“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2
Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.
Daha da ilginci var bu yaklaşımların. Örneğin deniliyor ki:
“AKP-MHP faşizminin kurumsallaşmasını parçalayana kadar çeşitli etaplarda yan yana düşeceğimiz CHP’yi sosyal demokrasiye ve demokratik Türkiye perspektifine yaklaştıracak olan, sol, sosyalist, feminist hareketlerin ve demokratik Kürt Hareketinin demokrasi ve emek mücadelesinin önderliğini almaya soyunması ve CHP’yi eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu politikalarla sıkıştırmasıdır. Bunu yapmadığımız durumda ise CHP, faşizan AKP-MHP bloğunun ekonomide neoliberal, siyasette Tük-İslam sentezci ve güvenlik devletçi politikalarından ancak nüans farklarıyla ayrışarak iktidara talip olacaktır.” (Aynı yer)
“…Fakat CHP’de bir değişim arzusu ve değişim dinamiği ikisi bir arada. Bunu görmemiz lazım. Ancak bu değişimin tamamlanabilmesi açısından bana sorarsanız DEM’in yani bizim müşterek hareketimizin üstüne bir vazife düşüyor: (…) O açıdan CHP’deki değişimin hızlanması, güçlenmesi kısmen bize de bağlıdır. (…)” (“Gangsterlerle mücadele edeceğiz…” bkz. https://ertugrulkurkcu.org)
CHP’ de bir değişim-dönüşüm var da ama bunun adeta niteliksel bir değişim-dönüşümmüş gibi değerlendirip sunulması herhalde ancak ki olgu ve bilimsel sınıf analizinden uzaklaşıp; onun gerçek kimliği ve varlık nedeninin es geçilmesiyle mümkün olabilir.
Oysa CHP gibi köklü bir sistem partisinin, bu varoluşsal konumunu terk ederek, sistemi ezilen ve sömürülen sınıf ve toplumsal kesimler lehine değiştirme misyonu üstlenmesi, hani denir ya, hem ‘hayatın olağan akışına ters’ ve hem de CHP’nin ve kurulu nizamın ‘derin devlet’ denilen iç dinamikleri böylesi bir ‘devrimsel’ dönüşüme şans tanımaz.
CHP gibi sosyal demokrat bir parti, ancak ki kendisini iktidar mücadelesinde tökezletip geri düşüren iç yapısal sorunlarını aşmak, baskın durumda olan taban kitlesinin beklentilerini bir dereceye kadar karşılamak ve geniş hak kitlelerinin sisteme yönelik öfkesini yatıştırıp sönümlendirme kabiliyeti edinmek için ve elbette verili süreçte sistemin yaşadığı sorunlara, sistem içinde kalan ‘alternatif çözüm politikaları’ ile bir takım reforumsal ‘yenilik’ ve değişiklikler gerçekleştirebilir.
Burada, kendisini sistem karşıtı devrimci sol ve sosyalistler olarak addedenleri, politik mücadele adına ilgilendiren yön, klikler arası rekabetin ve iktidar mücadelesinin bir gereği olarak ortaya çıkan çelişki ve çatışmalardan yararlanarak kitleler ve devrimci mücadele lehine sonuçlar çıkarma olasılığının gözetilmesidir.
Ve keza elbette ki mevcut güç dengeleri denkleminde, koşulların henüz devrimci bir durumu var etmediği süreçlerde, sınıf mücadelesinin önünde en baş engel durumunda olan ve uygulamalarıyla süreci daha koyu, gerici ve faşizan baskıcı bir rejime götürmek isteyen iktidardaki kliğe karşı, ortak paydada birleşilebilecek tüm güçlerle, taktiksel iş birliği siyaseti gütmek; “düşman bloğunu bölüp parçalayarak yok etme” prensibince de doğru bir politik mücadele yoludur.
Bu anlamda olmak üzere; bugün iktidar gücünü tekeline geçirmiş olan ve toplumu her geçen gün giderek daha fazla şeriatçı faşist koyu bir karanlığa doğru sürükleyen Erdoğan diktatörlüğüne karşı olan toplumsal tüm kesimler ile bu gidişatı durdurabilmenin olanağı, taktik politik mücadelenin bir gereği olarak, elbette ki gözetilecek ve gereğince de davranılacaktır; bunu yapmak değil, yapmamaktır abes olan.
Ve elbette ki ham hayallerle, sübjektif yanılgı ve yanlışlarla değil; anın realitesinde, şu veya bu nedenle verili sürecin baş düşmanı karşısında konumlanmış güçlerin sınıfsal konum ve karşı duruş gerekçelerinin niteliğine uygun olarak, her biriyle farklı kapsam ve boyutlarda ittifak ve iş birliği/güç birliği yaklaşımıyla hareket edilmesi gerektiği bilinciyle sorunun ele alınması gerekiyor.
Peki bu tabloda CHP’nin yeri ve konumu nedir? Sürecin yukarıda tanımlanan baş düşmanına karşı, sistem alternatifi demokrat, sol, sosyalist güçler ile CHP’yi bir ölçüde de olsa aynı saflarda buluşturabilecek asgari müşterekler mevcut mu?
Bu sorular sorulmadan ve olgulara dayalı objektif yanıtları oluşturulmadan söylenecek her şey, kuşku yok ki ayakları havada şeyler olmanın ötesinde bir değer ifade etmeyecektir.
