Bu ateş sizide yakacak
20 Temmuzda gerçekleştirilen AKP darbesiyle ülkemizin saraydan KHK'lerle idare edildiği bir süreçten geçiyoruz.20 temmuzla birlikte ilan edilen OHAL'le FETÖ'ye yönelik gerçekleştirilen operasyonlarla on binlerce insan tutuklandı, 150 bine yakın çalışan insan işten çıkarıldı.15 temmuz da askeri darbe girişimine kalkışan FETÖ'cülerle mücadele adı altında AKP'ye daha açıkçası sisteme muhalif tüm kesimlerin işten çıkarılması, gözaltına alınması, tutuklanması gerçekleştirildi.
20 Temmuz 2017'den bu yana OHAL'le yönetilen ülkemizde patronlar, işverenler iş yaşamından memnunlar. OHAL'den memnunlar. İşverenlerin OHAL'e yönelik eleştirileri, kaygıları kandırmacadan ibarettir. Saray sahibi RTE'nin de konuşmalarında belirttiği gibi 'işverenlerin OHAL'den memnun olmaları gerekir, OHAL'de grev yasakları gündemdedir.'
OHAL'le saraydan idare edilen ülkemizde KHK'lerle patronlar, işverenler emeğiyle geçinenlere, çalışan emekçilere yaşamı yaşanmaz hale getirmiş durumdadırlar.
İşte tam da bu süreçte Sıtkı Aydın isimli bir inşaat işçisi borçlarını ödeyemediği için TBMM bahçesinde üzerine benzin dökerek kendisini yaktı.
Hatırlayalım,
Son iki yılda işsiz kaldığı için, ailesine bakamadığı için v.s. çaresiz kalan 161 işçinin intihar ettiği gerçeği orta yerde durmaktadır. Buna ilave olarak da belirtebiliriz ki geçen yıl içerisinde işsiz kalanlar, geçinemeyenler, borçlarını ödeyemeyenler yakmışlardı kendilerini...
Ulaş Akın işsizlikten 2016 da Antalya'da kendini yakmış, yaşamını yitirmişti.
M.Ö. adlı bir kişi 2017 de Urfa'da kendini yakmıştı.
Haydar Ç. 2017 de Kayseri'de borçlarını ödeyemediği için valilik önünde benzin dökerek kendini ateşe vermişti.
Sıtkı Aydın'da 2018 de Ankara'da üzerine benzin dökerek kendini yaktı.
İnşaat işçisi Sıtkı Aydın'ın kendisini yakması diğerlerine göre daha çok ses getirdi. Çünki eylem Ankara'nın göbeğinde, meclisin bahçesinde gerçekleşmişti.
Saray danışmanlarının ve hükümet yetkililerinin açıklamalarına bakılırsa ülkemizde işsizlik yok, yoksulluk yok yıllık gelir 10 bin euro'nun üzerinde. Ekonomimizin % 11 büyüdüğü, dünyanın bizi kıskandığı bir dönemi yaşıyoruz. Asgari ücret dersen yeterli düzeyde.
Harca, harca bitmez! Durum bu kadar iyiyken bu insanlar kendilerini neden yakıyorlar ...
Gerçeklik bu mu...
2017 yılında yapılan araştırmalara göre,
Ülkemizde 6 milyona yakın işsiz var. İşsizlik %17 civarında. 2017 yılında 2006 işçi çalışırken iş kazaları denilen iş cinayetlerinde yaşamını kaybetmiş.
İşçiler inşaatlarda, fabrikalarda, atölyelerde v.b. çalışma alanlarında iş cinayetlerinde ölmek istemiyorlarsa, işsiz kalıp sefaletle, açlıkla karşılaşmak istemiyorlarsa örgütlenmek zorundadırlar. Sınıf bilincinden yoksun, örgütsüz emekçiler tek başına kalınca S.A. örneğinde olduğu gibi yoksulluktan, borçlardan kurtulmanın yolu olarak üzerine benzin dökerek yakmayı yeğliyorlar. Örgütsüz işçi çaresiz kalıp kendini yakmaktadır.Eğer işçiler örgütlü olursa, dayanışmayı, birlikteliği hedef alır birlikte direnişi gerçekleştirirlerse çaresiz kalmazlar.Kendisini yakmasına da gerek kalmaz.
İşçiler, birleşip birlikte mücadele ederlerse patronlara dünyayı dar ederler.
İşçiler,örgütlenir, sınıf bilincini kuşanırlarsa iktidarı da değiştirebilirler...
Saraylar yıkılır,taçlar yere savrulur...
Tarih bunun tanığıdır...
Son Haberler
Sayfalar
Şehrin Işıkları
Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile.
Kimliksizlik kimlik olmuş! Tahir Canan
Star Gazetesi İnternete yönelik baskıları savunmak için basın ahlak kurallarını hiçe sayarak basın yasasını hiç görmeyerek dilde kemik yok misali İnternet sansürüne karşı çıkanları porno savunmakla suçlamış. Kendi ilkesizliğini de ilke olarak lansa etmiş. Deyim yerinde ise ilkesizlik ilke olmuş, kimliksizlik de kimlik yerine geçmiş. Yalan dolanla hükümeti” yalama “ yalakalığı erdeme dönüşmüş! Halkı kandırmayı da meslek etmişler. Bunun adına da Gazetecilik denmiş! Gazeteciliğin kamusal görevini hükumetin, devletin ululuğu altına gömmeyi” meslek ilkesi” kabul etmişler.
Yüce bir ölüm!/Agop Ekmekciyan
24 Ocak 1988 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü I.Şube polisleri tarafından boş bir arsada kurşuna dizilerek öldürüldüğü vakit Manuel Demir henüz 25 yaşındaydı. Genç yaşında ,inandığı dava uğruna düşüncelerinden taviz vermeyen,onurlu duruşu ile cellatları çılgına çeviren Manuel Demir hunharca öldürüldü. Faşizmin azgınca terör estirdiği yıllarda tüm hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı,yurtsever,devrimci,komünistlerin hapishanelere atıldığı 12 Eylül faşizminin kol gezdiği şartlarda devrimci mücadeleye ara vermeden,,çekinmeden devam etti.
Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) için 11 not/ Temel Demirer
normal tarihsel koşuldur.”[1]
i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…
Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.
Akademisyen sorumlulugu /Sibel Özbudun
“En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir.”[2]
1. Entelektüel üretimin akademiye ve belli şablonlara sığdırılmaya çalışıldığı günümüzde, sizce akademi dışında entelektüel bir üretim zeminin oluşturulma imkânları nelerdir? Bu bağlamda Özgür Üniversite deneyimini nasıl değerlendirirsiniz?
Benzeşen Toplumları Talilde Unutulanlar / Ergün Aslan
Teori proletarya köylünün yaşamsal mücadelesinin devrimcide akademik olarak dile gelişidir.
Konuya girmeden önce,
Kapitalizmin.., işverenin.. karşısında proletarya köylü olmanın nasıl bir şey demek olduğunu unuttuysan ...
Bu tuzsuz baharatsız sosyo - ekonomik yapı neymiş ya.
Her şeye deva.
Ülkenin sosyo-ekonomik yapısını, inşasını mı talil edecen; Katma işin içine sömürgeciliği..., sosyo - ekonomik yapının sınıflar yüzerinde yol açtığı karekterliği.... tamam.
Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım
Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.
On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?
AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta. Ülkeyi öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.
Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’
Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü
Mültecilik ve düşünce üretimi
Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.