Perşembe Ekim 17, 2024

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Rusya-Ukrayna Savaşı aslında zaten ta en başından itibaren asla bir Rusya- Ukrayna savaşı değildi. Adı konmamış olsa da aleni bir Rusya-NATO savaşıydı. NATO’nun doğrudan müdahil olmadan yürüttüğü bir savaş…Savaşın bir fiil taraflarından biri pozisyonunda görünen Ukrayna, aslında sadece taşeron bir güç. NATO adına vekalet savaşı yürüten, kullanışlı bir aparat.

Ancak özellikle de NATO’nun 75. Kuruluş toplantısı akabinde bu durum önemli oranda değişti. NATO daha doğrudan savaşa müdahil olmaya başladı. Ve böylece savaş gerek kara operasyonu ve gerekse uzun menzilli füzeler ile Rusya içlerine taşınma stratejisine geçildi.

Bu strateji, özellikle de uzun menzilli silahların sahada aktif olarak kullanılması halinde, otomatik olarak savaşı doğrudan Rusya-NATO savaşına çevirecektir. Yani bir başka ifadeyle savaş Rusya ile, başını ABD ile İngiltere’nin çektiği NATO üyesi diğer Batı Avrupa emperyalist devletlerinin taraf olacağı fiili bir savaşa dönüşmüş olacak. Bu durumda elbette Rusya’nın bağlaşık güçleri de zorunlu olarak savaşa müdahil olacak. Ve haliyle de savaş bir anda ve de kendiliğinden bir şekilde top yekûn bir dünya savaşına sıçramış olacak. 

İşte tek başına bu etmen bile top yekûn savaşı artık “güçlü bir olasılık” durumundan çıkarıp, “kaçınılmaz bir akıbet” durumuna taşır.

Bugünün koşullarında top yekûn savaşı hazırlayacak çok önemli bir diğer dinamik ise; ABD’nin yıllar öncesinden uygulamaya soktuğu şu meşhur BODP stratejisidir. Malum olduğu üzere bu strateji Orta Doğu’nun ve bununla kaçınılmaz “kader bağı” dolayısıyla Yakın Doğu’nun da yeniden şekillendirilerek paylaşılması esasına dayanmaktadır. Nitekim kimi kez “barış”, kimi kez “demokrasi”, kimi kez “nükleer ve kimyasal silahlar" ve kimi kez de “insan hakları” kisvesi altında bu strateji gereğince mesela Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’ye operasyonlar çekildi. Rusya’nın devreye girmesiyle özellikle Suriye’de istediği sonucu henüz yaratamamış olsa da ama bölge genelinde azımsanmayacak mevziler kazandığı rahatlıkla söylenebilir. 

Bu projede İran Molla Rejimi, bölgede sahip olduğu anti-ABD’ci ve anti- İsrailci “direniş hattı” ve rakip hegenomik bir güç olma özelliğiyle özel bir hedef konumundadır. ABD ve İngiltere açısından Molla rejiminin özel hedef olmasının esas nedeni elbette ki onun radikal siyasal İslamcı olması veya baskıcı, otoriter veya faşist olması değil. Çünkü onlar için kendi çıkarlarına ters düşmediği sürece bu tür rejimler veya diktatörler asla sorun olmaz. Bilakis ayakta kalmaları için her türlü desteği sunmakta asla tereddüt etmezler. Bunun yığınca örneğinin olduğu hepimizin malumu da. Molla rejimini özel olarak bu iki emperyalist devlet nezdinde “bölgesel baş düşman” yapan tek şey, kurdurup, koruyup kollama yemini de ettikleri kendi ileri karakolu Siyonist İsrail Devleti’ne karşı olan tutumudur. 

Molla rejimi bu tutumuyla hem BODP stratejine “taş koyma” ve hem de İsrail Devleti’nin varlığına büyük bir tehdit oluşturma durumunda. Bundan ötürü de bir şekilde ve ama mutlak surette bertaraf edilmesi gereken bir düşman güç olarak değerlendirilmekte.

