Salı Eylül 24, 2024

Günümüzde bonapartist iktidar olur mu?

Egemen sınıfların siyasal temsilcisi Erdoğan’ın özellikle 2010 yılından sonra öne çıkan “tek adamlığı”, burjuva iktidarın biçimlerini de tartışmaya soktu. Bir çok yazar ve siyasal yorumcu, Erdoğan yönetimini “Bonapartizm” olarak nitelendirmeyi daha uygun buldular.

Siyasal tarihe Marx’ın getirdiği “Bonapartizm” kavramını, bir çok siyaset yorumcusu, onun içeriğini doldurduğu biçimiyle değilde, özellikle, zaman ve kapitalizmin gelişme biçiminin yanı sıra sınıflararası mücadele göz ardı edilerek, hiç bir şey değişmemiş gibi kullanılmayı sürdürdüler.

Marx’ın bu kavramı kullandığında Fransa’da ki sınıf savaşımları ve egemen sınıflar arasındaki durum, günümüzden oldukça farklıydı. Her şeyden önce kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm ortaya çıkmamıştı. Avrupa’da, 1830’lardan başlayarak, işçi ve emekçilerin burjuvaziye karşı mücadelesinin ivmesinin yanı sıra ulusal devrimci-demokrat hareketlerin gelişmesinde yükselme olmuştu. Ve burjuvazi hala, feodal düzenin savunucularına karşı egemenlik savaşı veriyordu. Bütün bu nedenlerden dolayı burjuvazi, iktidarını kontrol altına alamıyor, düzeni sağlıyamıyordu. Özellikle işçi sınıfının sınıf mücadelesinin gelişmesi, siyasal olarak, burjuvazinin düzeni kontrol edememesinin nedenlerinin başında yer alıyordu.

İşte böylesi bir ortamda ve çağda, Bonapartizm denen, asker-bürokrasi iktidarı ortaya çıkmıştı. Asker, sivil bürokrasi, burjuvazi adına iktidara el koyarak, işçi sınıfı ve halk hareketlerini bastırmaya çalışmıştı. Burjuvazi, gönüllü olarak iktidarı Bonaparta (Louis Napoleon –III. Napolyon-) teslim etmişti.

Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, 1830-50‘lerin Fransa’sı olmadığı gibi, Erdoğan’da salt asker-sivil bürokrasiye dayanmıyor, tersine egemen sınıfların büyük bir bölümünün desteği ile ayakta durmaktadır ve direkt onların siyasal temsilcisidir. GEZİ isyanından hareketle, burjuvazinin iktidarı kontrolü altına alamadığını söylemek abartılı ve subjektif bir belirleme olur. Oysa, o sürecin Fransa’sında çok GEZİ’ler yaşanmıştı ve en son 1871 Paris Komünü ile noktalanmıştı.

Türk egemen sınıfları arasında çelişme olmasına karşın, sıkça tekrarlanan TÜSİAD Erdoğan yönetimine karşı değildir. Erdoğan onlar için vardır ve bunu açıkça dile getirmiştir.

Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğü ve devlet kurumlarının ve toplumun islamlaştırılması, büyük burjuvazinin istemleri dışında gelişen olaylar değildir. Türk egemen sınıfları, sermayenin büyümesi ve çıkarları için, Erdoğan yönetimine destek vermişlerdir. Özellikle ordu kanadı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası başlatılan Kürt kıyımı sonrası bütünüyle Erdoğan’ın yanında yer almıştır.

TSK’nın “Balyoz” vb. gibi davalarla başlatılan ve tutuklanan generalleri, salt Erdoğan’ın bireysel çabası ve gücü nedeniyle değil, ABD, AB ve Türk egemen sınıfların isteği ve desteği sonucu olmuştur. Gelinen aşamada ise, TSK denen egemen sınıfların odusunun Erdoğan’ın politikalarına herhangi bir itirazları olmadığı gibi, Erdoğan’ın yanında yer almaktadır.

Burjuva ordusunun burjuvazinin yanında yer alması gerçeği bir kenara itilir ve ona “ilericilik” atfedilirse, elbette büyük bir yanılgıya düşülür.

“Askeri vesayet” döneminde, devlet iktidarının ordunun elinde olduğunu sanan liberaller, söz konusu vesayete son vermek için “demokrat” Erdoğan’ın büyük bir çoşkuyla desteklediler. Oysa Erdoğan’ın da arkasında burjuvazinin küçümsenmeyecek bir kesimi vardı. Eğer askeri vesayete son verildiyse, bunu Erdoğan değil, ABD ve AB destekli Türk egemen sınıfları yaptı. Erdoğan salt görüntüde kaldı. Aynı Hitler vb.lerini rejiminde olduğu gibi.

