Cumartesi Eylül 21, 2024

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Önemle görülmelidir ki bu sorunun, hem kesinlikle hafife alınır bir yanının kalmadığı ve ama hem de gelinen aşama itibariyle, artık geriye dönüş imkanının da hızla tükenmekte olduğu bir sürece girilmiş durumda.

Bir tarafta ABD’nin başını çektiği İngiltere ve diğer Batı Avrupalı emperyalistlerin oluşturduğu NATO kampı ve diğer tarafta; (“gizli” bir özne olarak) başını esasen Çin’in çektiği tartışmasız olan Çin- Rusya ana ittifakı etrafında toplaşan irili ufaklı devletlerin oluşturduğu kampın emperyalist haydutları, “savaşa hazırlanma maratonun” adeta “son düzlük” etabı koşuluyormuşcasına, hummalı bir gayretkeşlikle, rakiplerinden daha önce hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlar.

Sürecin ayırt edici en önemli özelliklerinin başında; ABD ve İngiltere’nin, “savaşa hazırlık safhasını”, doğrudan NATO üzerinden ve ama “vekalet güçler” kullanarak, fiili bir savaş ortamında tamamlama taktiği gelir.

Örneğin rakip kampın, SSBC topraklarında NATO’yu genişletme hamlesiyle en kolay kullanılma vesilesi yapılabilecek olan gücü Rusya’yı, Ukrayna ile savaşa sürüklemesi ve keza şu son dönemlerde savaşın Rusya topraklarına taşınması hamleleri, vs. vs, tamamen, “stratejik akıl üslerinde” kurguladıkları o büyük savaşa hazırlık kapsamındadır. Çünkü böylece hem rakip kampın en güçlülerinden olan ve aynı zamanda da baş rakip Çin’in bir nevi “ileri karakolu” olan Rusya ekonomik ve askeri olarak zayıflatılacak ve hem de hem kendi cephesini, Rusya tehdidiyle, tahkim etmenin ve hem de eski silah ve cephaneyi tüketip, yerine yeni ve daha gelişkin olanlarını koymanın ve yeni silahları da denemenin vesilesi yapabilecekler (nitekim, İsrail aracılığıyla Gazze’de yıkım ve yok etme esası üzerine oturan “meskun mahal” savaşında yaptıkları da budur.). Yani işte böylesine de çok yönlü işlevliğe sahip bir “savaş oyunu” oynanıyor dünya kamuoyunun gözleri önünde.    

Hangisinin bu süreci önde tamamlayacağını şimdiden kestirmek öyle çok kolay olmasa da ama “Dünyanın jandarması” olma konumunu hâlâ önemli oranda korumakta olan ve bunun avantajını kullanarak; savaş kışkırtıcılığının baş aktörü durumunda olanın, ayrılmaz ittifakı İngiltere ile birlikte, ABD emperyalizmi ve keza, bu süreçte üstlenmiş olduğu saldırgan misyonundan ötürü özel bir vurguyla öne çıkarılması isabetli olacak olan, bir başka emperyalist güç odağı olarak NATO’nun avantajlı olduğu söylenebilir.

Bu olgu, büyük savaşın “ilk mermisinin” de bu saldırgan ve kendilerini daha avantajlı konumda gören güçlerce ateşleneceği olasılığını güçlendiriyor gibi.

Böyle olmasa bile, yani varsayalım ki doğan fırsatları kullanıp, ilk hamleyi yapma avantajını öbür taraf kullansa bile, bu, savaşın baş kışkırtanının ABD ve NATO olduğu çıplak gerçekliğini asla karartamaz.

Bundan ötürü de bugün dünya halklarının ve Dünya barışının baş düşmanı konumunda ki güç, elbette ki hâlâ ABD-İngiltere emperyalizmidir.

Dolayısıyla da kaçınılmaza yakın bir oranla, nükleer silahların da kullanılacak olmasından ötürü; insanlığın ve doğanın yıkımıyla sonuçlanacak böylesi top yekûn bir dünya savaşına karşı olan, başta Dünya halkları olmak üzere, mevcut koşullarda kendilerini savaş karşıtı ilan eden Dünya barışı yanlısı tüm kesimlerin okun sivri ucunu bu güçlere yönelterek; büyük kitlesel direnişler organize edip, caydırıcı etkilerini ortaya koymaları dışında, maalesef ki  bu süreci durduracak ve tersine çevirebilecek bir başka “sihirli” çözüm yolu gözükmüyor.

Elbette uluslararası ölçekte böylesi güçlü ve ardışık kitlesel eylemler kendiliğinden ortaya çıkmayacaktır. İlle ki yine bir şekilde uluslararası ölçekte organize olma becerisi gösterebilmiş, diri-dinamik toplumsal oluşumlar böylesi zorlu bir görev ve sorumluluğu üstlenip, üstesinden gelebilir.

