‘2015′e doğru Türkiye’nin tuzakları’
Yazar Sait Çetinoğlu’nun Ermeni Soykırımı üzerine Ermenistan’da gazetecilik yapan Haykanush Aloyan’la yaptığı röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.
Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıl dönümüne bir yıl kala ne tür gelişmeler yaşanabilir?
Haykanush Aloyan: Devletin bu konuda dört yıllık bir projesi var. Proje, Türk Tarih Kurumu’nun internet sitesinden de görülebilir. Ne tesadüf ki, tam da böyle bir süreçte Sevan Nişanyan gibi, sözünü esirgemeyen cesur bir Ermeni aydın, bir bahane üretilerek dört yıllık hapis cezasına çarptırıldı. Bir diğer önemli olay da Türkiye’yi sıçrama tahtası olarak kullanan cihadistlerin Suriye’deki Ermeni kasabası Kessab’ın işgal edilerek Soykırımın ikinci kez yurt dışına uzatılmasıdır.
Armenian Weekly’deki bir yazıda Soykırımın 100. Yıl dönümü konusunda, Türkler, yani devlet, bizden daha iyi çalışıyor deniyordu. Ki doğrudur. Türkiye’deki “Muhalif” olan kesim de bu konuda bir şey yapmaktan ve üretmekten uzak. Soykırımın 100. Yıl dönümünün startı, yani başlangıç süreci Öcalan’ın 2013 Newroz konuşmasında görülebilir. Önemli ipuçları orada var. KCK Eşbaşkanı Besê Hozat’ın konuşmaları da bu çerçevede okunabilir. “Beni en iyi anlayan Besê Hozat’tır” diyen Abdullah Öcalan’ın ve diğerlerinin bu konudaki aynı yönde açıklamalarıyla devletin yanında nasıl hazırlandıklarını görüyoruz. Bu konuda devletin kontrolündeki Öcalan’ın söylediklerine itibar edilmemeli yanında durulmamalıdır.
-Neden böyle bir tablo ortaya çıkıyor?
1915 Soykırımı’nın hazırlayıcılarından İttihat Terakki, tetikçileri ise Kürtler olmuştur. Kürtler, İttihat Terakki’den yüz bulmuş ve durumdan nemalanmıştır. Sağlanan bu fayda ve çıkar hâlâ devam ediyor. Bu durum, Soykırımın 100. Yıl dönümünde hala en önemli handikaplardan biri. Soykırımdan nemalananlar devlet tarafından rehin alınmışlardır.
Diğer yandan, “Özgürlükten” yana olduğunu ifade edenler, “sosyalizm” iddiasında olanlar da, “Kürt Özgürlük Hareketi” denen o yapıya bağımlı oldukları için, seslerini çıkaramaz durumdadır. Dolayısıyla bu yıl, 2015’e bir kala, yapılabilecek fazla bir şey olduğunu sanmıyorum. Bu bizim, hepimizin ayıbı, toplumun büyük bir ayıbı. Kaldı ki Kessab örneği çok şeyi açıklamaktadır:
Soykırımın 100. Yılına bir kala, bir Ermeni kasabası ve bir yeryüzü cenneti Kessab’a Türkiye üslerinden yapılan saldırıyla kasabanın boşaltılması, Türkiye üzerinden yapılan yağma ve talanlara karşı sürdürülen sessizlik düşündürücüdür. Kessab’ın sakinleri Musadağ’da 40 gün direnenlerin çocukları ve torunlarıdır. Kessab’a karşı yapılan bu hareket 1915 Soykırımının günümüze uzanması olarak okunmalıdır.
İnsanlar atalarının doğup büyüdüğü yöreleri gönül rahatlığıyla gidip ziyaret bile edemiyor. Bu durum Soykırım sürecinin hâlâ devam ettiğinin göstergesidir.
-Türkiye devletinin geleneksel inkârcı tutumunda 100. Yıl dönümünde bir değişime yol açması beklenebilir mi?
Hayır, devleti bir yere zorlayacak olan kesin taban var olmalı. Tabanda böyle bir eğilim yok. Mesela “Kürt Özgürlük Hareketi”nin bazı temsilcileri, “Dedelerimiz böyle bir şey yaptı, bunu kınıyoruz” demekle yetiniyor. Bunun ötesine giden yok.
Burada, “soykırımdan sorumlu değilim” iması var ve evrensel normlarına göre böyle bir yaklaşım, Nazi anlayışı olarak eşleştiriliyor ve cezaya tabi tutuluyor. Türkiye’de ise “özgürlük savaşçısı” denilebiliyor.
Türkiye izole bir yer, kendini dünyadan soyutlamış bir ülke ve buradaki “sosyalizm” iddiasındaki insanlar ve “yapılar” da enternasyonalizmden uzaklar. Kendi kendileriyle yetiniyorlar, sorunlara yaklaşımlarında da enternasyonel bir kaygı yok, dolayısıyla Soykırımın 100. Yılında Soykırımın tanınması ve yüzleşmede uluslararası adalet arayışı hareketinin içerisinde Türkiyeliler yer alamayacaktır demek mümkün. Şimdiye kadar yer alabileceğine dair bir işaret görmedim.
-Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıl dönümü vesilesiyle dünya çapında yaygınlaşan ve daha yoğun etkinlikler beklenebilir mi?