Hamas’ın da aralarında bulunduğu Filistinli bazı örgütlerin İsrail’e ortaklaşa gerçekleştirdiği “Aksa Tufanı Operasyonu” süreci farklı bir evreye taşıdı. İşgal ve ilhaklar ile kendilerini sistemli bir şekilde yok etmeye çalışan İsrail Siyonizmine karşı Filistinli güçlerin gerçekleştirdiği bu operasyon, malum üçlü ittifak tarafından İsrail’in varlığına yönelmiş bir büyük tehdit olarak değerlendirildi. Keza onlara göre Molla rejimi bu operasyonun arkasında ki esas güçtü. Dolayısıyla da buna gereken yanıtın verilmesi artık ertelenemez “tarihi bir zorunluluktu.” 

Siyonist İsrail Devleti, ABD ve İngiltere’nin de sonsuz destek ve teşvikiyle, Molla rejimine karşı öteden beri öngördükleri savaş stratejini güncelleyerek harekete geçti. Buna göre öncelikli olarak, kendilerine karşı gerçekleştirilen “Aksa Tufanı Operasyonu”nun gerçekleştirildiği “Gazze mevzisi”nin düşürülmesini, Molla rejimine karşı öngörülen aşamalı savaş stratejinin zorunlu ilk evresi olarak uygulamaya soktu. Bunu yaparken aynı zamanda da her fırsatta aşırı provokatif saldırı ve siyasi suikastlarla Molla rejimi ve müttefiki güçleri sahaya çekme taktiği güttü.  İkili amacı olan bir taktikti bu: Bir taraftan kendisi için doğrudan yakın tehdit durumunda olan ileri mevzilerini tek tek düşürürken; bununla, aynı zamanda da Molla rejiminin dış hat savunmasını kırarak, onu zayıflatmayı hedefleyen bir savaş taktiği.

Nitekim bu amaçla İsrail, ABD ve İngiltere ittifakı tarafından, diğer Batı Avrupalı emperyalist güçlerin de maddi ve manevi destekleriyle, Molla rejimine karşı sahada dört koldan sürdürülen bir savaş gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu aşamalı savaş stratejisi, doğallığıyla giderek tırmanıp yayılan bir saldırganlığı içerdiğinden; savaş asla sadece Filistinli askeri güçlerle ve Gazze ile sınırlı kalamazdı. Nitekim kalmadı. Kalmaz da: Direniş tutumu içine giren herkes bir fiil imha edilmesi gereken güçler kategorisi içine dahil edilmekte. Böylece, Gazze’nin işgal ve ilhakıyla başlayan saldırganlık, olanca yıkıcılığıyla Lübnan’a da sıçramış durumda. Bu arada bir taraftan da Suriye, Yemen ve Irak’taki önemli mevzilere yönelik saldırılar düzenlenmekte. Bununla amaçlanan ise; buralara yapılacak olası doğrudan müdahalelerin zemini oluşturulmaya çalışılıyor. Keza bu porovakatif saldırganlıklarla aynı zamanda Molla rejiminin savaşa bir fiil dahil olması amaçlanmaktadır. Çünkü o durum kendilerine, ABD ve İngiltere’nin savaşa bir fiil katılmasının “elverişli koşulları”nı sunacaktır.

Görüleceği gibi kurguladıkları savaş hiç de “Aksa Tufanı Operasyonu”nu gerçekleştiren Filistinli askeri güçlerin etkisizleştirilmesiyle sınırlı bir savaş değil. Besbelli ki Operasyonu “Tanrının bir lütfu” olarak ele almayı tercih ettiler. Öncelikli hedef, Filistin topraklarını işgal edip, tamamen kendi denetimleri altına almak. Ardından da ikinci sırada yine kendileri için tehdit oluşturan Hizbullah’ı bahane ederek Lübnan’ı işgal etmek ve eş zamanlı veya ardışık olarak Molla rejiminin Suriye, Irak ve Yemen mevzilerini düşürmeyi ve nihai olarak da İran’a yönelmeyi içeren, yayılmacı bir savaş konsepti.

