Cumartesi Eylül 21, 2024

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

Dar anlamda “dışımızdan biri”, ama geniş anlamda emekçi halktan biri olması sebebiyle de bizden biri olan ahbabım, bu son derece isabetli ve haklı sorusuyla, aslında acı bir gerçekliğimize parmak basıyordu: Devrimi örgütleyebilmek, yani devrimci siyasal mücadele yürütebilmek için nesnel koşullar böylesine muazzam denilebilecek derece elverişliyken; devrimci sol-sosyalist ve komünist kesimler neden bunu bir türlü “fırsata” çeviremiyor? 

Kendilerini devrimci sol-sosyalist ve komünist addeden tüm yapı ve kesimlerin, ivedilikle ve de devrimci ciddiyetle bu sorunun yanıtını oluşturmalarının, ertelenemez tarihi sorumlulukları gereği olduğunu, bu vesileyle bir kez daha önemle yinelemiş olalım.

Kendi açımdan sorunun belli boyutlarını, (Temmuz’un son haftası içinde, üç bölüm olarak, artarda bloğumda okurla buluşacak olan) “Bugün Açısından Devrimci Siyasal Mücadelenin Toplumsal Dinamikleri Nelerdir?” başlıklı makalemde ele alıp, bazı yanıtlarını oluşturmuştuysam da ancak çok bileşenli böylesi bir sorunu, tüm yönleriyle tek bir kısa makalede işlemek, öyle pek de mümkün olmadığından, tekrar tekrar ele alıp işleme ihtiyacı oluşuyor.

Ziya Ulusoy’un Özgür Yeni Politika gazetesinin 22 Haziran tarihli sayısında yer alan “İşçi Hareketi Nasıl Güçlenebilir?” ve keza Ergin Yıldızoğlu’nun Sendika Org. tarafından paylaşılan aynı tarihli, “Uygarlık Projesinden, Faşist Üretme Çiftliğine.” başlıklı yazıları, bu soruna bir kez daha dikkat çekme gereği oluşturdu.

Ziya Ulusoy sorunu özetle: “Komünist ve devrimci hareket, işçi sınıfı içinde çalışmayı temel alır, işçi sınıfı hareketini faşizmle, kapitalizmle mücadelede devrimcileştirme bilinci ve pratiğiyle hareket eder, kadrolarına deneyim kazandırırsa, bu görevini başarabilir. Kendisini ve işçi hareketini güçlendirebilir.” ve “Yeniden işçi sınıfı hareketiyle komünist ve devrimci öncünün birliğini kuşanmanın zamanı” şeklinde ele alıp sorgulamış.

Teorik olarak bu söylenenlerde elbette ki ciddi herhangi bir yanlışlık yok. Ancak bu kadarını söylemek, sosyal pratiğimizin de gösterdiği gibi; maalesef ki derde de deva olmuyor/olamıyor. Çünkü bu neviden söylemler, istisnasız, kendisini devrimci sol-sosyalist ve komünist addeden tüm “öncü” ve “önder” yapıların adeta “besmelesi” gibi, tekrarlana geliyor olmasına rağmen, bu mevcut olumsuz tablo yaşanıyor. Dolayısıyla da burada sorunun neden ve niçinlerinin daha farklı boyutlarda aranması gerekliliği ortaya çıkar. Özellikle de tüm o sıralanan şeylerin her birisi için; “AMA NASIL? HANGİ ‘SİHİRLİ’ SÖYLEMLERLE? HANGİ YOL, YÖNTEM VE MÜCADELE ARAÇLARIYLA BUNLARIN YAPILABİLMESİ, BİR TEMENNİ OLMAKTAN ÇIKARILIP, GERÇEĞE DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR? Vb. sorularının yanıtlarının oluşturulması gerekiyor. Aksi takdirde dolap beygirinin mekanik kısır döngüsünü kırıp aşmak, pek de mümkün olamayacak gibi. Muhtemelen Ziya Hoca belki de zaten bunu yapmayı tasarlıyordur da bilemiyorum.

