Çarşamba Aralık 4, 2024

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Lozan, TC devletinin uluslararası alanda siyasi ve hukuki temelde resmiyete dökülmesini sağlamıştı. Nitekim, Kemalistlerin emperyalizm ile işbirliğinin karşılıklı taviz ve teminatlar eşliğinde bir anlaşmayla sonuçlanmasını sağladı. Emperyalistler, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonucunda oluşan tabloya son şeklini Lozan’da gerçekleştirdikleri konferansla vermiş oldular. Ortadoğu coğrafyasını, emperyalizme bağımlı ulus devletler ve ilhak edilerek parçalanmış ulusların karmaşıklığı içinde şekillendirdiler.

İttihat Terakki’nin sermayenin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırmasına yönelik özellikle Ermeni, Rum, Süryani milliyetlerine yönelik gerçekleştirmiş olduğu soykırım, katliam, tehcir, yağma edilen mallar, mülkler gibi onlarca insanlık ve hukuk dışı uygulamalar Lozan’la birlikte yok sayıldı, üzeri örtüldü ve bu uygulamaları yapanlar imzalanan Anlaşma aracılığıyla uluslararası çıkarlar pazarında aklandı.

Lozan görüşmeleri sürerken, Kemalistlerin bu aklanma ve kabul edilmelerinin karşılığında elbette emperyalistlere bir güven vermeleri gerekiyordu. İşte bu anlamıyla, İzmir İktisat Kongresi hem toplanma zamanlaması hem de gerek bileşeniyle gerekse de aldığı kararlarla dikkat çekicidir. Emperyalistlerle birçok konuda pazarlıkların yürütüldüğü bir dönemde güven verici kararların alınması önemliydi. Bu kongrede, emperyalist-kapitalist sisteme iki önemli mesaj verildi. Birincisi, izlenecek iktisadi politikaların emperyalist-kapitalist sistemin içinde olacağı, ikincisi de Kemalistlerin, Sovyetler’e sırtını kesin olarak çevirmesiydi.

Kemalistlerin Lozan’ı bir “zafer” edasıyla karşılamaları boşuna değildir. Çünkü Lozan, devletleşen Kemalist ideolojinin o döneme kadar yaptıklarının aklanması ve sonrasında yapacaklarına meşruluk ve resmiyet kazandırmasının önünü açtı.

Komünist önder Kaypakkaya’nın “Milli Mesele” makalesinde geçen Lozan Antlaşması’yla Kürtlerin uğradığı tarihsel haksızlığını gözler önüne serdiği bölümlere göz atacak olursak: “Lozan Antlaşması, Kürtleri çeşitli devletler arasında parçaladı. Emperyalistler ve yeni Türk hükümeti, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını çiğneyerek, Kürt milletinin kendi eğilimini ve isteğini hiçe sayarak, sınırları pazarlıkla tesbit ettiler.

Böylece Kürdistan bölgesi İran, Irak ve Türkiye arasında bölündü.”

“İnönü’nün Lozan’da Kürtlerin de temsilcisi olduğunu iddia etmesi de, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkına açıkça bir saldırıdır. Kürt milletinin kaderini dışarıdan tayin etme alçaklığıdır. Kürt milletinin oturduğu bölgeyi Türkiye sınırlarına yani Türk burjuvazisinin ve toprak ağalarının hakimiyet alanına, emperyalistlerle pazarlık yaparak dahil etme kurnazlığıdır! Ve Türk milliyetçiliğinin en azgın bir biçimde tezahür etmesidir.”

“Lozan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı alçakça çiğnendi. Kemalistlerle emperyalistler, Kürt ulusunun kendi istek ve eğilimini hiçe sayarak, pazarlıkla, Kürdistan bölgesini çeşitli devletler arasında böldüler.”

Kaypakkaya’ya göre Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkı olmasına rağmen, bu hak Lozan’la çiğnenmiştir. İşte Kaypakkaya, bu anlamıyla Lozan Antlaşması’nı “tarihsel haksızlık” olarak tanımlamaktadır.

