İflah olmaz oportünistlere bir öğüt: “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün”
Bu söz Mevlana Celâlettin Rumi tarafından yüzlerce yıl önce söylenmiştir. Sözün ya da deyimin doğruluğu aradan geçen zamana karşın güncelliğinden ve anlamından bir şey kaybetmemesinde yatıyor.
Mevlana burada bir insanın sözü ile özü arasındaki uyumdan söz ediyor. Başka bir deyişle söz ile pratik arasındaki tutarlılıktan. İnsanın her sözü aynı zamanda sosyal pratiğe uygulaması gereken bir sorumluluğu omuzlarına yüklüyor. Döneminin en önemli düşünürü ve bilginlerinden biri olan Mevlana, hakikat arayışının merkezine insanı koymuştur. İnsanı türlü halleri üzerine kafa yormuş onun sırlarını çözmeye yaşamını adamıştır.
Bu sözde, insanın ruhsal yani iç dünyası, kişiliği, karakteri ile duruşu ve pratiği arasındaki uçuruma yönelik bir eleştiri veyahut yaklaşım olarak yorumlanabilir. Marksistler, devrimciler açısından söz ile eylemin uyumu, bilme ile yapma, başka bir deyişle bilme ile kavrama arasındaki ilişki, sürekli güncellenen bir tartışma konusu olagelmiştir.
Güncellenmiştir zira Marksist bilgi teorisi ile tanışan her birey bu yolda ilerledikçe, kendi kişiliğinde söz konusu çelişkiyi yaşar. Belki de bireyin gelişiminin temel dinamiklerinden birisi de budur. Teori ile pratik arasındaki uyumu yakalama çabası aynı zamanda sürekli bir değişim aynı zamanda gelişim anlamına gelir. Bu da bireyin içinden çıktığı toplumun yarattığı kişilik yapısından ahlak değerlerinden, kültürel kodlardan ve en önemlisi düşünme sistematiğinden adım adım kopması, arınması ve yerine “başka” bir sistematiği inşa etmesi demektir.
Sürekli bir kopuş ve ortaya çıkan “boşluğun” Marksist bilgi teorisiyle doldurulması, sosyal pratiğin kızgın ateşinde yeniden kalıba dökülmesi…
Bu sürecin sonsuz olduğu aşikar.
***
Söz ile eylemin asgari uyumu kişinin savunduğu dünya görüşünü kavrayışını da ortaya koyar.
Bu iki kavram arasındaki makas açıldıkça başta kişinin duruşundan akabinde de siyasal anlamda duruşunda çeşitli sorunlar ortaya çıkacaktır. Sözde, teoride doğruları savunan ama pratikte başkaca mecralarda seyreden, tutarsız bir şekillenişten söz etmek abes olmayacaktır bu durumda.
Bu tutarsızlık, uyumsuzluk, savunduğu düşünülen görüşün veya düşüncenin özüne inilmediğini onun kavranmadığını aksine bunun sadece işlevselleştirildiğini gösterir. Yani savunulan doğru, “işe” yaradığı oranda önemlidir. Bu işlevi azaldığında veya başka şeylerle karşı karşıya kalındığında kolayca bir kenara bırakılabilir. Tutarsızlıkta zaten tamda burada ortaya çıkar.
Peki böylesi durumlarda ne olur? Veya bu gibi kişilikler nasıl bir etki yaratır?
İlkin böylesi kişiliklerin halk yığınlar arasında devrimciler adına negatif bir imaj yarattığını söylemek gerekir. Zira emekçi yığınlar ne söylendiğine ancak pratikte ne yapıldığına bakarak değer verir. Onlar için belirleyici olan son tahlilde pratiktir.
Sözü farklı pratiği farklı kişiliklerin devrimcilerin halk nezdindeki itibarını zedelediği su götürmez bir gerçektir. Diğer yandan böylesi kişilikler aynı zamanda geniş yığınlara, teorinin mutlaka pratiğe uygulanamayacağı gibi zararlı, özünde burjuva ideolojisinden beslenen ve ona hizmet eden bir kültürü taşır.
Böylece sözde herkes doğruları savunurken sıra pratiğe, savunulan görüş doğrultusunda bir duruş elbette bunun karşılığında da bedel ödemeye geldiğinde, çeşitli gerekçelere sığınmak meşru hale gelecektir.