Ergin Yıldızoğlu da ilgili makalesinde, sanki de biraz da Ziya Hocaya göndermede bulunurcasına, şunların altını çizmiş:

“… Geçmişte sol partileri, protesto hareketlerini, kadrolarıyla kitlesel enerjileriyle besleyen gençlerin bu kez, hemen tüm Avrupa ülkelerinde faşist hareketlere giderek daha çok yöneldiği görülüyor. (The Independent, Guarddin, Brussel Signal, Unheard)” şeklindeki bu tespiti paylaştıktan sonra, bu yönelimin nedenlerinden birinin de şu olduğuna işaret ediyor: “Sosyalist hareketin daha çok geçmişi çağıran (nostaljik-melankolik) söylem ve duyarlılıkları bir çıkış yolu, gençlere gelecek umudu sunmakta yetersiz kalıyor.” Dedikten sonra, bir kıyaslama yaparak: “Bunlara karşın faşist hareket özellikle (…) ‘ulusal onur- gelenek, dayanışma’, ‘ırksal saflık’, seçkinlere düşmanlık gibi fantastik de olsa, kolay anlaşılabilir cevaplar ve seçenekler öneriyor.”

Burada anlatılmak istenenin ne olduğu son derece açık ve de anlaşılır olduğundan; sonucu özetle şöyle bağlamak mümkün: Kuşkusuz ki sorunun bir nedeni de söylemini, mücadele yol ve araçlarını, örgütsel mekanizmalarını ve kadrolarının zihinsel dünyalarını anın gerçekliğine uyduramamış olma tutumuyla, kendisini, hani denir ya “zamanın ruhuna” uygun olarak yeniden ve daha ileri bir düzeyde üretememiş olmasıdır. Ve aslında bunun kendisi de başlı başına bir başka SORUNDUR!  

 

1585

Mevtayı iyi bilmezdik!

“Praeterita mutare non possumus.”[1]
Ölünün ardından, “Mevtayı nasıl bilirdiniz” diye sorup eklerler: “Ya şimdi konuşun ya da sonsuza dek susun”! 
“Mevta” hakkında kısa hatırlatmalarla, biz “susmak” yanlısı olmayanlardanız. 
Hayır, hayır “Ölünün ardından kötü konuşulmaz” diye uyarmanıza gerek yok; biz kötü konuşacak değiliz; “Non interest, quid morbum faciat, sed quid tollat/ Uzun süre değil, dürüst yaşamak önemli” vurgusunun altını çizerek; olanı olduğu gibi aktaracağız; kötülük bunun neresinde olabilir ki?

SEYİT ALİ UĞUR :“ Komünistler çölde bile yalnız değildir“

Seyit Ali Uğur`dan  gelen mektubun, 9 Mayıs 2015 günü ATiF Augsburg derneğinin Hapishane önünde yaptığı mitingten duyduğu sesler sonucu,  duygularını ifade eden bölümünü sizlerle  paylaşıyoruz. (UPOTUDAK)

Haziran ('ımız) niye gülümser(mi)

Gülme (le rire), korkunç bir silahtır. “Her şeye gücü yetenler”(?!) dahi gocunur ondan. Çünkü vurunca şahı da devirir gülmek. 
Ancak gülmek, sırf bir kınama, itiraz da değildir. Tükenmez bir sevinç, güç ve yaşam coşkusunun kaynağıdır da. Bir güç belirtisidir, dirençtir gülmek; pırıl pırıl bir mutluluk duygusunu ve büyük bir sevinci dile getirir.
“Gülmek ama gerçekten gülmek felsefe yapmaktır,” Afşar Timuçin’e göre…

Düğüne gider gibi idam sehpalarını kucaklayan 20 devrimci

“Siz, sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirlerimizi asla ! Yarın o, Doğu’nun horizonunda belirecektir ve Ermenilik, özgür, sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır !”
Madteos Sarkisyan (Paramaz)

 
Tarih 15 Haziran 1915…
Yer: İstanbul Beyazıt Meydanı

ATİK Operasyonuna Karşı Mevzileri Güçlendirelim!

