Perşembe Eylül 19, 2024

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

“Devrim öncesi süreç” elbette ki her toplumsal yapı gerçekliğine göre farklılık ve özgünlükler arz ediyor olacağından; haliyle, her bir örnek somutunda devrimi örgütleme tarz ve süreci de önemli oranda farklılık ve kendine has özellikler taşıyor olacaktır.

 

Bundandır ki devrimci güçlerin “olmazsa olmaz” öncelikli görevlerinin en başında; üzerinde devrimi gerçekleştirmeyi tasarladıkları zeminin, somut güncel olgulara dayalı sosyal-ekonomik yapı tahlilini yapmaları ve bu olgusal gerçekliğe uygun bir devrim stratejisini oluşturmaları gelir.

Bu kısa soyutlama girişin ardından, yazı başlığı da olan konu daha somut olarak ele alınabilir artık.

Uzunca bir süreden beridir tamamen kapitalist üretim ilişkileri hakimiyetine girmiş olan Türkiye ve K. Kürdistan somutunda olgular, devrimin ancak ki günümüze uyarlı, Ekim Devrimi tarzı bir Toplu Ayaklanma Strateji ile mümkün olabileceğine hükmediyor. Dolayısıyla da bura devrimcileri, devrimin örgütlenmesi stratejik görevini mecburen, devrimci bir durum oluşuncaya dek sürecek olan o “evrimci” hazırlık evresinde yerine getireceklerdir. Bu, niyetsel bir tercih veya bir keyfiyet değil; olguların dayattığı nesnel zorunlu bir gerekliliktir.

Süreç, nesnel koşullardan ötürü “evrimci” bir karakter arz ediyor olsa da ama devrimci sol-sosyalist ve komünist güçler bu hazırlık sürecinin görev ve sorumluluklarını elbette ki edilgen, düşük reflekslerle olayların peşinden sürüklenen, sistemle uzlaşıcı, reformist bir perspektif ve pratikle değil; devrimci bir perspektif, devrimci bir yaklaşım ve aktif militan öncü bir müfreze ruhu ve pratiğiyle karşılayıp yerine getirmek zorundadırlar.

Ve elbette ki bütün bu görev ve sorumlulukları yerine getirebilmeleri için günün ve “zamanın ruhuna” uygun dinamik mücadele yöntem ve araçları, kendisini ısrarla yenileyerek, yedekleyerek mücadeleyi kesintisiz sürdürmeyi olanaklı kılacak mekanizmaları oluşturmaları gerekiyor. Aksi takdirde, sadece niyetlerle ve dar marjinal örgütsel yapıların idamesine odaklı bir devrimcilikle devrimi örgütleyebilmek, koca bir ham hayaldir.

Devrimi örgütlemek demek; devrimci güçlerin, sürecin devrimci görev ve sorumluluklarını layıkıyla yerine getirebilmeleri için öncelikle kendilerini örgütlemeleri gerekir. Bu, “devrimi örgütleme” meselesinin esası da demek olan kitlelerin bilinçlendirilip örgütlü bir güç haline getirilebilmesi ve keza devrim anının askeri-teknik ve kadrosal alt yapısının hazırlanabilmesi için, “olmazsa olmaz” bir ön koşuldur.

Bütün bunlar da kuşkusuz ki devrimci öncü müfrezenin, hiç abartısız, bir “savaş kurmay heyeti” gibi; süreci günlük, yakın, orta ve uzun erimli bir planlamayla ele almasını ve her bir aşamada neyi nasıl ve hangi aşamalarla, hangi yöntem ve mekanizmalarla karşılaması gerektiğini, değişen koşullara göre bunları, anında müdahaleyle yenileyip, daha bir yetkinleştirmesi ile mümkün olabilir ancak ki. 

Yıllar boyudur birçok devrimci güç, kongre veya konferans kararı olarak, örneğin başta çeşitli milliyet, cinsiyet ve inançtan işçiler olmak üzere, ön görülen devrimin temel öznesi sayılan emekçi sınıf ve tabakaların ve keza özel olarak da kadınların ve öğrenci gençliğin örgütlenmesini, öncelikli temel görevlerinden biri olarak belirler ve bunu tüm dünyaya da gururla duyururlar. Ve ama gerek ortaya koydukları ve gerekse pratikleri yakın plandan mercek altına alınıp incelendiğinde görülecektir ki; bu temel ve öncelikli olarak addedilen görev ve alanlara ilişkin; neyin nasıl ele alınması ve de hangi aşamalarda nelerin yapılması gerektiğine ilişkin hem yakın, orta ve uzun erimli bir planlamaları, hem bu planların pratiğe nasıl ve nelerle geçirileceğine dair, somut herhangi bir projeleri yok ve hem de öz eleştirel bir yaklaşımla, yapılmaya çalışılan veya yapılanlarda varılan veya varılamayan sonuçların belli aralıklarla masaya yatırılıp muhasebesi yapılarak daha iyi ve daha ileri noktalara taşınması şeklinde bir çalışma disiplin ve prensibi yok.  Yani o ulvi kararlar, deyim uygunsa, “saldım çayıra, Mevla kayıra.” hesabı, kendiliğindenci bir akıbetle, zaten ta en baştan itibaren boşa çıkarılmış oluyor.

Öte yandan bilinir ki devrimin öznesi olarak addedilen kitlelerin tamamı veya ezici çoğunluğuyla doğrudan organik bir bağ içinde olabilmek, istenen ve arzulanan bir şey olmakla birlikte; ama bu, özellikle de sendika, kooperatif, konsey-meclis ve parti gibi köklü ve güçlü devrimci kitle örgütlerinin henüz oluşmamış olduğu süreçlerde pek de olası değil. Dolayısıyla da bu süreç boyunca yapılması gereken şey; bir taraftan peyderpey organik bağlar oluşturulmaya çalışılırken, ama esas olarak da kitlelerin gündemini meşgul eden tüm somut sorunları üzerinden, ortaya konulacak isabetli eylemsel pratik tutum ve yaklaşımlarla onlarla dirsek teması ve zihinsel bağlar kurmak ve keza yine bunlar üzerinden şekillenecek ve işlevsel özellikleri olan genel ajitasyon-propaganda ile de onları zihnen örgütlemeye çalışmak (evet, bu belki zorlu bir uğraştır ve ama asla imkansız değil.).  

Ve yine bilinen ve ama devrimci güçlerin ekseri çoğunluğunun, tipik sol sekter yaklaşımlarla, es geçtiği bir gerçektir ki; güncel realitelerinden kopuk, esasen de soyut, onların usunda kayda değer bir etki yaratmayacak türden genel ve bu anlamıyla da işlevsel herhangi bir karşılığı bulunmayan akademik ve ideolojik ajitasyon ve propaganda karşısında kitleler sağır ve haliyle de zihnen kapalı olurlar.

Dolayısıyla da bu tarz tutum, yaklaşım ve çalışma tarzıyla devrimi örgütleme görevi, bin yıl da geçse, asla yerine getirilemeyecektir. Ve keza bundan ötürü de devrim anlarının ortaya çıkacağı her tarihi süreçte, başta komünistler olmak üzere, devrimci güçlerin; “devrimin sübjektif güçlerinin” hazırlanmasına ilişkin görev ve sorumluluklarını esasen yerine getirmemiş olmalarından ötürü, devrim olasılığı her seferinde boşa düşecektir.

1397

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

Sayfalar