Siyasal karşılığı oportünizm olan bu duruşun en büyük zararı Marksizm’in tahrif edilmesi buna bağlı olarak devrimcilerin yaşamlarıyla yarattığı değerleri dejenere etmesidir.
İflah olmaz oportünistler
Peki günlük yaşamda, siyasal mücadelede böylesi kişilikler nerede ve nasıl ortaya çıkar? Küçük burjuvazinin sınıfsal olarak kaypak, orta yolcu duruşunun da bir yansıması olan bu kişilikler, kuşkusuz ayrımların netleştiği anlarda rengini iyice belli eder. Sözgelimi, siyasal alanda orta yolun kalmadığı koşullar böylesi kişilikler için en kötü zamanlardır. Böylesi anlar onlar için adeta kapana kısılmışlık duygusu yaratır. Zira foyaları fena halde ortaya çıkacaktır. Artık istemeseler de bir tarafta yer almaları gerekecektir.
Örneğin Kürt ulusal sorununda teorik düzlemde oldukça “ileri” görüşleri savunan, sosyal şovenizmden teorik düzlemde “arınmış” görünen bir kişi, sıra özyönetim direnişlerine, bu direnişlerle dayanışmaya, bu mücadelenin demokratik muhtevasının sahiplenilmesine geldiğinde çubuğun ucunu da yavaş yavaş bükmeye başlayacaktır. Teoride savunulan doğrular, sınıf mücadelesinin pratiği içinde çeşitli “ama”lar, gerekçeler, başkaca “öncelikler” vs. ile bir kenara, uygun koşulların beklendiği başkaca bir zaman dilimine havale edilecektir.
Keza, kadın özgürlük mücadelesine dair saatlerce konuşup aynı zamanda kadınlara akıl veren bu zatların kadınların eleştiri okları kendisine yöneldiğinde karanlık tarafa geçme hızları ışık hızını geride bırakacaktır. Sadece bu mu? Ülkenin sosyo-ekonomik yapısı, Kürt sorunu, kadın özgürlük mücadelesi, çalışma ve ilişkilenme biçimi vb. pek çok başlıktaki eleştirileriyle buradan Kaf Dağı’na yol yapanlar hatta mücadeleyi bu siyasal nedenlerle bırakanlar; sıra buna uygun bir konumlanış ve duruşa geldiğinde yine o bildik gerekçelere, “ama”lara, daha önemli amaçlara sığınırlar.
Zira savundukları görüşleri, dile getirmekten öte buna uygun bir pratik konumlanış içine girmek öyle kolay değildir. Bu durumda, kimi bedellerin ödenmesi gerekeceği, kimi imtiyazlardan olunacağı, belki de “karizmanın çizileceği” gerçeği sabittir. Küçük burjuvazinin bedel ödemekten korkan, statükoyu korumaktan yana duruşu tam da burada devreye girer. Görüşleri “hala” bakidir, sonuna kadar da “savunur” ama “bizim bilmediğimiz başka şeyler vardır” da (ki o ‘başka şeyler’, her şey o kadar belirginken bile belirsizdir) bugünkü duruşun nedeni odur.
Ama unutulmamalıdır ki, söz ile özün uyumlu bir hale getirilememesi, karakterde bir aşınma yaratır. İflah olmaz oportünistlerin sınıf mücadelesinin en keskin anlarında burjuva çöplüğüne yuvarlanmalarının nedeni de bu olmalı!
Böylesi bir karakter, kendince güçlü gördüğünden yanadır daima, doğru bildiğinden değil! Dünya görüşü, içinde bulunduğu çembere aykırıdır ama o bunu kendine fazla dert etmez. Zira ona, görüşlerini, pratiğe uygulamadığı sürece dile getirme özgürlüğü bahşedilmiştir. Mevcut olanaklarının sürdürmesine izin verilmiş, itibarı, geçmişte yaşadıklarına rağmen korunmuştur. Hala da el üstünde tutulmaktadır! (Kimsenin de, onun; Kürt, kadın, çalışma tarzı vb. konulardaki vahim çelişkilerini dile getirmeye niyeti yoktur. Çünkü hala “kullanışlıdır”!)
