Perşembe Kasım 14, 2024

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi? Oysa ortada bizzat iktidarının icraatlarından kaynaklı anti demokratik uygulama ve hayatın tüm kesitlerinde uygulanan erkek şoven- mafyatik faşizan baskılar, dozajı giderek arttırılan din esaslı müfredat dayatmaları, Kürtlere karşı tırmandırılarak yaygınlaştırılan işgal ve kıyım savaşı, aşırı yoksullaşma, geçim derdi ve işsizlik gibi toplumsal sorunlar dışında, öyle kayda değer herhangi bir olağanüstülük te yaşanmış değil.

Ama böyleyken Erdoğan neden yatıp kalkıp yeni bir anayasa yapmanın artık kaçınılmaz hale geldiğini söylüyor? Topluma büyük bedeller ödetme pahasına geçtikleri tek adam rejimiyle her şey iki dudağı arasından çıkacak sözlerle kanun ve kanun hükmünde kararnamelere de dönüşüyor. Keza kendisini padişah gibi hissetmesini sağlayan bin küsur odalı ve 2024 verilerine göre günlük harcamaları 33,6 milyon lira olan saraya da sahip. Yani mevcut durumda kişisel hükümranlığı gayet te yerinde denilebilir. Ama buna rağmen yine de mevcut anayasanın ihtiyaca yanıt olmadığını, ille de “yeni ve milli bir anayasa gerekiyor.” diyor.

Kimileri bunu Erdoğan’ın bir kez daha seçim yarışına katılabilmesinin önündeki yasal engellerin kaldırılması için istediğini söylüyor. Oysa bir önceki seçim örneğinde de görüldüğü gibi yasal herhangi bir engel falan tanımadı. Yani yasayı da Anayasa’yı da keyfiyetinin kılıfına uydurmakta herhangi bir sıkıntı yaşamadı. Dolayısıyla da bu ısrarın temel nedeninin bu olamayacağı, aslında kendiliğinden anlaşılır olsa gerek.

Keza bu ısrarın temel nedeni, mevcut 12 Eylül faşist Anayasasının yerine, özgürlükçü ve toplumun tüm kesimlerini kapsayan demokratik bir anayasa yapmak hiç değildir. Böyle bir derdi zaten olamaz da! Fakat bir anlığına varsayalım ki olsun böyle bir derdi. Tabii bu durumda da haklı olarak şu sorulacaktır: 22 yıldır iktidarda ve tüm yetkiler elinde. Bu faşist Anayasa “topluma zorlan giydirilmiş bir deli gömleği” idiyse, neden daha önce değiştirmeye çalışmadı? Hatta, neden 12 Eylül Anayasasının bile AYM üzerinden itiraz ettiği bir yığın faşizan uygulamaların icraatçısı oldu?  

Pusulası Siyasal İslam olan, koyu din baz faşist Erdoğan ve iktidarının derdinin demokratik bir anayasa yapmak olmadığı ve de olamayacağı, eşyanın tabiatı gereği, zaten net olup; her türlü tartışmanın da dışında bir gerçektir.

Kaldı ki derdi gerçekten de demokratik bir anayasa yapmak olan, her şeyden önce, en başta toplumun ilerici, demokrat, liberal, sol, laik/seküler ve faşist rejimin mağduru olagelmiş farklı ulus ve inançtan topluluk temsilcileriyle, keza tüm emekçi kesim, kadın ve gençlik örgütleriyle bir araya gelme iradesi ortaya koyar. Bir “Toplumsal Sözleşme” olması gereken yeni anayasayı, bu kesimlerin istem ve beklentileri önceliği üzerinden şekillendirmeyi esas alır.

Ama bunların asıl dertleri, kuşkusuz ki asla özgürlükçü- demokratik bir anayasa yapmak değildir. Asıl dertleri; “tek adam rejimi” uygulamalarıyla bizzat kendilerinin sebep oldukları, burjuva parlamenter sistemin üzerine kurulu olduğu yasama, yürütme ve yargı şeklinde tanımlanan “Kuvvetler Ayrılığı Sistemi”ni tamamen ortadan kaldıran ve sonuçta sistemi ölümcül bir kilitlenmeyle karşı karşıya bırakan, “ikili hukuk” ve “ara rejim” açmazından bir şekilde kurtarmaktır.

Nitekim gerek yerel ve gerekse uluslararası tekelci sermaye çevrelerinin ve devletin çekirdek bürokrat kadrolarının Erdoğan iktidarına dayattığı da budur. Çünkü bu, sistem açısından gerçek bir “beka” sorunudur.

Arayış: Resmi adıyla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile “Kuvvetler Ayrılığı Sistemi”ni yeni bir sentezde birleştirerek; rejimi, soktukları ölümcül kilitlenme durumundan kurtarmaktır.