Hamasi söylemlerle değil de toplumsal olgularla hareket edilecek olursa; bugünün Türkiye ve K. Kürdistan somutunda öne çıkan ve acilen çözüm talep şu belli başlı sorunlar üzerinden tanımlanacak bir ‘asgari müşterekler’ zeminin mümkün olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Her biri, asgari çözümünü, normal burjuva demokrasisi kapsamında da bulabilen, başta “Kürt sorunu” olmak üzere, güncel bir tehdit olarak varlığını artırarak tırmandıran şeriata karşı, seküler yaşam ve laiklik sorunu, kadın katliamlarına karşı bir nebze de olsa güvence oluşturacak olan İstanbul Sözleşmesi ve burjuva anlamda da olsa evrensel hukuk normlarına dönülmesi gibi toplumun farklı farklı kesimlerini ortak noktada buluşturabilecek bu sorunlar, CHP ile de rahatlıkla “asgari müşterek” bir zemin olabilir. Çünkü toplumun çok büyük bir kesiminin bu sorunlarına alternatif çözüm programı üzerinden hareket etmeyecek bir CHP’nin, Erdoğan rejimini alt ederek iktidara gelme şansının olmayacağını artık CHP’nin kendisi de idrak ediyor olmalı. Bunun emareleri de zaten mevcut.
Dolayısıyla da sürecin baş düşmanına karşı, sonuç alma olasılığının, CHP ile varılacak bir konsensüs ile mümkün olabileceğini öngörmek, siyasi taktik olarak hiç de yanlış olmaz.
Kaldı ki başat demokrasi sorunlarından bir olan Kürt sorununun çözümünün, sorunun ana taşıyıcı öznesince “yerel yönetimler özerkliği” kriterine indirgendiği bir durumda, CHP ile bu konuda anlaşmaları pekâlâ olası. Çünkü sorunun bu çerçevede bir çözüme kavuşturulması, TÜSİAD’ından tutunda, çeşitli güç odaklarına kadar büyükçe bir kesimin ortak talebi olmuş bir durumdur. Dolayısıyla da CHP açısından bu adımı atmak, düne nazaran bugün daha kolay olacaktır.
Öte yandan başta Alevi inancına sahip milyonlarca insan ve keza yine milyonlarca seküler ve laik yaşam sahibi insan bugün çok ciddi bir şekilde şeriat tehdidi algısı altında olup; Erdoğan rejiminin ne yapılıp edilip engellenmesini talep etmekte. Dolayısıyla da CHP, laisizmi sağlamayı programına alarak bu kesimlerle de ille ki buluşmak zorundadır.
Keza İstanbul Sözleşmesi’ni tekrardan yürürlüğe koymak zaten CHP’nin verilmiş vaatlerinden bir diğeridir. Dolayısıyla da gerek feminist hareketler ve gerekse çok farklı toplumsal kesimlerden kadınlar CHP ile ortaklaşacaklardır.
“Evrensel hukuk normları”na dönülmesi talebi de yine aynı şekilde farklı toplumsal kesimlerin en acil taleplerinden biri olduğundan; daha güçlü bir rakip çıkmadıkça, çözümün adresi yine doğallığıyla CHP olacaktır. Haliyle yönelim de kendiliğinden oraya olacaktır.
Peki bütün bu sorunların söz konusu çözümleri zemininde buluşacak bir mücadeleyle, sürecin, okun sivri ucunun yöneltilmesi gereken baş düşmanının bertaraf edilmesi olasılığı var mı? Yenilgiyi kabullenmeyip, bir iç savaş kalkışmasına başvurmadıkça, evet, bu olasılığın her zamankinden daha yüksek olduğunu söylemek pekâlâ mümkün.
Peki böylesi bir olasılığın gerçekleşmesi sınıf mücadelesi açısından daha ileri bir mevzii ifade etmez mi? Elbette ki eder. Her şeyden önce toplum bir soluk alıp, kendine gelir. Bir muharebeyi kazanmış, ceberut bir belayı alt etmiş olmanın öz güveniyle donanır ve sınıf, kendi öz pratiğiyle kendisini eğitme şansı yakalamış olur.
“Devrim kitlelerin kendi eseri olacaktır” şiarını destur alanların bütün bunlara burun kıvırmaması gerekiyor herhalde ki değil mi?
Evet, yaşanan tarihi sürecin özgün karakteri, sol, sosyalist devrimci güçler ile toplumun ilerici, demokrat güçlerini, sistemin ana koruyucu güçlerinden ve de tekelci burjuvazinin bir kanadını temsil eden CHP ile aynı ‘mevzi’ de buluşabilme ortamı sunuyor.
Bu, olguların dili; gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise, koşullarda olağan üstü değişimler olmadıkça, tamam sürece önderlik eden siyasal öznelerin bunu gerçekleştirme istem ve gayretlerine bağlı olacaktır.
Not: CHP’ye ilişkin kapsamlı değerlendirmeyi yıllar önce “Türkiye’de Sosyalist Devrim Gerçekliği” isimli kitabımda yapmıştım. İlgilenen o kaynaktan detaylıca inceleyebilir.
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]
hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.
Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik
Proletaryalarla sohbet.
Ah... ah... kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.
Hemi de kaçımız.
Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.
Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.
Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.
Belki de... sadece bu konularda da değil.
Başka konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.
Bir Devrim Yapmalıyız!
Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.
T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi
Giriş:
Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.
İyi Yahudiler de Var!
"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"
Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı
Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz.
Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan
Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.
TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı
Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi
Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.
Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!
Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.
TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi
Giriş:
İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.