“Gençleri zor tutuyoruz”
Ne var ki böylesi kişilikler son tahlilde yine taraflarını dürüstçe, açıklıkla ortaya koyma iradesinden acizdirler. Çünkü onlar farklı fikirleri ve tartışmalarıyla bilinir. Doğrudan taraf olmak bu gibi karakterler açıklanması güç bir tutumdur. Çünkü aynı zamanda belli bir bedeli de gerektirecektir. Nihayetinde korunması gereken bir itibar, sürdürülmesi gereken kimi ekonomik ilişkiler ve statüko vardır.
Peki, bu hep böyle midir?
Kuşkusuz hayır! Genel kamuoyunda, kitle nezdinde tarafsız, iyi niyetli, hareketimizin geleneklerine ve ilkelerine sıkı sıkıya bağlı insan profili olarak vitrine yerleştirilse de, ona, pratik duruşunu ve oportünist, iki yüzlü tutumunu gösterenlere, ayna tutanlara dişini geçirmekten asla imtina etmez.
Zira, kaybedeceği çok şey vardır. Buna tahammülü yoktur! Sözgelimi, devrimciler arası sorunların çözümünde şiddete kesinlikle karşıdır, içinde bulunduğu kesimin bu yöndeki icraatlarını uzaylı görmüş bir zat misali karşılar; Şaşkındır, asla tasvip etmez!
Ama hemen yanı başında, bulunduğu ortamda, içinde hareket ettiği kesiminin bu organizasyonundan da haberdardır. Sesini çıkarmaz, bunu eleştirenlere şiddet uygulayanları “eleştirdiğini söylese” de tavır almaz. İşler keskinleştiğinde, içinde bulunduğu kesim pratikleriyle teşhir oldukça yani gemi su aldıkça artık yüzündeki maskeyi bir kenara fırlatır. Çünkü artık sorun her şeyini kaybetme noktasına gelmiştir. Bu yüzden tüm silahlarını kuşanır, dün naif bir tutumla “olmaması gerekir” dediği ne varsa üzerinden bir silindir gibi geçer.
Eski HDP’li şimdinin AKP’lisi Mehmet Metiner’i hatırlayınız… Söz konusu Kürtler olduğunda nasıl da kraldan çok kralcı olduğunu… Veyahut dünün Has Partilisi bugünün başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş’u…
Hele de içinde bulunduğu kesimin bilinmeyenlerine, ciddi iddialarına, ilk elden gördükleri ve yaşadıklarıyla şahit olmuş bu bakımdan “diğer taraftan” fazla bilgiye ve doğrudan gözleme sahipse, düşmanlık da o oranda artacak demektir. Sorumluluğu altında bulunanlar ya da daha kibar bir şekilde ifade edelim yanında duranlar, devrimcilere küfür ve hakaret ederken, saldırırken o sanki ayda geziyormuş gibi yapmaya devam edecek belki bir süre daha.
Sonra, saldırıya uğrayan kimi devrimci gençleri, muhataplarını gördüğünde, muhataplar onu eleştirdiğinde “ben mi yaptım canım!” diyecek! Bu iflah olmaz oportünistler, “tarafsız” maskesi ile gezdiği bugünden çok değil sadece birkaç gün sonra da artık düşman bellediği “karşı kesim”den ikna etmeye çalıştıklarına birileriyle görüşmeye “temsilci” olarak gidecektir. Bu da yetmez, bir de “Gençleri zor tutuyoruz” diye tehdit savurmaktan geri kalmayacak!
Daha doğrusu devrimci iddiası olmasına rağmen manipüle edilen ve devrimcilere el kaldıran o “gençlerin” manipüle edilmesinde nasıl rol aldığını itiraf edecek!
Tabii bu sözler bize aynı zamanda Gezi İsyanı sonrası direnen milyonlara karşı manipüle ettiği kitleyi “evde zor tuttuğu” söyleyen zat’ın sözlerini anımsatıyor. Ama biz ne bu sözlerin kimin ağzından çıktığına ve ne de kime karşı kullanıldığına hiç girmiyoruz bile. Malum bu ara herkes çok “hassas”, bu tür benzetmelere de çok kızıyorlar!