Bu savaş konseptinin, kaçınılmaz bir şekilde savaşı bölgesel savaş düzeyine taşıyacağı, kendiliğinden anlaşılır olsa gerek. Nitekim Orta Doğu’yu bölgesel bir savaş ile önemli oranda kendi etki alanı haline getirmek, ABD ve İngiltere’nin stratejik hesapları (BODP) gereğincedir de. Mevcut güçler dengesi baz alındığında savaşın bölgesel savaş karakteri kazanması için İran’ın savaşa fiilen müdahil olması yeterli olacaktır. Bu ise sadece bir zamanlama meselesidir.

Gelişmelerin bu olağan seyri ancak ki karşı bloktan Rusya ve Çin’in aktif olarak soruna müdahil olması halinde sekteye uğratabilir. Bu fiili karşı karşıya gelme durumunun top yekûn savaşın fitilini ateşleme olasılığını gerçekçi bir şekilde kestirebilmek için, bunu, Ukrayna sahasındaki açıktan meydan okuma durumuyla birlikte ele almayı gerektirir. 

Yani özetle sorunun tamamen o anın atmosferinde yapılacak muhakemelere kalmış kadar “nazik” bir karakter kazandığı rahatlıkla söylenebilir. Yani top yekûn savaş artık sadece bir zamanlama sorunudur.

712

Kan damlıyor bayrağınızdan…

O bayrağın altında Ermeni, Rum, Laz, Süryani, Kürt, Alevi halkından milyonlarca insanın kanına girildi. O bayrağın altında içlerinde Türk etnik kimliğinden sosyalistlerin de olduğu yüzbinlerce devrimciye işkence yapıldı… Hapishanelerde, sokaklarında, köylerinde, evlerinde cinayetler işlendi bu toprakların, o bayrak altında.

İşkenceci ve katillerin hepsi o bayrak altında yemin etmediler mi?

O bayrak altında astınız Denizleri…

O bayrak altında katlettiniz Kızıldere’de Mahirleri…

O bayrak altında kıydınız İbrahim’e…

O bayrak altında Kürdistan’ı kana boyadınız…

TKP/ML TİKKO gerillalarından Lice İçin Misilleme!

ANF’de (Fırat Haber Ajansı) geçen habere göre TKP/ML’ye bağlı TİKKO gerillaları, geçtiğimiz gün Lice’de Kalekol inşşatını protesto eden halka yönelik gerçekleşen katliamın hesabını sormak için bir misilleme eylem gerçekleştirdi.

Kürdistan yanıyor, biz de yanalım!

“Çözüm” denilen süreçte, gerillanın ilan ettiği ateşkesi “fırsat bu fırsat” diyerek karşılayan devlet T. Kürdistanı’nı kalekollar ile dolduruyor. “İlginç değildir ki”, Kürt Ulusu’nun bütün tepkilerine rağmen ve “barış” sürecinin bütün “olumluluğuna” rağmen devlet tek yerde dahi geri atım atmadı. Bugün Kürdistan’da halkın dağları mesken eylemesi ve insanların katlediliyor olması bu yüzdendir.

“Barış” süreci ve devletin savaş hazırlığı

Sahte yurtseverler ve çoban yıldızı aydınlar

Tarihin defalarca doğrulanmış tanıklığı ile bilinmektedir ki, sahte yurtsever siyasetçilerin peşinden giden toplumların sonu yılan kaynayan kuyuların dipsiz karanlığıdır. Para, makam ve şöhret bataklığına saplanan o sahte yurtseverler adları üstünde sahtekârdırlar. Marazlı ruhlarını yurtseverlik ve halkçılık gibi cazibeli sözlerle perdelemede ve sinsi yüzlerini  saklamada oldukça ustadırlar; halkı tilkice hileler ve makyajlanmış yalanlarla aldatmada üstlerine yoktur. Şarlatandırlar; sesleri gerçek yurtsever aydınlardan hep daha gür çıkar.