Medya Savunma Alanları’na yeni işgal saldırıları

Kürt ulusunun uğradığı bu tarihsel haksızlığın, faşist TC devletinin kuruluşundan bugüne kadar hız kesmeden sürdüğü bir gerçek. Dönem dönem TC yöneticilerinin Lozan’ı yetersiz gördüklerini ifade eden açıklamaları oldu. Bugün Irak Kürdistanı’nda ve Rojava’da askeri, siyasi ve ekonomik açıdan, işgal saldırılarını sürdürdüğü ve işgal ettiği alanları kendi sınırlarına dahil etme hedefiyle hareket ettiğini söylemek gerekir.

Keza Lozan’nın 100. yıldönümü vesilesiyle R.T.Erdoğan’ın yayımladığı mesajda “Lozan Antlaşması’yla elde ettiğimiz hakları kararlılıkla savunurken, yeni hamlelerle ülkemizin kazanımlarını tahkim edeceğiz” söylemleri de buna işaret etmektedir. Elbette bu mesajla, halihazırda Rojava ve Medya Savunma Alanları’na yönelik devam eden işgal ve ilhak saldırılarının yoğunlaşması, derinleştirilmesi ve yeni askeri operasyonlara kapı araladığını söylemek gerekir. Halihazırda Medya Savunma Alanları’na yönelik yıllardır yürüttüğü savaş, HPG Basın İrtibat Merkezi’nin 21 Temmuz’da faşist TC ordusunun Medya Savunma Alanları’na dönük yeni bir işgal operasyonu başlattığını duyurmasıyla yeni bir boyut kazandı.

HPG BİM açıklamasında, “İşgalci Türk ordusunun kış sürecinde gerilladan aldığı ağır darbelerden dolayı geri çekilmek zorunda kaldığı alanlar, bu yeni saldırının hedefi oldu. 14 Temmuz’da Zap’ın Kurojahro Direniş Alanı, 19 Temmuz’da ise KDP’nin aleni destek ve iş birliği ile Metîna’nın Girê Ortê Direniş Alanı’nda işgal saldırıları başladı.

20 Temmuz gecesi ise yoğun hava bombardımanlarından sonra 21 Temmuz sabahında Şehîd Delîl Batı Zap bölgesinin Girê Cûdî Direniş Alanı’na işgal saldırısı başladı. İşgalci TC ordusunun taktik nükleer bombalarla gerçekleştirdiği saldırılar; 11 ve 12 Temmuz’da Zap’ın Kokerê Direniş Alanı’ndaki mevzilerimiz 4 kez taktik nükleer bomba ile bombalandı.

20 Temmuz’da Zap’ın Sîda Direniş Alanı’ndaki mevzilerimiz 1 kez taktik nükleer bomba bombalandı” şeklinde verdiği bilançoda saldırıların özellikle Zap bölgesinin Girê Cûdî alanında yoğunlaştığı belirtiliyor. Bu alan daha önce basına yansıdığı gibi TC ordusunun kendi asker cenazelerini yaktığı alan olarak da TC açısından önemli bir yerdir.

KDP, işbirlikçi pozisyonunu güçlendiriyor!

Faşist TC devleti, Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırılarında KDP’yi kullanmaktadır. Son olarak Mesrur Barzani’nin Türkiye ziyaretinden sonra Savunma Bakanı Yaşar Güler görüşmenin çok verimli geçtiğini ve bunun olumlu sonuçlarının önümüzdeki günlerde ortaya çıkacağını dile getirmişti. Bu görüşmeyle TC’nin Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ne ve gerillalara yönelik savaş konsepti içerisinde KDP’ye yeni misyonlar biçtiği ortaya çıkmıştır. KDP’nin hedeflerinin başında hem geçtiğimiz aylarda kaybettiği petrol üzerindeki denetimi tekrar ele almak hem de YNK’nin etki alanını daraltmak ve PKK’yi Medya Savunma Alanları’ndan çıkarmak vardır, bu minvalde faşist TC devletiyle işbirliğini derinleştirme ve gerillaya yönelik saldırılarda daha fazla uşak rolü üstlenmektedir.