“Saygıdeğer amaçlara ancak saygıdeğer araçlarla ulaşılabilir”
Küçük burjuvazi kendisini ezen ve sömüren ulusal burjuvazinin yerine geçmeyi hep hayal eder, bu arzuyla tutuşur. Bir yanıyla, bu, maruz kaldıklarını, başkalarına yaşatma isteğidir aynı zamanda. Bu anlamda oportünist ve ikiyüzlücedir. Söz ile pratiği arasında tutarsızlık vardır. Onun için Marksist bilgi teorisi yaşamda bir kılavuz olsun diye değil, ne kadar çok şey bilindiği gösterilmek için vardır. Kariyer ve ün, temel motivasyonlarıdır. Kurdukları yaşamların bozulmaması adına karakterlerini iğdiş etmekten imtina etmezler. Hele de yol çatallaşmaya ve bir ayrıma geldiğinde bu kaygıları iyice depreşir. Bunun sonucunda, ikiyüzlülük ve ahlaksızlıkta tüm hünerlerini göstermekten imtina etmezler.
Ne diyelim herkes bildiği gibi, kendi doğrularıyla savaşıyor. Proletarya, kendi niteliğine uygun bir mücadele ve savaş yöntemi ve araçlarıyla yoluna devam ediyor. Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin Mahmut, araçların amaçlara uygun olması gerektiğini söyler. “Saygıdeğer amaçlara ancak saygıdeğer araçlarla ulaşılabilir” der.
Sanki bu söz yüzyıllar öncesinden bugün için söylenmiş gibi değil mi?
Bir Partizan
Son Haberler
Sayfalar
PARTİZAN: 7Haziran'dan 1 Kasım’a değisen kosullar ve seçim tavrimiz
7 Haziran seçimleri bir nevi geçersiz sayılarak, 1 Kasım’a işaretlenen yeni bir seçim süreci başlamış durumda. 7 Haziran seçimi, sistemin politik krizine çare olmak bir yana yeni krizleri de yanına alarak “yeniden bir seçime” doğru evrilmiştir. 7 Haziran sonrası Türk hakim sınıflarının hükümetteki kliği AKP, seçimden istediği sonuçla çıkamamanın ve zayıf düşmesinin yarattığı sonucu bertaraf etmek için, kendi iç çelişki ve yarılmalarını da büyüterek, tam da 12 Eylül anayasasından aldığı yetkilerle seçimi yeniden örgütledi.
Görünürde olan ve gerçek:Osman Tiftikçi
Türkiye’de olan biten her şey bir kişiyle, bu kişinin hırslarıyla açıklanır oldu. Öyle bir hava yaratıldı ki, sanki AKP devrilse, T. Erdoğan da köşesine çekilse, Türkiye güllük gülistanlık bir ülke olacak. Örneğin Kürt meselesi çözülecek, Türkiye Ortadoğu pisliğine bulaşmayacak, Kürtler, azınlıklar, kadınlar, işçiler, gençler için basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü olacak. Sol, devrimci demokratik güçler istedikleri yerde, istedikleri gibi gösteri, yürüyüş, miting yapabilecekler. Sünni İslam’ın devletin resmi dini olmasına, diğer inançların ezilmesine, horlanmasına son verilecek.
Kürdlere neden direniyor diye sormak, HDP’ye bu bahane ile saldırmak alçaklıktır!
Dünyanın hiçbir yerinde ezilenlerle -ezenler kardeş olmadılar, olamazlar, olmayacaklar. Ezenler egemenleri temsil etmektedir. Devlet egemenler için var olmuştur, onların egemenliğini korumak, servetlerini güvence altına almak için var edilmiş kutsallaştırılmaya çalışılmıştır. Diğer ulusları kendi egemenlikleri altına almak, sömürgeleştirmek için oluşturdukları silahlı ordularını, polisini, istihbarat güçlerini egemenlikleri altına aldıkları halklara baskı aracı olarak kullandılar, kullanmaya devam etmektedirler. O sebeple, Kürdistan milletinin direnişi meşru ve doğrudur.
“Katliamdan kaçan mültecilerin insanlık dramına sessiz kalmayalım”
Savaştan ve katliamlardan Batı Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan mültecilerin insanlık dramına sessiz kalmayalım
Afrika'daki ve Ortadoğu'daki işgal ve iç savaşlarda yüz binlerce insan hayatını kaybederken, bir o kadar insan ise, geleceğinden emin olmayan bir çaresizlik içinde bekliyor.
