Perşembe Şubat 6, 2025

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Gelişen teknoloji sayesinde, insanlar, nerede ne oluyor anında  takip edebiliyor, gelişmelerden haberdar olabiliyor. Ayrıca, bir ülkeyi tahlil etmek için de gidip görmek gerekmiyor.

 

Yazı da dikkatimi çeken, Brezilya’nın “yarı-feodal” değerlendirilmesiydi. Şöyle tanımlanıyor: “Ülkemizle ilgili mevcut değerlendirmemiz bürokratik kapitalist ve gelişmekte olan yarı-sömürge, yarı-feodal yapıdır.“

 

Yukarıda da belirtiğim gibi, internet sayesinde bütün ülkeler ve o ülkelerdeki gelişmeler elinin altında oluyor. Ve hatta nasıl ki TÜİK’in verileri izlenebiliyorsa, diğer ülkelerdeki istatistik kurumların verileri de aynı şekilde izlenebiliyor.

 

Söz konusu örgüt, hangi verilerden ve hangi kriterlerden hareketle Brezilya’yı „yarı-feodal“ değerlendiyor bilmiyorum. Ancak, ben Brezilya’nın kapitalist olduğunu ve Türkiye’deki kapitalist gelişmeden daha ileri düzeyde olduğunu biliyorum.

 

Burada, Brezilya’nın sosyo-ekonomik yapısını inceleyecek durumumuz yok. Ancak, bazı istatistiki veriler, bir ülkenin ekonomik ve toplumsal durmunun ne olduğu konusunda yaklaşık olarak bir fikir verebilir.

 

Brezilya, 2010 yılı verilerinden hareket edilirse, GSYİH açısından dünyanın 8. Ekonomisi. Ancak, 2013’de 7. sıraya çıkarak, İngiltere’nin önüne geçeceği tahmin ediliyor.

 

Bir ülkenin toplumsal yapısı, yaklaşık olarak, aşağıdaki verilerden çıkarılabilir:

 

(Bir) Brezilyz'da şehirleşme oranı ise % 87,4’dir. Bu oran, en gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelerin bazılarından bile ileri düzeydedir. Köylülüğün en kısa zamanda en fazla mülksüzleştirildiği ve şehirlere sürüldüğü ülkelerin başında Brezilya gelir. Amazon ormanların derinliklerinde bir kaç yerli kabile kaldı, onları da kapitalist pazara bağlamanın uğraşı içindeler. Adı geçen örgüt, bu kabilelere bakarak mı „yarı-feodal“ tesbiti yapıyor, demeye dilim varmıyor.

 

(İki) Brezilya’da, ekonomik sektörlerin GSMH’ya katkıları ise sırasıya şöyledir: Tarım: % 5,5, sanayi, % 27,5 ve hizmetlerin katkısı ise % 67,0’dır. 

 

(Üç)  Yine, çalışan nüfusun % 17,4’ü tarımda, % 22,6’sı sanayide ve % 59,7’si ise hizmet sektöründe çalışmaktadır. Tarım da çalışanların da büyük bir bölümünün tarım işçisi olduğu gözönüne alınmalıdır. Çünkü toprakların büyük bir bölümü büyük çiftlik sahiplerinin elindedir. Ve bir çok emperyalist ülkenin Brezilya’da dev tarım işletmeleri söz konusudur.

 

Dünyanın 7. Büyük ekonomisi olan  Brezilya’nın kapitalist iç pazara bağlanmayan hiç bir yerleşim yeri kalmamıştır. Bunu şehirleşme oranından çıkarabiliriz. Yaklaşık 200 milyon nüfusuyla büyük bir ülke olan Brezilya, 107 milyon aktif olarak çalışana sahiptir. 

 

Dünyanın en büyük ihraçatçı ülkeler sıralamasında yeri 24. sıradadır. Dış ticaret fazlası veren bir kaç ülkeden birisidir. Dünya tarım ürünleri ihracatında, ABD ve AB’den sonra 3. sırada yer almaktadır.