Kuşku yok ki bu güçlerin en başında, doğallığıyla, komünist partiler ve keza sol-sosyalist örgüt ve çevreler gelir. Çünkü tarihi tecrübelerle sabit bir olgudur ki ancak ki bu güçler, istikrarlı ve kararlı bir anti-emperyalist savaş cephesinin motor gücü rolünü yerine getirebilme iradesine sahip olabilirler.

Fakat önemle vurgulamak gerekir ki işlevsel bir etki gücüne sahip olması gereken anti-emperyalist savaş cephesi, komünist ve sol-sosyalist güçler önderliğinde olsa da sınıfsal fark gözetmeksizin, savaş karşıtı tüm toplumsal kesimleri bir şekilde bünyesinde toplamayı hedeflemek ve de bunu önemli oranda başarmak zorundadır. 

Ancak galiba bazı çevreler hem sürecin gereksinimini duyduğu oluşumu bir “anti-emperyalist savaş cephesi” olarak değil de “anti-emperyalist cephe” olarak ele almakta ve hem de bu “anti-emperyalist cephe”yi de sadece ideolojik olarak “kardeş” gördükleri uluslararası bir avuç parti ve yapıyla kotarma derdinde. Yani kendilerini komünist, ML ve hatta MLM olarak tanımlayan diğer birçok uluslararası oluşumu bile kapsamayan bir darlık ve kısırlıkla ele almakta.  

Haliyle de bu zihniyet ve yaklaşımla, komünistler toplumun diğer kesimleri nezdinde, hem güçlü bir çekim merkezi oluşturamayacakları gibi, hem de genel olarak zaten ciddi şekilde mevcut olan güven yitimini, mislince artırmış olacaklar. Kuşkusuz ki bu, asla affedilemeyecek tarihi bir sorumsuzluk olacaktır. Umalım, aklı selim galip gelsin.

1260

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Halil Gündoğan

Yalinayak düşlerin yalın sözleriyle Sokrates-Özden Çiçek

Milattan önce yaklaşık 5. yüzyıl Atina`sında yaşayan, düşünen, sorgulayan ve bilmediğini bilen  Sokrates`in yaşamıdır konu edilen.

Yeni Bir Yıla Girerken, Kapitalist Sistem

Kapitalizm, insanı, sermayenin değişim ve kullanım aracı haline getirdiğinden bu yana; insan kendi toplumsal sisteminin öznesi olmaktan çıkıp, sisteme egemen olan sınıfın nesnesi haline getirilmiştir. Sermayenin kendi çıkarları için geliştirdiği bu ilişki biçimi ve niteliği, insan ve doğa için yıkımdan başka bir yöntem öngörmemiştir. Kapitalizm bütün vahşiliğini, sermayenin bu ilişkiler niteliğinin içinde üretmektedir. Sermaye ne denli büyüp, çalışanlar (işçiler) ise ne denli sermayenin egemenliği altına girmişse, toplumsal yıkım ve çürümüşlük bir o kadar artmaktadır.

“Denizden nehre Filistin”; Kudüs Filistin’dir!

ABD Başkanı Donald Trump’un, tüm tepkilere karşın 6 Aralık’ta Kudüs’ü “İsrail’in resmi başkenti” olarak tanıması ve Tel Aviv’deki ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınacağını açıklamasıyla tansiyonun zaten her daim yüksek olduğu Filistin’de gerilim iyice yükseldi.

İSRAİLOĞULLARI ve BÜYÜK KURUS (1. Bölüm“)

Amerika ve İsrail’in Irak’a ilk saldırısında, yani kendi koydukları isimle "1. Körfez Savaşı’nda" Saddam Hüseyin İsrail’e hatırladığım kadarıyla mealen şöyle bağırıyordu; " atalarımız gibi, Büyük Kral Nebukadnezar gibi sizi Filistin’den söküp atacağız, bir 2500 yıl daha kendinize gelemeyeceksiniz" bu laf üzerine, anamın ve Cafer dayımın bana aşıladığı ve sonrasında Marksist tedrisatla birlikte bir sisteme kavuşmuş bilimsel merakım beni yine eski kitapçılara ve kütüphanelere sürüklemişti.

