Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:
Kapitalist sermaye birikimi, tarihsel sınırlarına dayanmıştır. Bugün kapitalizmin ulaşmadığı, tahrip etmediği dünya yüzeyinde herhangi bir toprak parçası, yerleşim yeri kalmamıştır. Üretim alabildiğine uluslararsılşmıştır. Artık tek tek emperyalist tekeller, sadece birkaç ülkede değil, nerede ne üreteceğini programlamakta ve üretimi daha da yagınlaştırmaktadır. Ama öbür yandan tekellerin birbirine karşı keskin ve ölümcül rekabeti, birbirine karşı gümrük duvarlarını da kaçınımaz olarak gündeme getirmekte ve serbest dolaşımı daraltmaya çalışmaktadır. Bu tavır, üretimin uluslararsılaşmasıyla çelişmektedir. Bir emperyalist tekel için ise, gelinen süreçte, üretimin uluslararsılaşmış haliyle ayakta kalabilir. Ya da bugün, kapitalizm, üretimin uluslararasılaşmış haliyle kendini varedebilir. Dar ulusal çitler içine kapitalizm kendini hapsedemez. O süreç, esas olarak, kapitalizmin emperyalist aşamaya gelmediği dönemin politikasıydı. Bu nedenle „sıkı gümrük duvarları ile korunma“ çok gerilerde kaldı.
Emperyalist rekabetin sermaye birikimine koşut olarak keskinleşmesi, sermaye yoğun üretimi de, yani teknolojik gelişmeyi de tetikleyici rol oynamaktadır. Sermaye yoğun üretim kar oranını azaltıcı bir yanı vardır. Emek yoğun üretimden her uzaklaşma ve sermaye yoğun üretimi kaçınımaz kıldığından, kapitalistin kar oranında yükselen bir azalma ortaya çıkmaktadır. Bu da burjuvaziyi daha fazla sermaye yoğun üretime (teknolojik gelişmeyi olabildiğince üst sınıra çekme eğilimi taşımakta) ve aşırı üretime itmektedir. Bu çıkmaz döngü, kapitalist krizleri daha da sıklaştırıcı bir rol oyanamaktadır. Özellikle 1980‘lerden sonra bu döngü sesas hale gelmiştir.
Kapitalizmin emperyalizme evrilmesi ve emperyalist sürecin (kapitalizmin derinlemesine) ilerlemesi ve gelişmesiyle, mülksüzleştirilmeyen köylü ya da küçük üretici neredeyse kalmamıştır, varsa da çok az kalmıştır. Toplum bütünüyle mülksüzleştirilerek, yaşam alanları, yani yaşamak için üretim yapacağı, yaşamını yeniden ve yeniden üreteceği bütün alanlar, sermaye sahiplerinin eline ve kontrolüne geçmiş ve kendi özel mülkiyetleri haline getirimişlerdir. Hatta, kapitalizm o denli vahşileşmiştir ki, Amazon ormanlarının derinliklerinde, kapitalizmin kontrolü dışında kalmış birkaç kabilenin bir avuç içi büyüklüğünde denebilecek yaşam alanlarına gözünü dikmiştir. Şimdi sıra, mülksüzleştilenlerin mülksüzleştirilmesine gelmiştir. Mülksüzleştirilerek sermaye sınıfının emrinde işçi ordusu haline getirilenlerin sonuna gelinmiştir. Bu süreç, aynı zamanda, kapitalizmin işçi sınıfı nüfusunu üretemez eğilimi içine girmesinin de beraberinde getirmiştir.