 

 

Yazı da şöyle bir veri de var: "Toplam toprak sahiplerinin % 1’i toplam toprağın % 50’sine sahiptir.  ....  Bu alan 200 milyon hektardır, yani toplam toprak mülkünün yarısıdır." Bunun anlamı; ekilebilir toprakların yarısı tarımla uğraşanların % 1'nin elinde toplanmış. Bu, köylünün topraksızlaştırılması ve üretim aracı olarak toprağın belli ellerde yoğunlaşmasının bir ifadesidir.

 

 

Brezilya’da yoksulluk büyüktür. Özellikle kırsal alanda yaşayan köylülerin ve tarım işçilerinin yoksulluğu ön planda iken, mülksüzlerin aktığı şehirler de birer devasa yoksulluk merkezleri haline gelmiştir. Toprak sahipleri ile tarım işçileri arasında sıklıkla çatışmalar yaşanırken, toprak sahipleri işçilere yönelik yer yer katliamlara varan baskılar uygulamaktadır. ILO’nun 2004 verilerine göre, tarımda, yaklaşık 25 bin köle işçi çalıştırılmaktadır. Bugün de bu uygulama bütünüyle ortadan kalkmış değildir. Hem paramiliter güçlerle hem de devletin resmi güvenlik güçleriyle işçilere ağır baskılar uygulanmaktadır. Aynı şekilde, şehirlerin yoksul yerleşim alanlarında devletin katliamlar uyguladığı bilinmektedir.

 

Bunları, kısa notlar halinde buraya aktarmamın nedeni; kapitalizmi, toplumsal bir zenginlik olarak gören anlayışların yanlışlığıdır. Kapitalizm, bir avuç burjuvazinin zenginliği pahasına,  kitlelerin muazzam ölçüde mülksüzleştilmesi ve yoksullaştırılması demektir. 

 

Brezilya’da kitlelerin yoksulluğuna ve devletin baskılarına bakarak, ülke „yarı-feodal“ değerlendiriliyorsa, büyük bir yanılgıdır. Daha doğrusu, bu, kapitalizmi „refah toplumu“ gösteren burjuvaziye hak veren bir yaklaşım olur. 

 

Acaba, Maoistler bulundukları ülkeleri böyle değerlendirmek mecburiyetinde mi? Özellikle de yarı-sömürge bağımlı ülkelerdeki Maoistler, kendi ülkelerini „yarı-feodal“ değerlendirme yükümlülüğü mü taşıyorlar? Mao, Çin’i yarı-feodal değrlendirdi diye, kendine „maoist“ diyen siyasal yapılar da aynı Mao’nun Çin’i değrlendirdiği gibi, kendi ülkelerini de Mao’ya bakarak mı değerlendirmek zorundalar? Yoksa Mao; „hangi ülke olursa olsun bütün yarı-sömürgeler aynı zamanda yarı-feodal“ mi demiş! Ya da Mao; bilimsel olun, araştırma yapmadan basma kalıp ve yüzeysel bir şekilde kendi kafanızın içindeki öznel şablonlara mı sosyal olguları yerleştirin“ demiş? 

 

Ya da 

 

Mao; „Gerçeği pratik içinde keşfedin ve gene pratik içinde kanıtlayıp geliştirin“ yerine, sübjektif dünyanızı gerçeklerin yerine mi geçirin demiş? 

 

Elbette hayır! Mao, ML bilimi kendine rehber edinmişti. Bu nedenle de ML geliştirerek MLM düzeyine ilerletebildi.

 

Mao, Çin’i ML bilimin ışığında değerlendirdi ve ona göre devrimin strateji ve taktiklerini geliştirerek Çin Devrimi’ne önderlik ederek devrimi başarabildi. Mao’yu yanlış kavrayanlar ise, onu ML özünü alacakları yere, onun Çin özgülündeki değerlendirmelerini birebir kendi ülkelerine uygulamaya çalışıyorlar. Yalnış olan burasıdır.

 

 Bir çok ülkede, kendine Maocu diyen kimi örgütlerin durumu böyledir dense pek de abartılı bir saptama olmayacaktır.

 

Kısacası, Mao gibi enternasyonal proletaryanın ML bir ustasını, sübjektif ve dogmatik sığ anlayışlara alet edilmesine karşı sessiz kalmak doğru olmasa gerek….

 

                                                         ***14.01.2013 

140741

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar