Salı Nisan 1, 2025

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım. Bununla meramım; toplumun diri dinamik güçleri ve yapılmak istenilenlerin doğrudan hedefi olacak kesimleri nezdinde bir dikkat yoğunlaşması oluşturmak ve daha fazla oyalanmadan etkili/caydırıcı bir toplumsal tepkiyi örgütlemenin hayatiyetine vurgu yapmaktı.
 
Keza bu modelin doğrudan Erdoğan’ın “gizli ajandası” uyarınca ve tamamen bunun gereğince ve de bizzat Erdoğan’ın buyruğuyla hazırlandığına vurgu yapılmıştı. Nitekim bizzat Milli Eğitim Bakanı’nın: “Bu model on yıllık titiz bir çalışmanın ürünüdür” mealindeki itirafıyla da bunun nasıl bir ciddiyetle ve de nasıl bir sinsi ısrarcılıkla hazırlanıp, “uygun an” gözetilerek, ani bir baskınla tepeden topluma dayatılmak istendiğini görüp anlamak da mümkün.
 
Bu modelin, varılmak istenen hedef doğrultusunda ne kadar önemli ve tayin edici bir yerde durduğunu bizzat Erdoğan’ın kendisinin, “modelin tanıtım toplantısında” yaptığı konuşmasındaki şu sözlerinden anlamak mümkün:
 
“Maarif modeli, milletimizin köklü tarihini, kültürünü merkeze alan bir bakışla hazırlandı.”
 
“Yeni müfredatımızla öğrencilerimizin milli, manevi değerler istikametinde okuyan, düşünen, araştıran şahsiyetler olarak yetiştirilmesini hedefliyoruz.”
 
 “Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümünde bizi yansıtan bir eğitim modelimiz maalesef olmadı. (Burada ki “bizi yansıtan” ifadesine mim koyup, sormak gerekiyor: Siz kimsiniz ve ne istiyorsunuz ki cumhuriyet dönemi uygulamaları size aykırı düşüyor? Bn.)”
 
Bu modeli hayata geçirme konusunda ki ısrar, inat, kararlılık ve de kendileri gibi düşünmediğini varsaydıklarına karşı aleni gözdağı verme tutumunun boyutunu ise şu sözlerle dile getiriyor:
 
“İş dünyasından, siyasete, medyadan, akademiye uzanan bir yelpazede bu çevrelerin halen kümelendiğini biliyoruz. Eskisi kadar sesleri çıkmasa da bunlar buldukları her fırsatı kullanıyor. Buna geçtiğimiz günlerde Ankara’da yeniden şahit olduk. Öğrencilerimizin bir sınav öncesinde velileriyle birlikte camiye davet edilmesi, birilerini son derece rahatsız etti. (…) Ama aralarında gazeteci, siyasetçi, sendikacı olan kimi çevreler buna tahammül edemiyor. Güya laiklik maskesiyle kendi zihin dünyalarındaki faşizmi gizlemeye çalışıyorlar. (…) 28 Şubat artıklarına biz bugüne kadar boyun eğmedik, eğmeyiz.”
 
“İnşallah milletimizin ve yarınlarımız olan evlatlarımızın haklarına, hukuklarına ve özgürlüklerine el uzatılmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz.” diyor ve bunları söyleyebilme cüretini gösterebiliyor da.
 
Burada çok aleni bir şekilde, öncelikle Türkiye ve K. Kürdistan’da yaşayan diğer ulus ve azınlıklar, kendi tarih ve kültürlerinden kopartılarak yok sayılıp, hepsi toptan Türk milleti yapılıyor. Bu yaklaşım, aleni bir şekilde ırkçı Türk milliyetçiliği faşizmidir.
 
Öte yandan toplumdaki tüm diğer kültürel değerler ve inançlar yok sayılarak; hepsi, “manevi değerlerimiz” şemsiyesi altında tekleştirilerek; Erdoğan’ın mensubu olduğu Sunni İslam inanıcı kapsamına sokulmuş ki bu da faşizmin, İslamo-faşizm versiyonudur.
 
Söylem ve tepkilerinden de anlaşılacağı gibi Erdoğan, yerinin ve kat ettiği mesafenin sağladığı bir “güç zehirlenmesi” içerisinde, herkese parmak sallama, had bildirme ve de “gerekirse bunun için savaşırız” tehdidini savurma gözü karalığıyla arkasında duruyor “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nin.
 
Bu demektir ki bir taraftan, “her ne pahasına olursa olsun bunu hayata geçireceğiz.” kararlılığını sergileyerek, tepki koyacak kesimleri korkutup sindirmeye çalışıyor; bir taraftan da cılız da olsa, dağınık ve bölük pörçük de olsa, gösterilen tepkilerden ölümüne denilecek boyutta ciddi bir korku ve tedirginlik içinde olduğunu gizleyemiyor.
 
Ve ama güncel olan bu tehlike ve tehdidin boyutu asla hafife alınır türden olmadığından; örgütlü, koordineli ve ardışık güçlü bir toplumsal karşı koyuş gerekiyor. Aksi takdir de hani deniyor ya; “geliyor gelmekte olan”!
 
Yani sorun özgülünde süreci karakterize eden temel olgu; laik ve bilimsel esaslar üzerine oturan eğitim-öğretim modelinin tasfiye edilerek, yerine, dini esaslara dayalı bir modelin geçirilmesidir. Bununla murat edilen ise; toplumu bir bütün olarak “Türk-İslam Sentezi” ideolojisi tahakkümü altına sokmaktır. Hal böyle olunca da buna karşı yapılabilecek şey bellidir: Etkili bir toplumsal direniş hattı örmek!
 
İstisnalar hariç, örgütlü toplumsal tepkiler, genelde kendiliğinden ortaya çıkmaz; bir şekilde vesile olmak, ön ayak olmak ve de bilinçli-iradi bir gayretle bunları örgütlemek gerekiyor. Nitekim, bu yönlü bir gayret var da. Mesela; KESK ve bağlı sendikalar, DEM Parti, EMEP, Sol Parti, SYKP, TİP, Yeşil Sol Parti, Halkevleri, Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Kültür Dernekleri, Pir Sultan  Abdal Kültür Derneği, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Demokratik Alevi Dernekleri, İHD, Mülkiyeliler Birliği, EĞİTDER, TMMOB ve bağlı odalar, Laiklik Meclisi, VELİDER ve Özel Sektör Öğretmenler Sendikası gibi azımsanmayacak sayıda kuruluşun oluşturduğu “MÜFREDATI GERİ ÇEKİN PLATFORMU” gibi bir oluşumla,  karşı bir duruş organize edilmeye çalışılıyor. Bu gayeyle, 11 Haziran’da bir boykot çağrıları var. Kuşku yok ki önemli ve değerli bir gayret.
 
Peki nerede bunu, yapması gereken diğer özneler? Özellikle de devrimci sol-sosyalist ve komünist yapı ve oluşumlar, keza DİSK ve diğer ilerici, demokrat sendika ve sivil toplum kuruluşları ve keza cumhuriyet ve laikliğin kırmızı çizgileri olduğunu söyleye gelen bir CHP (platformun verdiği bilgiye göre bu parti sadece “destekleyen parti” olarak dahil olabilmiş. Tutarsızlık ve iki yüzlülüğün dik alası bir tutum örneği), TKP ve laiklik savunucusu diğer siyasi partiler? Harekete geçmek için bunlar neyi ve kimi bekliyorlar acaba?
 
Halil Gündoğan.
 
8.06.2024
 
 
4218

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Sayfalar