıf partileri, var olan tablo içinde, 1 Kasım seçim sonuçlarından çok büyük bir değişiklik beklemedikleri için, son çare olarak sandığa gitmeyen seçmene çağrı yapmakta ve böylelikle arkalarındaki kitle desteğini artırmak istemektedirler.

R. T. Erdoğan ve AKP’de kendini ifade eden hakim sınıf kliği, 7 Haziran’da Erdoğan’ı başkan yaptırma ve tek başına hükümet kurma politikası başarıya ulaşmadığı tarihten itibaren halka saldırılarını artırmış durumdadır. Hedeflerinde bu başarısızlığın bir numaralı sorumlusu ilan ettikleri Kürt hareketi ve onu destekleyen ilerici devrimci güçler vardır. Bu amaçla “çözüm süreci” yalanı bitirilmiş, başta Kürt halkı olmak üzere yurtsever, ilerici ve devrimci örgütlere karşı saldırı furyası başlatılmıştır. 7 Haziran’dan sonra neredeyse saldırı yapılmayan, gözaltı ve tutuklama gerçekleştirilmeyen gün yok gibidir. Bizzat devlet güçleri ya da onun kontrolündeki gerici örgütler tarafından katliamlar gerçekleştirilmektedir. İş o raddeye varmıştır ki, tam bir gözü karalıkla kendi beslemeleri olan kontrgerilla artıklarına, Ankara’da kitle katliamı yaptırma ve bunun üzerinden algı operasyonlarıyla seçim kazanmaya çalışmaya uzanmıştır. T. Kürdistanı’nda yaşanan kitle katliamları, bizzat devletin başkentine taşınmış ve bu kanlı katliamdan seçim için fayda sağlanmak istenmiştir.

Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin tarihsel geçmişi, Ankara Katliamı gibi onlarca örnekle doludur. Bu açıdan devletin halka saldırısı şaşırtıcı değildir. Burada asıl önemli olan bu türden bir kitle katliamına Ankara gibi, kendileri açısından simgesel önemi olan bir şehirde yol verebilmiş olmalarıdır. Bu durumda esasta Erdoğan ve AKP kliğinin ne kadar sıkıştığının göstergesi olarak okunmalıdır. Ankara Katliamı, doğrudan Erdoğan ve AKP tarafından temsil edilen kliğinin tavrının da etkisiyle hakim sınıfların yönetememe krizinin ulaştığı aşama açısından da değerlendirilmelidir. Türk hakim sınıfları, örneğin Kürt sorununda ve daha özel olarak T. Kürdistanı’nda halka karşı saldırılarda rahatlıkla ortaklaşabilirlerken, Ankara gibi devletlerinin başkenti olan bir şehirde göz göre göre gerçekleştirilen bu katliam saldırısının üzerinden iktidar kavgalarını son hızıyla sürdürmektedirler.

Nitekim bir diğer hakim sınıf partisi CHP eliyle, Gülen Cemaati’nin de katkılarıyla başta Ankara Katliamı olmak üzere, Erdoğan’ın ve AKP’nin bir devlet politikası olarak, Suriye’deki Cihatçı çeteleri her anlamda desteklediğine dair belgeler ortaya serilmektedir. TC devletinin Suriye’deki katiller sürüsüne, kimyasal silahtan tutalım da, insan, para ve silah yardımlarıyla nasıl bir lojistik destek sunduğu kanıtlarıyla açıklanmaktadır. Son yaşanan Ankara Katliamı’nda da devletin ilgisi ve bilgisi doğrultusunda nasıl yol verildiği görülmektedir. Bu anlamıyla katliamın gerçek faili TC devletinin kendisidir. Katliamın bir numaralı azmettiricisinin Erdoğan’ın olması bu gerçeğin üzerini örtmemelidir. Hepsi birer işçi sınıfı ve halk düşmanı olan bu partilerin aralarındaki dalaş, başta Suriye halkı olmak üzere, Amed, Suruç ve Ankara katliamına uzanan bir çizgide, TC devletinin nasıl bir işçi sınıfı ve halk düşmanı, terörist bir devlet olduğunu göstermektedir. Bu anlamıyla mızrak çuvala sığmamakta, TC devletinin varlık koşulunun işçi sınıfı ve halk düşmanlığı olduğu bir kez daha ortaya saçılmaktadır.

TC devletinin bütün klikleriyle işçi sınıfı ve halka saldırı kararı alması, Gezi İsyanı’yla başlayan, Kobanê Serhildanı’yla süren ve son olarak da, HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden başarıyla çıkmasının sonucudur. Bu gelişmeler, hakim sınıf partilerinin yönetememe krizini derinleştirmiştir. Esas olarak Erdoğan ve AKP’de temsil olunan kliğin kararıyla gidilen 1 Kasım seçiminin de bu yönetememe krizini değiştirmeyeceği görülmektedir. Bu nedenle bir yandan dış basında, “darbe” yorumları yapılmakta, diğer yandan ise hakim sınıf partileri 1 Kasım sonrası için çeşitli senaryolar üzerinde çalışmaktadırlar. Nitekim bir diğer hakim sınıf partisi olan MHP’nin şefi Devlet Bahçeli’nin “mecliste beşinci parti olabilir” vurgusu ve koalisyon açıklamaları bununla ilgilidir. Hakim sınıf partileri “devletin bekası” üzerinden plan yapmakta ve Erdoğan’ı dizginlemeye çalışmaktadırlar.