KDP, Süleymaniye’de MİT’e yardım ederek Kürt yurtseverleri ve kadrolarına suikast düzenleyerek katledilmelerine ortak olurken, diğer taraftan kendi işlediği suçları da PKK’nin üzerinde atmaktadır. Geçtiğimiz günlerden Zaxo’da KDP’nin istihbarat örgütlenmesi olan Parastın’ın eski sorumlusu Mihemed Mirza Sindi’ye düzenlenen ve bir iç hesaplaşma olarak değerlendirilecek suikastın hemen ardından Barzani medyası, PKK’nin üzerine yıkmıştır.

Faşist TC ordusu, KDP ile Xakurke’de ortak operasyon düzenlemiş, yine Metîna ve Girê Ortê alanlarına saldırılarında peşmerge üslerinden hareket etmişlerdir. KDP, MİT’e istihbarat sağlamaktan tutalım, TC askerlerinin sevkiyatından lojistik sağlamaya kadar, her alanda TC’ye “hizmet” etmeyi sürdürüyor. NATO’nun kendi envanterinden TC’ye temin ettiği kimyasal ve taktik nükleer silahların gerillaya yönelik kullanıldığının ispat edilmiş olmasına rağmen PKK, çeşitli uluslararası kurumlara çağrı yapmıştı. Ancak faşist TC ordusunun işlediği savaş suçlarını örtme görevini üstlenen KDP’nin bölgede araştırma yapmak için gelmek isteyen bazı uzman heyetlerinin geçişini engelleyerek işbirlikçiliğini güçlendirdi.

Gerilla tarihsel haksızlığa karşı direnişte!

TC devleti, 2015’te Kürt hareketine yönelik yürüttüğü haksız savaşın boyutlarını en yükseğe çıkarmıştı. O zamandan bu yana özellikle Türkiye, Irak ve Suriye Kürdistanı bölgelerinde hem halka hem de gerillaya yönelik her türlü siyasi, askeri ve ekonomik saldırganlığını katmerleştirerek sürdürmektedir. Bu tasfiye saldırılarının en önemli parçasını ise Abdullah Öcalan’a yönelik geliştirdiği ağır tecrit koşulları oluşturmaktadır. Faşist TC devletinin, A.Öcalan üzerinde uyguladığı ağır tecrit siyaseti, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine yönelik ciddi bir saldırıdır. Bu saldırının diğer ayağını ise Kürt halkının Rojava ve I.Kürdistanı’nda elde ettiği kazanımları tasfiye etmek, Rojava topraklarında işgal ettiği alanları çoğaltarak hem Türkiye hem de Irak Kürdistanı’nda Medya Savunma Alanları üzerinde gerillayı askeri operasyonlarla bitirme hesabını yapmaktadır. Fakat gerillanın geliştirmiş olduğu savaş tünelleri, araziyi etkin kullanması ve etkin vur-kaç taktiği ile Türk ordusu bir bütün istediğini elde etmede zorlanmaktadır. Zaten halihazırda Maraş merkezli depremden sonra eylemsizlik kararı açıklayan gerillanın bu süreci hazırlıklı geçirdiği, özellikle seçimlerden sonra bu tarz işgal saldırılarının gelişeceğine dair öngörülerle bölgede ciddi hazırlıklarının olduğunu, indirme yapan TC askerlerine ilk elden verdikleri cevaptan anlıyoruz. Yine Bitlis Xizan’da faşist TC’nin başlatmış olduğu askeri operasyonlarda, “Teslim ol” çağrılarına direnişle cevap vererek ölümsüzleşen o kahraman gerilladan bu saldırılara karşı gösterilecek en devrimci tavrın ne olduğunu anlıyoruz.

Bu saldırılar karşısında devrimcilerin ve komünistlerin görevi, Lozan Antlaşmasıyla çiğnenen Kürt ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkını savunarak, Kürt halkının kazanımlarına yönelik gelişen her saldırının karşısında “en önde” durmak, savaşmaktır.

4651

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

Sayfalar