Görünen haliyle, Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğü, Türk egemen sınıfların diktatörlüğüdür. Yani, burjuva diktatörlüğüdür. Bazılarının ileri sürdüğü gibi, “orta ve bir alt sınıfa” dayanan bir diktatörlük değildir. Bildiğimiz, işçi ve emekçilerin karşısında yer alan burjuva diktatörlüğüdür.

“Tek adam diktatörlüğü” görünen yandır ve biçimseldir. Mussolini, Hitler vb.leri toplumun karşısına birer “Duçe”, “Führer” olarak çıkarılmışsa, Erdoğan’da halkın karşısına “Reis” olarak çıkarılmış, ama o, burjuvazinin desteği olmadan bir gün dahi iktadarda kalamayacak eli kanlı zorbadır. Faşizm, burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilere karşı açık terörist bir iktidar biçimidir. Bugün bu faşizm, Kürtler karşı bir soykırıma dönüşmüştür.

Sömürücü egemenlerin, bakmayın “demokrasi” “adalet”, “huku” sözlerine, işçilerin azgınca sömürülmesine, ezilmesine, aydınların susturulmasına, Kürtlerin katledilmesine söyleyecekleri bir sözleri yoktur. Bütün korkuları kapıya dayanan bir Kürt devletinin kurulması olasılığıdır. Onlar, kurtuluşlarını, toplumu iliğine kadar çürütmekte ve alıklaştırma da, dinciliği toplumun tüm hücrelerine şırınga ederek, burjuva diktatörlüğün bekasını sağlamakta gördüklerinden, “başkanlık sistemi” adını verdikleri ve toplumu islamlaştıran ve bunu herhangi bir hukusal yere oturtamadıkları, ama açık bir faşist diktatörlük sistemi olan bir “hukuk” sistemini yürülüğe soktular. Bu olanlar, sermayenin çıkarları doğrultusunda devleti ve toplumu yeniden dizayn etme projesinin parçalarıdır.

Bundan böyle Erdoğan her seçimi kazanamaya devam edecktir. (Bunu çok önceleri yazmıştım) 16 Nisan Referandumu’nu kazandığı (!) gibi. Çünkü, güçlü bir demokratik kitle hareketi yoktur. Muhaleftteki burjuva partisi CHP ise, egemen sınıfların bir

kanadının partisidir ve onunda ciddi bir muhalefeti olmadığı gibi, Erdoğan’ın “tek adam diktatörlüğünü” onaylamış ve destek vermiştir. Bujuva devletinin bekası için, bütün burjuva kanatlar konsensüs sağlamışlardır. Buna rağmen, egemen sınıflar arasındaki çelişme her zaman vardır ve sömürüden daha fazla pay almak için var olmaya devam edecektir.

Bonapartizm mi Faşizm mi?

Türk egemen sınıfların devleti, bir burjuva diktatörlüğü ve devlet üzerinde burjuvazinin egemenliğinin tartışma götürmeyecek kadar açık ve net olduğuna göre, serbest rekabetçi döneme özgü bir iktidar biçimini, emperyalizm ve proleter devrimler çağında, burjuvazinin faşist iktidar biçiminin yerine koymak, sapla samanı karşıtırmaktan öte, Türk egemen sınıfların Erdoğan yönetiminin arkasında olmadığını söylemek ve ona özel bir “kahramanlık” addetmektir.

Genelde de böyle olur. Bir çok liberal yazar ve siyaset yorumcusu, bazı burjuva siyaset temsilcilerine sınıflarüstü özel yetenekler yüklemeye çalışırlar. Duçe, Führer ve Reis böyle doğmuştur. Onlar, “sınıflar üstü birer kahramanlar”dır. Burjuvaziye rağmen bunlar iktidara gelmiş ve iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Erdoğan’a “bonapartist” yakıştırmasında bulunanların demek istedikleri tam da bu.Marx, Viktor Hugo ve Proudhon’un Bonapart ile ilgili yorumlarını ele alırken, Hugo’nun yorumlarını şöyle değerlendirir:

“Olayı, ancak, bir bireyin zora başvurması olarak görüyor. Böyle yapmakla, onu küçültüceği yerde, ona tarihte eşi görülmemiş kişisel bir girişkenlik gücü yükleyerek, büyüttüğünü farketmiyor.”1

Toplumlar tarihinde siyasal olayları birbirine her ne kadar benzetmeler olsada, birebir benzetmek doğru olmayacağı gibi, her iktidar biçimini de bir başkasıyla özdeşleştirmek aynı siyasal hataları içinde barındırır.