Bu çabalarda bir yandan 1 Kasım seçiminin yönetememe krizini esaslı olarak çözemeyeceği öngörüsü varken, diğer yandan özellikle dış politikada Ortadoğu ve Suriye’de alınan yenilginin, doğrudan iç politikaya yansıyacağı, çelişkileri ve yönetememe krizini daha da derinleştireceği gerçeği vardır. Üstelik Suriye lideri Beşar Esad’ın Moskova ziyaretinin hemen ardından Katar Dışişleri Bakanı Halid El Atiyye’nin “Suudi ve Türk kardeşlerimizle (…) gerekirse Suriye’ye askeri müdahalede bulunuruz” açıklamasını yapması, bölge gericiliğinin ateşe körükle gitmekten vazgeçmediğini göstermektedir. Türk hakim sınıflarının yönetememe krizlerini şimdiye kadar yaptıkları gibi örtülü değil de Suriye’ye doğrudan müdahalede bulunmakla aşmaya çalışmaları da ihtimal dahilindedir. Bu durum hakim sınıflar arasındaki çelişkiyi daha da artıracaktır. Yine Kürt Hareketi’nin ulaştığı düzey ve direnme çizgisi, Türk hakim sınıflarını zorlayan bir özelliğe sahiptir. Tüm bu gerçekler, hakim sınıf partilerinin bir yandan kendi aralarında dalaşırken, diğer yandan da kendilerince çözüm önerilerini ortaya koyma ve özelliklede 1 Kasım seçiminde kitle desteği sağlamaya itmektedir. Hepsinin de ortaklaştığı nokta, işçi sınıfı ve halk düşmanlığı ve özellikle de HDP’nin geriletilmesidir.

Halk Savaşçıları Ölümsüzdür!

Bu tablo içinde özellikle Erdoğan ve AKP kliğinin HDP’yi geriletmek için yoğun mesai harcadığına tanık oluyoruz. Ankara Katliamı bu açıdan daha önceki saldırıların bir devamı olduğu kadar, 1 Kasım seçimlerinden sonrası içinde bir uyarıdır. Erdoğan ve AKP’nin hayallerinin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkan HDP’nin seçim başarısı, hakim sınıfların yönetememe krizini derinleştirmiştir. Bu nedenle bütün amaçları, HDP’nin 7 Haziran seçiminde elde ettiği başarının geriletilmesidir. 

Halk saflarında bir parti olarak HDP, her ne kadar düzen içi bir perspektife sahip olsa da, savunduğu politikaların önemli bir kısmı, demokratik, ilerici bir karaktere sahiptir. Ancak bu durum bile hakim sınıf partilerini rahatsız etmektedir. Türk hakim sınıflarının ve onların devleti TC’nin faşist karakteri, buna bile tahammül edebilecek durumda değildir. Fıtratlarında işçi sınıfı ve halk düşmanlığı olanlar, en demokratik talepleri bile faşist terörle yanıtlamaktadır. Bu nedenle HDP’ye ve onu destekleyenlere saldırılmakta, katliam saldırıları devreye sokulmakta, gözaltı ve tutuklamalar tüm hızıyla sürmektedir.

Bu anlamıyla 1 Kasım seçiminde HDP’nin adaylarının desteklenmesi devrimci demokrat olmanın bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Faşizmin başta Kürt ulusunun özgürce siyaset yapma hakkı olmak üzere, en temel, en demokratik taleplerine yönelik saldırganlığına bu cepheden de yanıt olunmalıdır. Ancak bunu yaparken, Türk hakim sınıfları ve onların devletinden gerçek anlamda kurtuluşun yolunun seçimlerden geçmediği akıldan çıkarılmamalıdır. Kitlelere bu anlamda yalan söylenmemeli, Türkiye koşullarında devrim, demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesinin nihai olarak ancak ve ancak savaşılarak kazanılabileceği propaganda edilmelidir. Reformist taleplerin, devrime kanalize edilmesi, bunun için çalışılması yeni bir politika değildir. Bu noktada asıl dikkat edilmesi gereken, reformist taleplerin dillendirilirken, devrimin unutulmasıdır!

Ülkemiz topraklarında sınıf mücadelesi tüm hızıyla sürmektedir. Ankara Katliamı bunun son ve en acı göstergesi olmuştur. Katliam, Türkiye Devrimci Hareketi’nin önüne bu anlamıyla çok önemli sorumluluklar koymuştur. Geniş halk kitlelerinin, işçi sınıfının, gençlerin ve kadınların, devrim ve sosyalizm, demokrasi, özgürlük ve barış taleplerinin yakıcılığını ve katliamın hesabının sorulması görevini yüklemiştir.

Bu açıdan Dersim’de şehit düşen üç Halk Savaşçısı, "Ünal” parti isimli Cengiz İçli, “Yurdal” parti isimli Hakan Çakır ve “Sefkan” parti isimli Özgüç Yalçın; Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden, işçi sınıfına, gençlere, kadınlara, kısacası geniş halk kitlelerine yürünmesi gereken yolu, izlenmesi gereken çizgiyi bir kez daha, kanları ve canları pahasına göstermişlerdir. Yürüdükleri yoldan yürümeye, bıraktıkları bayrağı dalgalandırmaya ve sloganlarını tekrarlamaya devam edeceğiz.

42128

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar