Dil kesmek, baş kesmek…(Nubar Ozanyan)

Diktatör Erdoğan Türkiye’de dil kesiyor, Rojava’da baş kestiriyor. Asmayıp zindana yollayamadıklarının ya dilini ya da başını kesiyor. Yine bir cami çıkışında Sezen Aksu’yu hedef göstererek “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” diyerek sanatçı ve aydınları karşı kin ve nefret dolu cümlelerle tehdit edip halkı galeyana getirmek istedi. Kışkırtıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı dil kullanmakta oldukça usta olan bu diktatör, besbelli ki çaresizlik içindedir.
Aslında bir cellat olan bu diktatör, yıllarca halkı, bir kısım sahte solcu ve yarı-aydınları kandırarak desteklerini almayı başardı. Birkaç yıl, olur olmaz yerde ve durumda ağlayarak mazlum rolünü iyi oynadı. Toplumun hatırı sayılır bir kesiminin destek ve rızasını almayı başararak iktidarını pekiştirdi. Şimdiye kadar sayısız gazeteci, siyasetçi, aydın ve sanatçıyı tehdit edip sindirmekten, zindana yollamaktan geri durmadı.
Gerçekte ise, diktatörün biri görünürde olmak üzere iki farklı kimliği, iki farklı yüzü vardır. Ancak asıl kimliği cellatlıktır. Bazen görünürdeki sahte kimliğini kullanmaya çalışsa da, her fırsatta diktatör olduğunu herkese hatırlatmaktan ve göstermekten bir an olsun geri duramaz.
Yıllarca korku eken diktatör, şimdi öfke biçiyor. Örneğin Sezen Aksu’nun sözleri 35 ayrı dile çevirilerek diktatöre bir anlamda hak ettiği yanıtı verdi. Diktatör ise gelen tepkinin yoğunluğu karşısında çareyi “çark etmek”te buldu.
Tarih boyunca egemen Türk yöneticilerinin zorba ve korkak oldukları iyi bilinir. İşler iyi gittiğinde aslan kesilirler, tersine gittiğinde ise yaltaklanarak kendilerini daha da küçük düşürürler. Dün söylediklerini bugün inkar etmekten bir nebze olsun utanmazlar.
Tarihten günümüze Türk diktatörlerinin en iyi bildikleri şey baş ve dil koparmak, hapishaneler yaptırmaktır ve haklarını arayanları buralara doldurmaktır. Bugün Türkiye’de tutuklu sayısı 300 bine ulaşırken, açıklamalara göre 2022 yılında 64 yeni hapishane daha yaptırılacaktır.
Aynı diktatör, eğitip donattığı ve saldırttığı çeteler eliyle Rojava’da masum insanların başlarını kesmektedir.
İttihatçı-Kemalist Türk devletinin günümüz AKP-MHP faşist yönetimine dek değişmeyen tek gündemi “güvenlik”tir. Devlet bütçesinin en büyük parasal dilimi güvenlik için ayrılmaktadır. Savaşa ve hapishanelere harcanan maddi miktarın haddi hesabı yoktur.
Türkiye’yi büyük bir zindana çeviren suç örgütü AKP-MHP iktidarı, zulmü ülke sınırlarının dışına taşırarak Ortadoğu’nun ve Kafkaslar’ın en büyük celladı olma “şan”ını elinde bulundurmaktadır.
Demokratik Özerk Yönetimin varlığını, gelişimini kabul etmeyen İttihatçı-Kemalist iktidar, Rus ve ABD’li efendilerinden Rojava’ya saldırı iznini alamayınca bu kez “başka yol ve yöntemlere” başvurma tehdidini savurdu. “Başka yol ve yöntem” sözlerinin gizli anlamı, DAİŞ’in Hesekê şehrinde bulunan Sina Hapishanesi’ne kapsamlı ve organize saldırısıyla açığa çıktı.
DAİŞ çetelerinin bulunduğu Sina Hapishanesi’ne yönelik saldırı ile Til Temir ve Eyn İsa’ya yönelik saldırılarının eş zamanlı olması Erdoğan diktatörünün “başka yol ve yöntemleri”nin nasıl okunması gerektiğini gösterdi.
Bu denli kapsamlı ve organize bir saldırının arkasında bir devlet aklı ve eli olduğu, yakalanan çetelerin sorgu ve itiraflarıyla daha anlaşılır bir şekilde ortaya çıktı.
Türk devlet istihbarat yetkilileri, sayısız kez Serêkaniyê’ye gelerek önceden planlanan saldırı kaçırma ve provokasyonları DAİŞ çete yetkilileriyle görüşerek örgütledi.
Yakalanan çete üyelerin verdiği bilgilere göre Sina Hapishanesi’ne yönelik gerçekleşen planlı saldırıya katılanların önemli bir kısmı Türkiye’nin denetiminde olan Serêkaniyê, Girê Spî’den ve bir kısmı ise Irak üzerinden özerk yönetim topraklarına girmiştir.
Bunlar göstermektedir ki, aklı bir suç örgütü gibi çalışan Türk devletinin bizzat kendisi Sina Hapishanesi’ne saldırıyı planlamıştır. Silah ve cephanesini sunmuş, eğitip hazırladığı çetelerin Rojava’ya geçmelerini sağlamıştır. Şam rejimi ise saldırının propagandasını yapmış, DAİŞ çeteleri ise saldırıyı pratikleştirmiştir.
Ancak yapılan bu ölümcül saldırının uluslararası ve bölgesel gerici faşist devletlerin ortaklığıyla ve onların çıkarı uğruna gerçekleştiğini unutmamak gerekir.
Rojava’da uygulanan ve ortak yaşam projesi olan demokratik özerk yönetime yönelik içten ve dıştan sayısız suikast, ambargo, su savaşı, gizli çete hücrelerinin saldırıları oldu. Bunlar yetmezmiş gibi bu kez daha kapsamlı ve organizeli bir saldırıyla teslim alınıp diz çökertilmek istendi.
Halkın büyük bir bölümü tarafını ve desteğini Demokratik Özerk Yönetim’den ve güvenliğinden sorumlu QSD’den yana ortaya koyarak tavrını açıkça belli etmiştir.
Dün Ermeni halkını yalın ayak, aç-susuz bir şekilde vadilerde ve dağlarda yürüterek ölüm tarlalarından geçirip sürgüne gönderirken bugün de Rojava halkını korku ve tehditle, provokasyon ve saldırıyla kaçırtıp sürgün yollarında ve kara sularda boğdurmak istiyorlar. Şiddet ve kitlesel katliamdan başka bir yol bilmeyenler yeni soykırımlar gerçekleştirmek istiyor.
Baş ve dil kesen diktatör karşısında Kürt-Arap-Ermeni-Süryani-Asuri-Êzîdî halkları bir kez daha birlik olup özgürlüğün safında Demokratik Özerk Yönetim’in yanında durdular.
Şehit Nubar Ozanyan Taburu ve Ermeni Toplumsal Meclisi, Demokratik Özerk Yönetim yanında yer alıp QSD saflarında yer alarak özgür iradesini ortaya koydu.
Geçmişte Ermeni aydınlarının ayağına at nalı çakan ve göğüslerine kızgın at nalı basanları halkımız iyi bilir.
Ve çok iyi bilirler ki, “Ayı derisinden post, Türk devletinden dost olmaz.”
Son Haberler
Sayfalar

