Ermeni soykırımını tarihçiler belirlesin yalanı :Furkan Çay

Soykırım konusu Türkiye’de tabu haline gelmişken devletlü takımının bu konu hakkındaki açıklamaları, soykırımı inkarını kemikleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan yine soykırımı konusunu tarihçilere bırakmak gerektiğinden bahsetti ve soykırımı konusunda TC devletinin resmi soykırımı tezinden bir adım öteye gidemedi. Sanki yaşamımızı belirleyen bütün gerçeklikleri bugüne kadar hep tarihçilerden öğrenmişiz gibi.
Cumhurbaşkanı’nın arşivleri tarihçilere açmaya hazırız sözleri hiç inandırıcı değildir. Çünkü bu topraklarda yaşayan her bir fert bilir ki Genelkurmay Başkanlığı’ndan soykırımıyla ilgili belge teslim almak imkansıza yakındır…
Belgeler alınsa bile daha 2011 yılında 35 vatandaşı öldüren Genelkurmay ile hesaplaşamayan iktidarın, soykırımı suçunu kabul etmesi çok da mantıklı değildir. Genelkurmaydan şu ana kadar alınan belgeler ise tarihi gerçekleri tamamenaçıklayan belgeler değildir. Bu yüzden Erdoğan’ın soykırımı ile ilgili açıklamaları yalanın her geçen gün güncellenmiş halidir.
Hayasızca, Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ı 24 Nisan 2015’te Çanakkale’nin 100. yıldönümü için planladıkları etkinliğe katılmadığı için ‘nezaketsiz’ olarak nitelendirmesi de kendi uydurduğu yalana kendisini inandırdığını gösterir. Tarihi az çok bilen her insan bilir ki 24 Nisan tarihinin Çanakkale Savaşı ile hiçbir alakası yoktur.
24 Nisan nereden çıktı, diye sorarsanız cevap çok basittir. Soykırımı suçlamasından kurtulmak ve yalanlar üzerine inşa edilen Cumhuriyet’e bir yalan daha eklemektir. Sadece 25 Nisan tarihi İngiliz ve Anzak birlikleri için asıl önemli olan tarihtir. Çünkü 25 Nisan sabahı 04.30’da Gelibolu yarımadası çıkartma yapılmış; İngiliz ve Anzak birlikleri savaşta can vermiştir, bu yüzden her sene 25 Nİsan tarihinde İngiliz ve Anzakların torunları Anzak koyunda dedelerini anar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Balkanlar’da yaşananlardan dolayı kimseyi suçlamıyoruz açıklaması da bir o kadar trajikomiktir. Hakkını arayan insanları, bakın biz hakkımızı aramıyoruz siz de aramayın şeklinde teselli etmeye çalışmak ancak çapsız ülkelerde genel kabul görür. Yaşananlardan dolayı acıları yarıştırmak ne kadar doğrudur?
1918 yılında Mehmet Emin Yurdakul bir konuşmasında kötü birkaç şahsın yaptıklarından Türk milletinin sorumlu tutulamayacağını, aynı şeylerin Türklere de yapıldığını belirtmiş. Bunun üzerine daha fazla yalanlara katlanamayan Mathos Nalbantyan Efendi, Türklerin savaşta ulviyet içerisinden öldüğünden, Ermenilerin ise hayvan sürüleri gibi mezellet içerisinde öldüğünden bahsetmiş, şekil bakımından farklılığına dikkat çekmiştir. Bu yüzden Ermeni davası birkaç kişinin devletin ihmali sonucu ölmesi değil, 1 milyondan fazla kişinin devletin baş aktör olduğu bir plan sonucu öldürülmesi davasıdır.
Ermeni diasporasının adalet talebinden dolayı olumsuz kampanya yürüttüğü iddiası ancak Cumhurbaşkanı riyakar insanların düşüncelerinde yer bulabilir. Diasporanın ölen 1.5 milyon insanın ölümünden dolayı hak talebi gayet meşrudur. Çünkü Nazilerin mezaliminden dolayı zarar gören insanların ailesi, akrabası, aynı din sınıfına mensup insanları; nasıl bugün Naziler’den veya Nazilerin devamı Almanya’dan hesap soruyorsa, yok edilmek istenen Ermenilerin akrabaları, ayni din kesimine sahip insanları veya adalet ve hakka hukuka inanan her insanın TC devletinden hak talep etmesi de gayet meşru ve yasaldır. Diaspora eleştirilecekse bile hak talebinden dolayı başka konulardan dolayı eleştirilebilir. Mesela diaspora bugün neden Türkiye toplumunu yeterince bilgilendirememiş ve Ermeni-Türk halklarının birbirine olan düşmanlığını önleyememiştir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve TC, gerçekten soykırımı konusu çözmek istiyorsa yapması gerekenler ortadadır:
-Türkiye, yaşananlardan dolayı derhal özür dilemeli, olayın bütün sorumluluğunu üstlenmelidir.
- Ermeni soykırımından dolayı zarar gören Ermenilerin hayatta kalanlarına ve akrabalarına tazminat verilmelidir.
- Emval-ı Metruke Kanunu’dan dolayı yaşanan gasplardan dolayı özür dilenmeli, gasp edilen malların iadesi sağlanmalıdır.
- Yaşanan insanlık suçundan dolayı zarar göre insanlara vatandaşlık verilmelidir.
- Ermenistan-Türkiye sınırı her iki tarafın inisiyatifinde açılmalı, diplomatik ilişkilere başlanmalıdır.
- Türkiye, dini mabedleri tamir ettirmeli, yeniden hizmete açtırmalıdır.
- Türkiye, İttihat Terakki’ye şevkle anmaktan vazgeçmeli; kadim toprakları kan gölüne çeviren caniler olarak anmalıdır.
Olayın vehametinden dolayı özür dilemek de son olarak bize düşer. Ermenilerin kadim topraklara dönüşünü kolaylaştırmak ölen 1.5 milyon kişinin anısına yapılacak en büyük güzelliktir.
Hem ne demiş Voltaire:
We owe respect to the living but we owe only truth to the dead (Yaşayanlara saygı, ölülere sadece gerçekleri borçluyuz)
Son Haberler
Sayfalar

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]
“Bilginin iktidarla ilişkisi
sadece uşaklıkla değil,
hakikâtle de ilgilidir.”[1]

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]
Krizin içindeyiz.
Krizle sarsılıp, savruluyoruz.
Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.
Vs., vd’leri…
Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.
“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]
“Yükselen her şey düşecektir.”[1]
Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok
TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’ diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER
Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları
BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri
“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks
İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN
“Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında//
Biz kırıldık daha da kırılırız/
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]
“ben hiç başlamamış bir dündeyim.
yağmur yağacak...
hiç başlamamış bir yarın çok var.
hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]
Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.
Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.