Her toplumsal sistem, doğuşunda, içinden çıktığı toplumdan daha ileri olması nedeniyle, kendi toplumsal nüfusunu üreterek ekonomi-politikasını devam ettirebilir. Toplumsal sistemin kendi nüfusunu üretmesi,[1] üretim güçleri karşısında üretim ilişkilerini yürütebiliyor olmasından ileri gelir. Eğer toplumsal sistem kendini varettiği (toplumsal olarak kendini ürettiği) toplumsal nüfusunu üretemez sürecine girmişse; üretim güçleri karşısında iyice gericileşen üretim ilişkilerini devam ettirememesinden ileri gelir. Ve bu aynı zamanda, meta üretiminin de sonuna yaklaşıldığının ve kapitalist meta üretim sürecinin tıkandığı anlamına gelir. Bu, kapitalist toplumsal yapının sürdürülebilir oluşunun temelinin bütünüyle tahribatı demektir. Bugün kapitalist-emperyalist sistem kendi toplumsal nüfusunu (işçi sınıfı, kapitalizmin esas toplumsal nüfusudur) üretemez eğilimi içine girmiştir. Bu, kapitalist-emperyalist sistemin, toplumsal bir sistem olarak, son sınırına geldiğinin ve yeni bir toplumsal sistemin doğuş sancılarını fazlasıyla çektiğinin göstergesidir. Kapitalizmin bitiş ve sistem olarak çöküş sınırı burasıdır. Şimdi, sıra mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilmesine gelmiştir.[2] Ancak, bu da, onun kurtuluşu değil, tersine, kapitalist toplumun inkarı olan sosyalizmin doğuşunun kaçınılmazlığının habercisidir.
Sermaye birikiminin yoğunlaşması, kapitalistin kapitalisti mülksüzleştirilmesi sürecinin hızlanmasını da beraberinde getirir. Bu, Marx’ın söylemiyle: „mülksüzletirenlerin mülksüzleştirilmesi“ sürecidir. Sermaye birikimi elbette mutlak bir şekilde işçi sınıfından artı-değerin gaspıyla oluşur. Ancak, kapitalist birikimin hızlanması ve büyümesi, sermaye birikiminin daha az ellerde yoğunlaşmasını (temerküzünü) koşullar. Bunun anlamı; büyüklerin küçükleri yutması, tekeller arasındaki rekabetten dolayı, büyük tekeller arasında birleşme yoluyla diğer tekelleri yok etme, sermayenin sermayeye el koyarak temerküz sürecinin hızlanması demektir. Bugün, bu süreç daha da hızlanmıştır. Bu, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesidir.[3] Bu devasa sermaye birikimi ve temerküzü, kapitalizmin tarihsel gericiliğini de en üst sınıra çekerek, can çekişmesini en üst noktasına, daha doğrusu, onu ölüm sınırına getirmiştir.
Kapitalizmin gericiliği sermaye birikimiyle koşuttur. Sermaye birikimi ve temerküzü arttıkça gericileşme ve toplumsal tahrip oranı da yükselir. İnsani tahrip, doğanın tahrip edilmesinden ayrı değildir. Kapitalizm işçi ve doğayı aynı oranda sömürür ve tahrip eder. Bugün gelinen aşama ise, doğanın kapitalist üretim tarafından tahribi, artık, tüm canlıların varlık-yokluk sorunu haline gelmiştir. Diğer etmenler ve tehlikeler bir yana, doğanın ekolojik dengesinin geri dönüşümsüz bir şekilde bozulması, canlı (insan da dahil) yaşamın yok edilmesi sürecine girilmiştir.[4]
Toplumun bütünüyle mülksüzleştirilmesi, toplumsal sistem olarak kendi nüfusunu üretemez oluşu, ve sıranın mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilmesine gelmesi, doğanın ekolojik dengesinin bozulması ve tüm canlı yaşamın tehlike altında oluşu, esas olarak bütün bunlar nedeniyle kapitalizmin sürdürülebilir yanı kalmamıştır. Artık kapitalist-emperyalist sistemin ölüm çanları daha hızlı çalmaya başlamışır.
Dünyanın, 500 büyük emperyalist tekelin egemenliğinde oluşu, dünya ekonomisine (ve elbette siyasetine) bunların karar vermesi, mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilme sürecinin en tipik gösterge olgusudur. Bu aynı zamanda kapitalizmin emperyalist evresinin bütünüyle dünyaya egemen olduğunu, emperyalist ekonominin yasalarının egemen kılınmasını da beraberinde getirmiştir.