"Tarihte kalmış bir savaştan notlar ve dersler"*
1973'de Amerikan askerleri Vietnam'dan çekilirken, New York Times gazetesinin hükümete yakın yazarlarından Sulzberger şunları yazıyordu:" Birleşik Devletler savaşın kaybeden tarafı olarak görünüyor. Tarih kitapları bunu böyle yazmak zorunda… Biz savaşı Mekong Vadisi'nde (Vietnam'da) değil, Mississippi Vadisi'nde (Amerika'da) kaybettik. Birbiri ardından gelen Amerikan yönetimleri, ülke içindeki halktan asla kitlesel destek görmedi."

Tatava yapma, bas geç
Gündemle ilgili yazmak bana göre değil.
Aklım sırrım almıyor.
Delirecem.
Seçimler 30 Martta.
31 Mart ve ardında bazıları seçimlerde uğradığı hezeyanla ...
Seçimlere, örgütlenmeye .... yönelik iflah olmayan proletarya köylünün haline karşı kolektiflere sokağın, mücadelenin ve kavganın yıkıcı gücünü ( Bolşevikliği ) tavsiye ediyor.
Kimileri de, Yetmez ama evetçilerin gezideki adı: Tatava yapma, bas geçciler, diyi veriyor.
Ve daha nice şeyler.
Ya kardeşim: Durun, hele.
Sizler ne yazdığınızın farkında mısın ?