Kapıtalizmin ölümü
Dünyamızda yaşananlar, kapitalizmin kaosu ve onun yarattığı ağır toplumsal dramdır. Karaya vuran minik göçmen bedenleri, sınır telörgülerine takılan çocuk yürekleri, denizde boğulan insanlık ve dalgalar arasına karışıp duyulmazdan gelen çığlıklar, kapitalist sistemin kaçınılmaz bir sonucu olduğu görülmediği sürece; daha yüzyıllarca bunları tekrar tekrar, ama daha fazla acılar katılarak yaşanacaktır.
ATEŞ ALTINDAKİ KÜRDİSTAN :Umut Munzur
Devletin AKP eliyle başlatmış olduğu “süreç” 7 Haziran seçimleri sonrasında Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle buzdolabına kaldırılmıştır. Süreç bitmiş değil fakat dondurulmuştur. Gelişmelere bağlı olarak yeniden fırına verilmeyi beklemektedir. Bu haliyle beklemede olan “süreç” yeni bir “süreci” doğurmuştur. “Yeni süreç” topyekün saldırı ve yıldırma politikalarıyla hayata geçirilmek istenmekte, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kazanımlarına ket vurmayı mümkünse bu kazanımları yok etmeyi hedeflemektedir.
Bu çocuğa iyi bakın, hepimiz suçluyuz!
Sermaye gruplarının çıkar ve kârları uğruna çıkardıkları savaşlara sessiz kalmakla yaşanan ölümlerden hepimiz sorumluyuz. Sabah haberleri izlediğimde karşıma dünya güzeli, tertemiz, bütün kötülüklerden uzak masum üç-dört yaşlarında bir çocuğun sahile vurmuş ölü bedeninin yüzüstü yatık haliyle karşılaştım. Önce bir şaşkınlık sonra bir acı tüm bedenimi kapladı. Gözyaşlarımı tutamadım. Yüreğimi yakan bu görüntü tüm insanlığa, kendine insanım diyen ama geçmişini unutan, yaşadığı acılara sünger çeken, ortaya çıkan insanlık dışı bu zulme sessiz kalanlara avazım çıktığı kadar küfür etmek geldi.
Faşizm, Seçimler ve Devrimci Duruş
Çok önemli ve kritik bir süreçten geçmekteyiz. Devrimci, ilerici, demokrat, sosyalist, yurtsever bileşenlerde ciddi bir kaygının yaşandığı açık ve net… Bu tartışmanın ana eksenini 1 Kasım seçimlerine ilişkin HDP'nin almış olduğu emrivaki TAVIR oluşturmaktadır.
Duyulmak istenmeyen büyük çığlık: Mültecilik!
Savaş denince insanın aklına gelen ilk şey ölümdür, vahşettir, işkencedir, tecavüzdür, açlıktır, yoksulluk ve açlıktır. Ölümlerden kaçma adına, umutsuzluk içerisinde ölüme umut diye koşmaktır, Savaşlar yalnızca insanları öldürmekle kalmazlar. Kendi dışında evrende yaşayan tüm canlıları da yok eder, yakar - yıkar. Atılan bombalar, toplar, füzeler, kimyasal silahlarla evrende yaşayan bütün canlıların doğal yaşam alanları, hakları yok edilir, ortadan kalkar.
Peki savaşı kimler çıkarmakta, kimler savaşlarda zarar görmekte ve savaşlar kimlere yaramaktadır?
Kartal Bürosu Düştü
Her teslim olmuş ruha baktığınızda onda muhakkak sistemi yücelten sözler... davranışlar... bulursunuz.
Örgütlülerin örgütlüğü örgütsüzlerin çenesini yorarmış derler. Varsın gene de olsun.
Büronu aç ki yüzünü görem. Büronu aç ki yüzünü görem. Sana bir mendil verem. Sana bir mendil verem.
Hava sıcak, toplum gergin, siyaset çatışmada...
Biraz saygı. Biraz.
Nelere razı edilir hale getirilmedik ki.
Öcalan müdahil olmalı
Sayın Öcalan Türkiye’yi: Sorunu kendi aramızda çözmezsek hegemonik devletler çözer, diye çok kereler uyarmıştı.