TKP/ML- TIKKO gerillaları “Daha fazlasını yapabilmek için çabalayacağız”

Daha önce e-posta yoluyla elimize ulaşan bir haberi sizinle paylaşmış ve bu haberlerden birinde Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML) Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO)’ya bağlı gerillaların 19 Mayıs günü Dersim’de yol kesme eylemi gerçekleştirdiğini aktarmıştık.

Yine elimize e-posta yoluyla ulaşan bir haberde bu yol kesme eylemini gerçekleştiren gerillalarla bir söyleşi gerçekleştirilmiştir. Biz de bu söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz:

 

TKP/ML TİKKO Dersim Bölge Komutanlığı

TKP/ML TİKKO gerillaları komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 41. yıldönümü vesilesiyle bir açıklama yapti ve çeşitli eylemler gerçekleştirdiler. Elimize e-posta yoluyla ulaşan açıklama ve eylemleri güncelliğinden kaynaklı okurlarımızla paylaşıyoruz:

İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür!

Kalbimize saplandı 5 bıçak… (video)

 

Dersim: 2 Şubat 2011 tarihinde şehit düşen TKP/ML MK üyesi Sefagül Kesgin, TİKKO Bölge Komutanı Nurşen Aslan ve TİKKO komutan ve savaşçıları Gülizar Özkan, Derya Aras ve Fatma Acar’ın mezar yerlerinin açıklanmasının ardından cenaze töreni Dersim Merkez’de gerçekleşti. Yüzlerce insanın katıldığı cenaze töreni ardından şehit düşen gerillalar, kavga yeminleri ve savaş sloganları ile Dersim Belediye (Asri) Mezarlığı’na defnedildi.

Mayıs’(lar)ımızın anlatıp,hatırlattıkları

“Ego contra mundum”[2]

Erdoğan’ın, “Biz bu ülkede hiçbir gerilimin kaynağı değiliz… Berkin Elvan’ın anmasını yapıyorlar... Her ölüm hadisesinde bir tören mi düzenleyeceğiz. Ölmüştür geçmiştir... 

Bütün bu araçların üzerine bu teröristler camları kırmaya çalışıyorlar. Polis eli kolu bağlı mı kalacak, bir şey yapmayacak mı? Nasıl sabrediyorlar anlayamıyorum. Hiçbir medya yaralanan polislerin durumu ne olacak demiyor…”[3]  diye haykırdığı zor ve zorlu günlerden geçerken; acı çekiyoruz.

Bejdar'ın tutsak alınamayan şiirleri [*]

“Şiir hayatın özetidir.”[1]

Bejdar Ro Amed… 

Kürt şiirselliğiyle yüklü bu adı ilkin -olasılıkla Amed’de, Kürtleri “te’dip”te kararlı, rejimin sadık bekçisi, dediğim dedikçi, işgüzar bir nüfus memurunun dayatmasıyla kayda geçilmiş Türkçe bir adın yanına parantez içinde çiziktirilmiş olarak gördük, Kürt coğrafyasındaki cezaevlerden birinden gelen zarfın üzerinde…

Bir Faşistin Düşündürdükleri

Kucucuk kucuk burjuvalarin kumkucuk beyinlerinin dunyasi...

Bayraksiz bir hayat, susuz bir col gibidir...ey ulu bayrak, haydi mutlu et bizi, bicare zavalli ruhumu yucelt, koyu yalnizigimi parcala, kendimi dunyanin en guclu kisisi gibi hissttir bana, ihtiyacim var sana...ne olur yalvariyorum sana...canim feda yoluna...

Bayrak bayrak soyle bana; bizden guclusu var mi dunyada??? Ezan, bayrak, kutsal devlet umacisi ile sinif sorunlarinin karartilmasina izin vermeyelim...

‘2015′e doğru Türkiye’nin tuzakları’

Yazar Sait Çetinoğlu’nun Ermeni Soykırımı üzerine Ermenistan’da gazetecilik yapan Haykanush Aloyan’la yaptığı röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıl dönümüne bir yıl kala ne tür gelişmeler yaşanabilir?

Sayfalar