“İnsanlık için komünizmden başka yol var mı?” derdi o...
“İçinde bir tutam delilik olmayan hayat eksik bir hayattır.”[1]
Ataol Behramoğlu’nun, “… insan olmak/ çoğalabilmektir başkalarıyla/ İnsansın, birinin canı yanıyorken/ senin de canın yanıyorsa,” dizelerini anımsatan bir devrimci ruh daha ayrıldı aramızdan... Çocuksu, coşkulu, insan gibi insandı...
Gerçek şudur ki Onun ölümüne inanmak zor, O az sonra kapımızı çalabilir…
Kolay mı? Can Yücel’in, “Bana Bir Varmış de!/ Bir Varmış Bir Yokmuş deme!/ İçime dokunuyor” şiirinin “Bir Varmış de” bölümünü gerçek kılmışlardandır Tuncel Kurtiz...

TKP/ML- TİKKO Gerillalarından Bombalı Pankart
Yerel kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilere göre, 10 Nisan2014 günü TKP/ML’ye bağlı TİKKO gerillaları Ovacık’ta yol kapatma eylemi yaparak bombalı pankart astı.

Değişimlere Direnen İdeal İnadımı
Aradan otuz yıl geçmişti, ben daha ülkedeyken tanıdığım kadim bir dost diye bildiğim Hasan’a misafirliğe gitmiştim. Hal hatır faslından sonra kardeşi olan Hüseyin’in durumunu sormuştum. Aldığım cevap ise, ‘’Annesi ve babası bir olan bir ilişki içinde değiliz maalesef’’ olmuştu.
Çocukluğumdan beri anne ve babası bir diye bildiğim bu kadim dostumun söyledikleri kafamı epey karıştırmasına yetmişti bile. Hasan bana dönerek ‘’Yok yok zannettiğin gibi değil ya da düşündüğün anlamda baba veya annemiz bir değil anlamında söylemedim’’ diye tekrar aynı vurguyu yapmıştı.

Eleştirinin sefaleti
Halkın Günlüğü gazetesinin 16–28 Şubat 2014 tarihli 77 sayısında “Eleştirinin Eleştirisi!” başlıklı bir yazı yayımlandı.

Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!
Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.

Sürecin hasasiyetine hasasiyetle cevap vermek gerekiyor
Yaklaşık 30 yıldan beridir Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin seslendirilmesini üstlenerek öncülük eden Kürt siyasal hareketin siyasal konumunda olan siyasal güçleri, son barış sürecinin heyecanıyla atağa kalktıklarından beri, ağızlarından hiç düşürmedikleri süreç ve bu sürecin ortaya koyduğu ‘’süreç çok hassastır’’ söylemidir.

Yaşamı degistirmek için tüm renkleriyle örgütlenmek[1]
“İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe insan değildir.”[2]
Yaşamı, tüm renkleriyle, hep beraber, “11 Tez”in ısrarlı yaratıcı/ yıkıcılığıyla birlikte, el ele, omuz omuza örgütlemek insan olmanın ve kalmanın “olmazsa olmazı” olsa da, sürdürülemez kapitalizmin yıkım ve yoksulluk dünyasında hiç de kolay değildir…
KAPİTALİST VAHŞET

Seçim mi Devrim mi ?
Bu coğrafyada halklar düzenin yüz yıldır sahnelediği seçim oyununa katılmakla baltayı bilinçsizce hep kendi ayaklarına indirdiler. Bu 30 Mart yerel seçiminde de halk diğer seçimlerde olduğu gibi yine kendisine biçilen militan figüranlık rolünü oynadı. Yorucu bir seçim kampanyasını sırtlayarak Meclis partilerine pek çok belediye başkanlığı ve il meclis üyelikleri kazandırdı.

Sokaklar babam kokuyordu
Babamı hiç tanımadım, kokusunu da bilmem. Kulaklarımda çınlayan ne bir sesi ne de duvarımızda asılı bir resmi vardı. Olsaydı hep bakardım… Tam beş yaşındaydım. Bunların yokluğuyla bir gün sordum anneme. “Beni kaçırdı, köyden alıp getirdi buralara. Gerçi İzmir çok güzel ama…” dedi. Sustu, gözlerini tavana dikti, sonra da, “Benim için çoktan öldü baban,” dedi. ‘Benim için neden ölmedi?’ diye geçirdim aklımdan, hayıflandım. Biraz da gönül koydum. Babasızlık çok zormuş, insan büyüdükçe bunu daha iyi anlıyor. Örneğin sokaklarda hiç kavga etmedim, kavgadan kaçtım hep.