Ancak iktidar bloğu olarak bunu tek başlarına yapabilecek parlamenter çoğunluğa sahip değiller. Bu da iktidar açısından bir başka “büyük sorun.” Muhalefet partilerinin desteği gerekiyor. Erdoğan’ın özellikle de CHP ile geliştirmeye çalıştığı “yumuşama/normalleşme” taktiği de tamamen “muhtaç olma” durumunun bir gereğidir.

CHP, Erdoğan ile yapılan görüşmelerden istediği sonucu alamadı. Ama pazarlık kapılarını da tamamen kapatmış değil. Fakat şu kesin ki CHP, yeni anayasa yapımında, rejim ve kendi ilkeleri bakımından çok “hayati” gördükleri değişikliklerin garantisini almadan; Erdoğan’a “hayat öpücüğü” verecek gibi görünmüyor. Her türlü koşul, CHP’nin “Alternatif kurtarıcı” rolüne bürünmesi için elverişliyken ne diye Erdoğan’a prim yaptırsın ki? Bunun, rakipler arası siyasi mücadelede izah edilebilir mantıklı ve makul bir karşılığı da yok zaten.

Elbette CHP de Erdoğan iktidarının sistemi içine yuvarladığı bu ikili hukuk ve ara rejim açmazından kurtarmak için yeni bir anayasa yapma söz ve garantisini vermek zorunda. Çünkü bunu yapmadan, en başta büyük sermaye çevrelerinin desteğini alamaz. 

Ortaya çıkan olgulardan hareketle söylemek gerekirse; yeni bir anayasa yapma işi “gelecek bahara” sarkar gibi gözüküyor.

Süreç hangi yönde ilerlerse ilerlesin; Türkiye ve K. Kürdistan halk güçlerinin, burjuva kliklerinin, sistemin reorganizasyonu ötesine geçmeyeceği kesin olan “yeni anayasa” tiyatrosunda figüran rolünü reddederek; kendi alternatif anayasa taslaklarıyla siyaset sahnesinde aktif bir özne olarak yer almalarını örgütlemek, günün diğer bir devrimci görev ve sorumluluğudur. Hiç kuşku yok ki bu toplumun özgürlükçü-demokratik yeni bir anayasaya hava ile su kadar ihtiyacı vardır. Sorun, bunu kabul ettirmenin koşullarının olup olmadığı sorunu değildir. Meseleyi böyle ele almak, siyaseten sığ ve kendiliğindenci-kuyrukçu bir yaklaşımdır. Sorun, halka devrimci alternatiflerle gidip, onları bunun etrafında bilinçlendirip örgütleme sorunudur. 

 

1530

Devrimci iktidar hedefiyle çalışmalarımıza yüklenelim!

Türkiye; sokaklarıyla, meydanlarıyla, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine son 1,5 yıldır sürekli “hareketli” durumda.

Gezi İsyanı, 17-25 Aralık yolsuzluk karşıtı eylemler, Soma katliamına tepkiler ve Kobane serhıldanıyla; gencinden yaşlısına, her mezhepten ve milliyetten kadın-erkek halkımız milyonları bulan sayılarla sokaklara döküldü.

Kürtler savaş istemiyor

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Sayın Cemil Bayık: “Biz Türkiye halklarına duyduğumuz saygıdan dolayı yeniden silahlı mücadele başlatmak istemiyoruz”, diyor ve ekliyor; “ ama bu süreç de, Türkiye için son bir şanstır.”

Dikkat edilirse burada saygı halklara, şans ise devlete oluyor.

Dêrsim Dağlarının beklentisi---Ergin Doğru

Dêrsimliler ve dostları, Dêrsim Soykırımı ve Dêrsim kimliğinin geleceği açısından yeni bir sıçrama yapmak zorundadır. Öncelikle yüreği Dêrsim'le atan herkes, "Ne yapmalı” sorusunu kendisine sormalıdır.

”SAF TÜRK OLMAYANIN HAKKI, HİZMETÇİLİK VE KÖLELİKTİR” (M.E.B.) Sait Çetinoğlu

Resmi İdeoloji’nin Seyir Defteri Resmi Tarih ve “Azınlıklar”

Tarihin hiçbir safhası eğilmeyen, dönmeyen ve daima yüksek duran Türkün başı bu badirede de yine yüksek ve vakur kaldı. Tanrı istemiş ki bütün eğilen başlar, solan tarihler içinde Türkün başı eğilmesin, tarihi solmasın. İnsanlık, vicdan,şeref ve haysiyet örneğini Türk denilen abideden alsın… Türkiye Türklerindir.

Mahmut Esat Bozkurt (Saday-ı Hak,25 Mayıs 1924)

MAHÇUPYAN , BİZİ MAHÇUP ETTİ

Henüz 301 kişiye mezar olan Soma maden ocağının yaralarını sarmadan,bu sefer acı haber Ermenek maden ocağından geldi.Yine aşırı kar ve işgüvenliğinden mahrum çalışan 18 işçinin hayatını kaybettiği maden ocağından 20 gün olmasına rağmen katledilen madencilere ulaşılamadı.İlkel ve kaba yöntemlerle yürütülen kurtarma çalışmalarında maalesef bu gidişle ulaşılamayacağı kaygısını taşıyorum.Dileğim bunda yanılmış olurum.

