Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)
Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.
Soykırımcıların inkar ve asimilasyon çabalarına karşın Ermeni soykırım gerçekliğini her fırsatta korkusuzca dile getiren, Ermeni kimliğini ve haklarını, halkların hak eşitliğini içtenlikle savunmaktan geri durmayan Hrant, kısa sürede muktedirlerin hedefi durumuna geldi. Neydi muktedirlerin bu derin korkusu? Koca Türki cumhuriyeti bir kişiden, bir sesten ve kendileri gibi olmayan bir yüzden neden bu kadar çok korktu? Bu korkunun temelinde yatan, tarih boyunca öz topraklarında binlerce yıl yaşayan Ermeni halkının soykırıma uğratılması gerçekliğinin anlaşılmasıdır. Ele geçirdikleri, çöktükleri zenginliklerin kaynağının açığa çıkmasıdır.
Bugün adına “TC” denilen çakma devletin topraklarında en tehlikeli, en riskli, en başat konulardan biri de Ermeni soykırımı meselesidir. En belalı, en riskli kimliktir Ermeni olmak. Her şeyden ve herkesten bahsedilebilir, her türlü konuya sınırlar ölçüsünde değinilebilir. Ancak söz konusu Ermeni ve Kürt meselesi ve soykırım gerçekliğinin konuşulması olursa kaşlar çatılır. Sınırlar çekilir ve tehditler savrulur. Hadler bildirilir, soruşturmalar açılır, zindan kapıları gösterilir. Olmadı kalleş kurşunlar yollanır. Yüz yıldır Ermeni ve Kürt’ün hikayesi böyle yaşanıyor ve yaşatılıyor.
Hrant sadece bu ülkenin ve acılı halkın aydını gazetecisi değildi. Ermeni soykırımından yüzyıl sonra cesaretle ortaya çıkıp adalet arayan, hakikatin sesi olmayı ve özgürlük iddiasını taşıyan bir devrimciydi. Çünkü onun ilk öğretmeni ve ilk kadim yoldaşı Karakoçan’da faşist bir pusu da katledilen Armenak Bakır yoldaştı. Bu cesur sesi duymaktan, bu onurlu duruşu görmekten korkan, soykırımla yüzleşmek istemeyen karanlığın ve sermayenin sahipleri, onu en kısa yoldan susturma yoluna gitti. Ancak onun adalet ve özgürlük arayan sözlerini, halkların eşit ve kardeşçe bir arada yaşama isteğini ve de yere serili delik ayakkabısını kimse unutmadı. Ermeni bir aydının delik ayakkabısı bile utanç dolu Türk adaletini teşhir etmeyi başardı.
Yüz yıldır dökülen Ermeni ve Kürt halkının kanı, suyla yıkanmaz. Akıp giden zaman da tarihin ilk büyük soykırım felaketini unutturamaz. Acının dilini konuşmaya devam eden, yoksul Ermeni halkının adalet arayışı her bir karış toprakta dolaşmaya devam ediyor.
Soykırım sadece milyonlarca canın feci şekilde imha edilmesi değildir. Aynı zamanda binlerce yıllık tarihsel birikimin, yaratılan kültürel mirasın, sanatsal zenginliğin de yok edilmesi ve kesintiye uğratılmasıdır. Geride zengin bir kültürel miras, mükemmel bir yenilik geleneği bırakan Ermenilerin sökülemeyecek kadar bu toprakların derinliklerinde kökü vardır. Ne soykırım ne inkar ve asimilasyon suçları derinliklerde saklı olanları söküp atabiliyor.
Hrant’ın katledilmesi sadece aydın bir canın eksilmesi değildir. Korku ikliminin egemen kılınarak şovenizmin ve ayrımcılığın kurbanlarını çoğaltarak, çoraklaşmış ve tekleşmiş bir toplum yaratılmak istenmesidir. Dün Ermeni’ye dokunmak, yakınlaşmak, dost olmak büyük bir günaha ve bir suça çevrilmişti. Bugün de Kürt’e dokunmamanın, yakınlaşıp dost olmamanın zemini hazırlandı.
Kılıçla ve zorbalıkla her türlü pratiğe imza atan ittihatçı AKP-MHP iktidarı yarattığı adaletsizlik sütunu üzerinde asla rahat oturamayacaktır. Her gün toplumun her kesiminden gelen ve artarak çoğalan özgürlük haykırışı ve adalet kavgası, Türk adaletinin sütunlarını hırpalamaya devam edecektir.
Dünden bugüne Ermeni’yle Kürt’le Alevi’yle eşit olmanın, insan olmanın, insan kalmanın büyük bir sorumluluk taşıdığı açıktır. Bunun için büyük bedel ödenmesi gerektiği bilinse de ödemeye hazır olanların umut dolu sayısı her gün daha fazla çoğalıyor. Hrant’tan sonra geride kırık bir keman, acılı bir melodi kalsa da Hrant tıpkı Armenak gibi bizim olmaya devam edecek.
Son Haberler
Sayfalar
T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]
“Acı veriyorsa geçmiş;
geçmemiş demektir.”[2]
“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.
Kolay mı?
BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]
“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,
acıma çılgınlığı vermiş,
İnsan artık dayanamaz gibiyse,
üstelik
Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı
Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;
Ve acıdan dili tutulunca insanın,
bir Tanrı
Çektiğimi anlatayım diye
bana dil vermiş.”[2]
KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.
KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER
Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...
İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]
“Biri kurbağa öper,
biri yüzyıllarca uyur,
biri 7 cüceyle yaşar,
biri kuleye kapatılır.
Bir masal prensesi olsan bile
kadınlık zor.”[1]
1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike
ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]
“Tarih, gelecek için
kavga verip, yitirmiş bile olsa,
insanlık için vuruşanları
hiç unutmaz.”[2]
Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…
Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...
12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba
Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları
Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.
BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ
Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez
Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,
PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,
Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.
“Yarı-Feodal” Brezilya...?
11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.