Erdoğan iktidarı ile Bonapart iktidarını benzetmek aynı siyasal hataları ve eksiklikleri barındırmaktadır. Erdoğan, başta ABD ve AB emperyalist burjuvazisi başta olmak üzere Türk egemen sınıfların açık desteğini alarak iktidar olmuştur. Bu temel siyasal gerçek gözardı edilerek, toplumsal tarihin bir başka diktatörü ile benzetme yolunu seçmek, günümüz toplum ve sınıf gerçkelerini inkar etmek ya da çarpıtma yolu seçilmiş olur.

“Plebist Bonapartizm” vb. gibi kavramlar, Erdoğan’ı Bonapartizm siyasal kavramı içine sokmaya yetmiyor. Hitler’de “plebist” idi. Ortadoğu ve daha bir çok ülkedeki diktatörlerde sık sık seçimler yapıyarlardı ve her seçimi kazanıyorlardı. III. Napolyon’un 1852 yılında plebist (referandum) yapması, ayrıları aynılaştırmaya yetmiyor

Erdoğan’ı başta Türk liberal aydınlarının desteklediği gibi, Mussolini’yi de İtalyan liberalleri desteklemiş ve kitlelere, “bizi kurtaracak adam” diye tanıtmışlardı. Tarih burada bir benzerlik gösteriyor. Bu da, faşizmin tarihi içindeki bir benzerliktir. Benzerlik aranacaksa, 19. Yüzyıl ortasındaki Bonapart ile değil, emperyalizm ve proleter devrimler çağında ortaya çıkan burjuvazinin faşist liderleri arasında aranmalıdır.

Burjuva liberal aydınların aynı hataların içinde yer almaları, onların sınıfsal yapısından ve savundukları dünya görüşünden kaynaklanmaktadır. Çünkü onlar, proletarya ya değil, burjuvaziye güvenirler ve proleter dünya görüşüne karşı burjuva dünya görüşünü savunurlar. Bu sınıfsal duruş, onları, faşizmin stepnesi durumuna düşmelerini genellikle kaçınılmaz kılar.

Türk egemen sınıfların ve Erdoğan, Bonpartizm ile faşizm kavramlarını aynılaştırmak ya da bonapartizmi faşizm yerine kullanmak isteyenler yeni değil. İtalya’da Mussolini ortaya çıktığında da, onu Bonapartist olarak niteleyenler vardı. Yine Hitler faşizmini de Bonapartist olarak değerlendirenler az değildi. Bunlar 3. Enternasyonal’in faşizm konulu bir çok oturmunda tartışılmış ve dile getirilmiştir.

Komintern bu tür anlayışları haklı olarak red ve mahkum etmiştir. Komintern’e üye partiler içinde, Mussolini ve Hitler faşizmini “Bonapartist” olarak değerlendirenlere karşı, faşizm teroisi daha da geliştirilmiş ve faşizmin yumuşatılması anlayışlarına karşı mücadele edilmiştir.

Ayrıca Marx, Bonapartist iktidarı, burjuvazinin kalıcı bir iktidar biçimi olarak nitelemesi, burjuva devletin, işçi ve emekçilere karşı baskıcı niteliğinin kalıcılığını vurgulamak için söylenmiştir.

Günümüzde, faşizm yerine Bonapartizmin kullanılması ya da Erdoğan başkanlığındaki AKP iktidarını “Bonapartist” olarak değerlendirilmesi, Erdoğan iktidarının “orta ve küçük burjuva” sınıflardan oluştuğundan hareket edilmektedir. Bu anlayış sahipleri, Erdoğan-AKP faşist yönetimini Türk egemen sınıfların faşist iktidarı olarak görmemektir. Daha açık bir söylemle TÜSİAD, MÜSİAD vb. dernekler içinde anılan burjuvaların iktidarda olmadığını söylenmek isteniyor.

Bu anlayışlar, revizyonist Otto Bauer, August Thalheimer ve Troçki vb.lerinin anlayışlarında yer almaktadır. 1920’lerden itibaren hızlanan faşizm tartışmları sürecinde, faşizmi salt “küçük burjuvazinin iktidarı” olarak göstermek isteyenlere karşı, Komüntern önderliğindeki komünistler, faşizmin burjuvazinin en gerici kanadının iktidarı olarak saptamıştır. Faşizmi destekleyen küçük burjuva kitleler olmasına karşın, faşist iktidarın bu sınıfın iktidarı olduğunu söylemek, tekelci burjuvaziyi temize çıkarmak ve burjuva kapitalist devlet biçimini çarpıtmaktır.