Almanya’nın ATİK’e (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu)yönelik operasyonuna karşı sağlam, örgütlenmiş, ciddiyet isteyen, tahkim edilmiş, kendi cephesini en geniş kesimlerle kurmuş bir barikat oluşturmak içinden geçilen kesitte önemlidir. Çünkü bu sömürüye, zulme, haksızlığa karşı devrimin, demokrasinin ve özgürlüğün alanını genişletecek bir mücadeleyi içermektedir. Bu operasyonun merkezindeki Avrupa demokrasisi karşısında da böyledir, operasyonun kaynağı ve yönlendiricisi faşist TC’ye karşı da.

Devlet AKP’dir, AKP Kontra’dır

Eğer bir parti on yıldan fazla bir süre iktidarda kalıyor ve devletin tüm imkânlarını bireysel ve zümresinin çıkarları için kullanabiliyorsa bu büyük ölçüde bir partiden çok devletin ta kendisidir. Eğer öyle değilse de Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen oto-mandater rejim ile yönetiliyor demektir.

ATİK yalnız değildir çünkü ezilenlerin mücadelesi vardır :Sefa ünal

Alman emperyalizmi, Türkiye’nin “terörizmle” ortak mücadele gibi ağzının sularını akıtacak, zaaflı yanını kullanarak işlerini yürütmeye, politikasını kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Şimdide ATİK operasyonuyla TC’yi tavlamaya kıvama getirmeye çalışmaktadır. Alman emperyalizmi ATİK operasyonuyla kendi yasalarını çiğneyecek, mülteci hak ve özgürlüklerini ayak altına alacak, imzaladığı uluslararası anlaşmaları yok sayacak kadar kendinden geçmiştir.

Otorite ve kibir kaybetti

2015 seçimleriyle 13 yıllık AKP iktidarı son buldu. AKP Cumhurbaşkanı Erdoğan eliyle anayasaya aykırı yürüttüğü seçim çalışmasından sonuç almadı  ve 10 puanlık bir oy kaybı ile ilk seçim yenilgisini tatmıştır.

Su,...Nergis,...7 Haziran!

Acı ve mutluluk bu kadar uç birarada yaşanır mı! İkisi de en uçta, ama o kadar yoğun birarada! Gözyaşları iki sebebe karıştı bugün birçok yürekte! 7 Haziran!

7 Haziran! “Tommiks-Teksas” çizgi romanını aratmayacak hızda, karelere sığmakta zorlanan, bombalamaları-tutuklamaları, ölümleri izledik; uzaktaki satılmış topraklarımızdan. Buralarda hiç böyle anlara tanıklık etmeyeli yıllar oldu; gerçekten Tommiks-Teksas çizgi romanını aratmayacak hızda görünüyor gözümüze, uçuşan kurşunlar!!! “Bu kadar olur mu?” diyoruz her gün, dudaklarımız uçuklayarak, yüreklerimiz delik deşik edilerek!!

Partizan: AKP Korktukça Saldırıyor; Biz Kazanacağız!

Tüm saldırılara, baskı, engelleme ve yasaklara rağmen adeta bir çığ gibi büyüyen HDP’yi durduramayan AKP, seçimlerde kan akıttı.

Dün Amed de düzenlenen ve görkemli bir kalabalığa sahne olan seçim mitinginde yaşanan saldırıda, resmi açıklamalara göre şu ana kadar dört yurtsever yaşamını yitirdi.

"Oy vermek devrimci bir eylem midir artık?"

"Katliamcı TC seçimlere çok az bir zaman kala yeni bir katliama daha imza attı. Yüzlerçe kişi yaralandı, onlarca kişi ağır yaralı ve yaşamını yitirebilir, binlerce insan patlatılan bomba ile yaşamını yitirebilirdi. Düşüncenize sevinesi geliyor insanın daha fazla insan ölmedi diye, neyse ki öyle olmadı diye.

Dünden bu yana öyle öfkeliyim, yüreğim öyle acı olu ki yazmazsam eğer alışacakmışım gibi geliyor, öfkemi, acımı, mücadelemi paylaşmalı diye kaleme döktüm hissettiklerimi.

Sayfalar