Adalet arayışı dünyanın her tarafında devam ediyor ve bu önümüzdeki yıl çok daha yükselecek. 1915 Soykırımı sürecinde katledilen, veya bir şekilde hayatta kalmayı başararak başka ülkelerde yaşamak zorunda bırakılan Batı Ermenilerinin bugünkü torunlarının ve bunların adalet arayışının yanında olan ve destekleyenlerin giderek ivmesi yükselen bir eylemlilikler içinde olacaklarını düşünüyorum.
Ne kadar izole bir ülke olsa da bunun Türkiye’ye yansımaması düşünülemez.
Türkiye’den yükselecek vatandaşlık hakkının iade edilmesinin istemesi ve bu doğrultuda nüfus kayıt bilgilerine erişimin sağlanmasının talep edilmesi gibi son derece yerinde ve haklı taleplerin destek bulması, başlangıç için önemli bir adım olabilir.
-Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Ahmet Türk, 1915 Soykırımı konusunda özür diledi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet Türk tanıdığımız ve sevdiğimiz biri. Fakat ortada hazin bir durum da var. Ahmet Türk bugün Mardin Kızıltepe’yi kontrol ediyor. Kızıltepe’nin asıl adı Tell Ermen yani Ermeni Tepesi, dönemin nüfus kayıtlarında da bölgede ağırlıklı olarak Ermenilerin yaşadığı görülebilir, fakat bugün orada hiç Ermeni yok.
Ahmet Türk’ün şu an sahibi olduğu mülkün, yani Kasrı Kanco’nun nasıl elde edildiği açığa çıkarılmalı. Kasri Kanco’nun bulunduğu yer, 1894-96 Katliamlarında Tell Ermen’deki tek Rum köyü Pakos, din adamlarıyla birlikte toptan Müslümanlaştırılmış bir köydür. Kasrı Kanco Konağı’nın üzerinde Türkçe veya Arapça olmayan yazılar hâlâ duruyor. Bunun bir açıklaması olmalı değil mi? Hüseyin Kanco burayı nasıl elde etti?
Ahmet Türk dedelerinin yaptıklarından ötürü özür diledi. Kendi dedesi Hüseyin Kanco adına özür dilemedi, soyut bir dede üzerinden “kabul” de başka bir tür inkâr ya da inkarın sürdürülmesidir de denilebilir. Sadece Hamidiye Alayları’yla yapılan işbirliği üzerinden değil, kendi biyolojik dedesi üzerinden de özür dilemeli insanlar.
El konulan mülkler konusunda Yves Ternon’un Mardin 1915, bir Yıkımın Patolojik Anatomisi adlı çalışmasına yazdığım uzun önsöz ve son sözlerle yaptığım açıklamalarla birçok örneklere yer verdim.
Bugün el konulan Hıristiyan mülkleri arasında Mor Gabriel ve Mor Avgin Süryani Manastırlarının arazilerinin işgali güncelliğini koruyor. Bugün bu mülkler üzerinde Kürt aileler oturuyor yani işgal edenler Kürtler. Mor Gabriyel’i işgal eden aileleri bir yana bırakırsak, Mor Avgin’i işgal eden ailelerin BDP’ye olan yakınlıkları biliniyor. Parti yöneticileriyle yapılan onca görüşmeye karşın, mülklerin asıl sahiplerine iadesi konusunda hiçbir ilerleme olmadı.
Kürtler Soykırım kurbanlarının adalet taleplerinin yanında olmalı, en azından Ermenilerden, Süryanilerden ve diğer Hıristiyanlardan Soykırım sürecinde gasp edilerek alınanların geri verilmesi konusunda Mor Avgin manastırının topraklarını işgal eden BDP yanlılarının işgal ettikleri topraklardan çıkaracak bir jestle Soykırım kurbanlarının adalet arayışında önemli bir başlangıca imza atabilirler.
Son olarak 24 Nisan, Ermeni Soykırımı’nın yıl dönümü olduğu kadar, 1915 Soykırımının provası olan, 1909 Kilikya Katliamı’nın da yıl dönümüne denk gelmektedir. Bu vesileyle Kilikya’da katledilen, Ermeni, Süryani, Rum ve diğer Hıristiyanları da unutmamak gerekir.
Son Haberler
Sayfalar
Şehrin Işıkları
Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile.
Kimliksizlik kimlik olmuş! Tahir Canan
Star Gazetesi İnternete yönelik baskıları savunmak için basın ahlak kurallarını hiçe sayarak basın yasasını hiç görmeyerek dilde kemik yok misali İnternet sansürüne karşı çıkanları porno savunmakla suçlamış. Kendi ilkesizliğini de ilke olarak lansa etmiş. Deyim yerinde ise ilkesizlik ilke olmuş, kimliksizlik de kimlik yerine geçmiş. Yalan dolanla hükümeti” yalama “ yalakalığı erdeme dönüşmüş! Halkı kandırmayı da meslek etmişler. Bunun adına da Gazetecilik denmiş! Gazeteciliğin kamusal görevini hükumetin, devletin ululuğu altına gömmeyi” meslek ilkesi” kabul etmişler.
Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan
24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı. Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü. Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.
Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer
normal tarihsel koşuldur.”[1]
i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…
Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.
Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun
“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]
1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?
Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan
Teori proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak dile gelişidir.
Konuya girmeden önce,
Kapitalizmin.., işverenin.. karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...
Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.
Her şeye deva.
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma işin içine sömürgeciliği..., sosyo - ekonomik yapının sınıflar yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.
Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım
Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.
On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?
AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta. Ülkeyi öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.
Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’
Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü
Mültecilik ve düşünce üretimi
Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.