Bugün Erdoğan’ının peşinde giden büyük bir yoksullar kitlesi vardır. Ancak, Erdoğan başkanlığındaki faşist iktidarın küçük burjuva ya da orta burjuva iktidarı olduğunu söylemek, büyük bir aldatmaca ve devlete egemen olan büyük burjuvaziyi aklamak olur. Burjuva liberalizmin ideolojik etkisi altında kalan küçük burjuva aydınlar, faşizmi, ya “küçük burjuvazinin diktatörlüğü” ya da “Bonapartizm” olarak adlandırmışlardır. Faşizmi, burjuva diktatörlüğünün bir iktidar biçimi olduğunu söylemekten özellikle kaçınmışlardır. Bu da, faşizme karşı mücadeleyi zayıflatıcı bir etken oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, Bonapartizm, hala burjuvazi ile feodal aristokrasi arasında savaşın sürdüğü bir süreçte ortaya çıkmışken, faşizm emperyalizmin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yani, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf savaşımın keskinleştiği bir süreçte burjuvazinin açık terörist iktidar biçimi olarak ortaya çıkmıştır

42970

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Tel Abyad gerçeği: Türkiye’den IŞİD’e ‘canlı kalkan’ desteği! –Celal Başlangıç-

  

Dikenli sınır telleri, onlar için ölümle yaşam arasındaki son çizgi.

Toz toprak ve kan ter içindeler.

Tüm hayatlarından arta kalanları bir denke, bir çuvala doldurup Akçakale sınır kapısına dayanmışlar.

Kimileri Arap, kimileri Türkmen.

Arkalarında amansız bir vahşeti, çağlar öncesinin karanlıklarından bu güne taşıyan İslamcı IŞİD çeteleri var.

Güneşin alnında, aç susuz bekliyorlar Türkiye’nin sınır kapısını açmasını.

Ellerindeki pet şişeleri kaldırıyorlar “su” diye.

Yanlarındaki çocukları dikenli tellerin üzerine doğru havalandırıyorlar:

Ermeni Soykırımında sol hareketlerin yaklaşımı

  Türkiye Devrimci Hareketi,kendi geçmişinin her zaman TKP'nin kuruluş tarihi ile başladığını açıklamaktadır.TKP'nin kuruluşu 10 Eylül 1920,yılına gelene kadar,19yy sonlarında Osmanlıda ,sosyalist hareketler kendilerini göstermişlerdir.Osmanlı imparatorluğunda ilk sosyalist Partisi 1890 yılında kurulan Devrimci Hınçak Partisi'dir.Türkiye'ye ilk defa,Komünist Manifestosu'nu Ermenice'ye çevirerek yayınlayan ilk sosyalist harekettir.Müslüman kesim içerisinde ortaya çıkan ilk örgüt,ise 1894-95 yıllarında İstanbul-Tophane'de,savaş sanayii fabrikaları işçileri tarafından kuruldu.Amele-i Osmanlı Cemi

7 Haziran genel seçimleri ve Devrimci-demokratik hareket:Umut Munzur

  

Nihayet 7 Haziran genel seçimleri sonuçlanmış, aşağı-yukarı beklentiler gerçekleşmiş ve tahmin edilen sonuçlar ortaya çıkmıştır. 7 Haziran genel seçimlerinin hâkim sınıflar cephesinden ve devrimci-demokratik güçler açısından ele alınış biçimi ve ortaya çıkan sonuçlara ilişkin tespitler ve önümüzdeki döneme dair değerlendirmeler yapılmaktadır.

Derin devletin savaş koalisyonu ve netleşen halk mevzileri

Burada iki gerçek ortaya çıkıyor; ya sermayenin yanında yer alacaksın, onun kölesi olmayı benimseyeceksin ya da ezilenin, emeğin, haklının yanında yer alarak bedel -bedeller ödemeye hazır olacaksın... Türkiye’de, Kürdistan’da ve Ortadoğu’da hızlı gelişmeler bize bu gerçeği gösteriyor. Öyle kıyıda köşede durmak, nabza göre şerbet vermek vakti bitti. O sebeple ki, hayatın olduğu her yerde saf belirlemek, risk almak, gerektiğinde ağır bedeller ödemeyi göze almalıyız.