ABD, Türkiye’yi kurtardı!

Otuz dokuzuncu gününe giren Kobanê direnişi, YPG/YPJ ve halkın büyük direnişiyle devam ediyor. Bu süre zarfında Hegemon güçlerin verdiği destek ile IŞİD’in üstün teknikli yoğun saldırıları karşısında direnişe geçen Kürt halkı hem bölge de ve hem de Türkiye metropollerinde serhıldana kalktı. Kuzey Kürdistan halkının bu tepkisi hapsedilmiş atom moleküllerin tepkimeleri gibi kabuğunu kırıyordu. Türkiye metropolleri ve Kuzey Kürdistan birkaç gün içerisinde yangın yerine döndü. Yaşanan olaylarda elliye yakın yurttaş yaşamını yitirdi. Gidişat bir iç savaşın provası gibiydi.

Seyit Rıza Onurumuzdur, cesaretimizdir, geleceğimizi aydınlatan geçmişimizdir…

Yazmak bireysel olduğu kadar evrensel bir eylemdir aynı zamanda, bu kaygıyı taşıyanlar ise bir satır yazmadan önce bin kere düşünmelidirler. Üzerinde çalıştığım bir dosyaya kendimi kaptırınca gündelik yapay polemiklerden ister istemez uzaklaşıyorum. Ama öyle bir an geliyor ki köşe başlarını tutmuş pespaye kalemşörler bilinçli dezanformasyonlarını uygulamaya koyuluyorlar, geçmişlerindeki kanı gelecekleriyle yıkamaya çalışan geleneklerin temsilcileri kutsallarımıza dil uzatma cüreti gösteriyor, o zaman onlara hiç değilse ferdi bir cevap verme gereği hissediyorum.

Hazan Mevsimi – Ulm`lü Piro`yu Kaybettik :Cihan Erdoğan

 İlk defa böylesine büyük, kalabalık ve düzenli bir tren garı görüyordu.
İri yarı sarışın kadın ve erkeklerin arasında bir cüceden farksız görünmesinin komikliğinden ziyade, yitip gitme korkularına kaptırmıştı kendini.
Dilini bilmediği, yağmurunu tanımadığı bu ülkede, birbirine karışmış insan renklerinin, renk tonlarının ortasında kaybolup gitmişti sanki.
Tren garını altüst eden gürültülü müziğin tınılarından başka hiçbir şeyin anlamını, derinliğini çözemiyordu.
Gök gürültüleriyle birlikte boşalan yağmurun bile yabancısıydı.

Karadeniz'in utanç tablosu;Ünye'nin soytarı çocukları:Tamer Çilingir

52 soytarı, üzerinde ilkokul önlükleri ellerinde bayraklarla Mustafa Kemal’in türbesini ziyaret etmişler 10 Kasım’da. Kendilerine ’’Ünye’nin Dünkü Çocukları’’ adını vermişler. Aralarında 40 ila 60 yaşlar arasında esnaf, emekli, siyasi parti temsilcileri ve öğretim üyelerinden kişiler bulunuyormuş. Grubun başkanı olduğunu söyleyen Ordu Üniversitesi Matematik Bölümü Öğretim Görevlisi Ahmet Erkan Birben, beyaz yakalı önlüğü ve bayraklarıyla muhabirlere poz verirken, bağıra çağıra bir marş söylüyor aynı zamanda.

“ÇÖZÜM SÜRECİ”: Kitlelerin Devrimci Gücünün Denklem Dışında Tutulması Mı?

Çözüm süreci bir kez daha devletin kıskacına girmiş durumda. Devletin çözüm sürecinden anladığının PKK’nin silahlı mücadelesinin öncelikle tasfiye edilmesi, buna paralel olarak ideolojik ve politik olarak da bir tasfiye gerçekleştirerek Kürt meselesini kendi siyasi egemenliği içinde uzun süre uykuya yatırmak ve Ortadoğu politikasında bir sıçrama tahtası olarak kullanmaktı.

“Mahsus mahâl”(ler)in hâl-i pür melâli[1]

“Duvarda kaldı gözlerim Dalmışım.”[2]
‘Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi’nin, “Mahsus mahâl”lerin hâl-i pür melâlini gündemleştiren “Hasta Mahpuslar Sorunu ve Çözüm Önerileri” Sempozyumu’nun “Çözüm Önerileri”ne yönelik “Üçüncü Oturumu”nun moderatörlüğünü Hasan Gülbahar arkadaşım yönetecekti.
30 yıl zindanda yatan Gülbahar arkadaşım şimdi burada değil, “5.5 yıl daha yatacaksın!” diyen zalimler tarafından tekrar Mersin zindanına kapatıldı…[3]

Sayfalar