Müslüm Elma: Biz devrimciler, sosyalistler düşüncelerimizi ifade etmekte çekinmeyiz

"Sayın Mahkeme Heyeti,

Sayın Avukatlarım tarafından araç içi denetim ve 15.03.2014 tarihli ev içi gözetimine ilişkin değerlendirme itirazlarını gerekçelendiriyorum ve bu itirazın aynı zamanda Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 257. maddesi 1. fıkrası gereğince açıklama olarak anlaşılmasını istiyorum. İllegal temelde yapılan bu dinlemeleri ‘özel yaşam hakkına yapılan bir müdahale olarak görüyorum. Ve gerekçelerimi Alman devletinin Anayasasında yer alan şu görüşlere dayandırıyorum.

Birazda İktisadı Konuşağ Gardaş

Bilirsiniz bir şoförün kullandığı araçtan farklı bir araç kullanmasının acemiliğini atması bir kaç saatini, çok çok bir kaç günü alır.

Lakin patronların kendi işlerini öyle bir abarttığını, öyle bir abarttığını, kendi arabalarını kullanabilmede bir sanat haline getirdiklerini görürsünüzki şaşar kalırsınız.

Devrimcilerin kolektif ve sosyalizm anlayışlarıda böyledir.

Netekim, ne ağızlarında istediğiniz günde gelin ne de istediğiniz saatte dergi satımına, faaliyetlerin hazırlamasına katılın dediklerini duyarsınız.

Yaşamda kazanmak

Sömürü ve zulme dayalı toplumda özgür ve onurlu bir tarzda yaşamak ne kadar zor ise mücadele etmekte bir o kadar zordur. Yaşam ve savaş diyalektiği ve gerçekliği kavrandığı ölçüde doğru yaşamanın devrimci savaş için ne kadar gerekli ve zorunlu olduğu anlaşılır. Devrimci saflarda en az dikkate değer olarak görülen yeterli ve gerekli önem verilmeyen üzerinde en az tartışılan konunun başında devrimci yaşam gelir. Toplumsal-güncel olan hemen her gelişme hakkında ve her konu üzerinde durulmaya konuşulmaya tartışılmaya çalışılır. Belli değerlendirmeler yapılmaya çalışılır.

Partizan: Filistin halkı yalnız değildir/الشعبالفلسطينيليسوحده

ABD’nin çeşitli inanç ve milliyetlerden Filistin halkına dönük bu savaş ilanı, Siyonist İsrail’in özellikle Suriye eksenli giderek genişleyen coğrafi alanını meşrulaştırmaya yöneliktir. İsrail ile girişilen bu mutabakat sadece Filistin halkını değil bütün Ortadoğu’daki ezilen halkları ilgilendirmektedir.

Bu saldırı en başta Lübnan, Suriye ve Filistin halkına yönelik olup geniş bir alanı kapsayan bir işgalin ve tarihsel haksızlığın ilanıdır. Çizilen sınırları, emperyalistlerin imtiyazlarının ürettiği açıktır.

Şehitlerimizin bütünselliği ve kültürel inşamız üzerine

İnançla bezenip bilinçle yoğrulup ve kavganın şartlarını kavganın içerisinde tanımlamanın, ölümün ufkunda ölümü yenenlerin ve geleceğin her adımına ışık saçacak şekilde tarihsel misyonu yerine getirmenin adı olarak şehitlerimiz bugüne dair olan ne varsa onun analizi ve sentezidir. Onların tarihsel deneyimleri içinde olayların hiçbir hükmü yoktur. Zira tarih olaylarla tanımlanamayacak kadar gerçek ve inatçıdır. Olgudan beslenir ve kendini olgular içinde bilince, sınıf mücadelesinin silahına dönüştürür.

Güvenli alanları terk edelim

İçerde ve dışarıda Türk devletinin yaşadığı kriz her geçen gün farklı bir boyut kazanarak devam ediyor. Türk devletinin esas olarak Kürt sorunu merkezli yön verdiği politikaları, ezilenlere yönelik baskı, saldırı ve şiddet oldu. Özellikle Suriye ve Irak Kürdistanı’ndaki Kürt halkının ulusal hak kazanımlarına yönelik tehditler devam ederken, Türkiye sahasında farklı toplumsal kesimlerin öfkesini dizginlemek ve bir araya gelişleri engellemek için baskı sürekli diri tutuldu.

Bir soluk devrim: hem çırak hem usta

“Ölüm her yerde aynıdır, ama ne mutlu halkının kurtuluşu için şehit düşene.” Yervant Topuzyan

Onlar dünyayı değiştirmek isteyen, ezilenlerin haklı mücadeleleri için tüm benlikleriyle bedel ödemekten çekinmeyenler…  Her biri farklı yerlerde aynı haklı mücadelenin neferleri, devrimin hem ustaları hem çıraklarıydılar. Biri harcı karan, biri tuğlayı yerleştiren, diğeri sıvayı yapan…

Sayfalar