PKK ve Rojava’nın kuantumsal sıçrayışı

  

Türk Ulus-Devleti kurulduğundan bu güne bu devlet, Türk ve İslam dışında ülkede yaşayan tüm halk ve inançlara sömürge hukukuyla yaklaşmış ve sayısız katliamlara imza atmıştır. Katliamlar salt fiziki olmamış, sosyal, ekonomik ve siyasal soykırımlarla birlikte asimilasyon ile de halk ve inançlar adeta kırımdan geçirilmiştir. Öyle bir ülke ki defalarca yapılan darbeler ve kurulan sayısız hükümetlerle neredeyse en çok Başbakan ve Cumhurbaşkanına sahip ülke olarak sıralamada dünyada birinci konuma gelmiştir. Tabi bu da bir yere kadar!

Yalancı Emzik

  

Galibi devlet ve onun partileri, mağlubu ise halk olan bir seçim koşusu daha bitti. Halk kendisine demokrasi diye yutturulan bu seçimle-farkında olmadan- bir defa daha kendi boyunduruğunu seçme özgürlüğünü kullanmış oldu! Gözler şimdi de koalisyon çalışmalarına çevrildi. Oysaki meclisteki partilerden hangisi hükümeti kurarsa kursun, ufukta halk için hiçbir ümit ışığı yok. Bu sömürgeci düzen ve onun kırbacı olan devlet, asırlar boyu emekçi halklara ne reva görmüşse bundan sonra da aynısını yapacaktır.

Süleyman Demirel bugün topraga verildi!

Demirel’in ölümünden bu yazıyı yazdığım şu anki durumuma kadar bir türlü rahat uyuyamadım, aklım kırk yıl önce yaşadıklarımıza git gel yapıyor. Yaşadığımız insanlık dışı işkenceler rüyama giriyor. Bizlere zulmü reva gören egemenlerin, sermayenin en kaşarlanmış ve derin devletin başı Demirel’den Medya övgüyle söz ediyor.

Tesadüflerle gezi'de gezdik

Tesadüflerin bu kadarı, nasıl bir günün içine sığar! Bu hepimizi nasıl güzelce “şaşkına çevirir”, bu şaşkınlık insanın yüreğinde “sevgi” denen o güzel duyguyu nasıl körükler!

-Ya tabular yıkıldı Türkiye’de ya! Saltanat devrildi. HDP’ye daha çok oy gelirdi ama, CHP’liler manevi geleneklerinden kopmaya cesaret edemediler. Ondan da kopsalar, umutlarının yıkılmasından korktular. HDP’yi görmeleri gerekiyor önce bir. Adımlarına güvenmeleri gerekiyor. Galiba tarih böyle birşey.

-Nasıldı o günler, anlatın canlı canlı duyma şansını yakalamışken?

Durum iyidir Demek ki doğru yoldayız:Sami Solmaz

“Sevgili Yoldaşlar

Bildiğiniz gibi bir süredir fazla yabancısı olmadığımız mekânlarda bulunmaktayız.

Bir kez daha yaşayarak görüyoruz ki, mücadele, karşıtların mücadelesi zaman ve mekân tanımıyor. Fakat öncellerimizin söylediği gibi düşman saldırıyorsa durum iyidir Demek ki doğru yoldayız.

Demeki karşıtımızla uzlaşmıyoruz ve düşmanın bize giydirmeye çalıştığı elbiseyi giymiyoruz.

Bir Saloko Lazım -dı

Yüreğim  sızlıyor.

Sonunda Demirtaş etniksel hareket etmeyen proletarya köylüyle tanıştı.

Herkes Demirtaş' ın nasıl yapması gerektiğini yazıyor çiziyor.

Kimine göre sokağı terk etmemeli.

Kimine göre de muhalefette kalmalı.

Ama bu birazda acımasızlık değil mi ?

Hatta kolaycılığa kaçmak.

Söylediklerimizin içerisinde biz neredeyiz ?

Daha doğrusu söylediklerimizi etniksel temellerle hareket etmeyi önceliği haline getirmiş insanlarda beklemek ne kadar doğru ?

Aslanın.... koçum... yiğidim

SEÇİMLERİN SONRASINDA...[1]

“Biri gerçeği söylerse, bir diğeri er veya geç yalanının ortaya çıkacağından emin olmalıdır.”[2]

Bir yük kalktı sanki omuzlarımızdan... Bu doğru. Hele ki son olarak Diyarbakır saldırısında koltuğu kaptırmama hırsının ne boyutlara varabileceğini gördükten sonra.  

Sayfalar