Üretimin uluslararasılşaması ve kapitalizmin alabildiğine gelişmesi, yeni emperyalist ülkelerin de -kapitalist gelişmenin kendi diyalektiği içinde- her geçen gün çoğalarak ortaya çıkmasını da kaçınılmaz kılmıştır. Bugün dünyada 50‘yi aşkın emperyalist ülke vardır ve her geçen gün bunlara yenileri eklenerek devam etmektedir.
Yeni emperyalist ülkelerin doğuşu ve gelişmesi, emperyalist sermaye birikimi ve temerküzünün büyüklüğünden ayrı ele alınamaz.[5] 1960 yılında dünyanın GSYH toplam büyüklüğü 1 trilyon 390 milyar ABD doları iken, 2023 yılı sonu itibariyle 104 trilyon ABD dolarını aşmıştır. Yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışı, kapitalizmin gelişmi ile doğru orantılı olurken, aynı zamanda emperyalistler arası çelişmeyi de keskinleştirmiş ve emperyalist kutuplaştırmaları artırmıştır. Hegomanya savaşı kıran kırana sürmektedir. Ve bu süreç, yeni bir emperyalist paylaşım savaşı tehlikesini artırmış ve hatta kaçınılmaz kılarken, aralarındaki hegomanya çelişkisinin keskinliği, olası savaşı, atom savaşı düzeyine çıkarma olasılığını artırmıştır. Bu da emperyalist sermaye birikiminin artık dünyayı yok etme eğilimi içine girdiğini ve emperyalistlerin „barış içinde birarada yaşama“ sürecin kapandığının işareti olarak görülmelidir. Özellikle „mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilme“ sürecinin hızlanması ve kapitalizmin kendi toplumsal nüfusu olan işgücü nüfusunu üretememesi emperyalist sistemin birbiriyle „barış“ sürecini de kapatmıştır. Bu aynı zamanda kapitalizmin artık sürdürülemez oluşunun bir başka göstergesidir.
Faşizm ve Göçmenlik
Emperyalist sistem, gelinen aşamada iyice gericileşmiş ve hemen hemen bütün ülkelerde faşizmi egemen kılmak için yoğun bir çaba harcamaktadır. Faşizmin merkezi bu kez salt Avrupa ile sınırlı kalmayıp ABD ve diğer ülkeleri de sarmışa benziyor. Emperyalist burjuvazinin ekonomik ve siyasl krizi aşmak için her zaman faşizmi desteklemiştir. Çünkü işçi sınıfı ve emekçileri baskı altına alarak, kendi sisyasal sistemlerini idame ettirme, krizleri aşma olasılığını ancak bu yöntemle çözebileceklerini sanıyorlar. İster istemez sınıfsal çıkarları onlara faşist rejimleri egemen kılma yolunu gösteriyor.
Emperyalist burjuvazinin gercileşmekten başka çaresi yoktur. Sermayenin temerküzü, keskinleşen rekabet, işgücü nüfusunu üretememe, ve dayandığı iki sömürü kayanağı olan doğa ve işçinin tükenmesi, onu daha da gericileştiren nesnel oluglardır.
Emperyalist burjuvazi, sermaye birikiminin yolunu ve kendi aralarındaki rekabet savaşını faşizme baş vurarak çözebileceğini sanıyor, ancak, işçi sınıfının nesnel devrimci oluşunu, üretici güçlerin en temel öğesi olduğunu ve üretimdeki yeri nedeniyle sistem ile uzlaşmaz bir çelişme içinde olduğunu unutuyor ya da gerici şiddetle her şeyi çözebileceğini sanıyor.
İşçi sınıfı ve kitlelerin büyük bir bölümü faşist demogojilerle bir yere kadar susturulabilir, ama esas olarak bu uzun vadeli olamaz. Faşizmin tekelci burjuvazinin hizmetinde olduğunu işçi sınıfı ve emkçiler kısa zaman içinde anlayacaktır. Çünkü faşizm kitlelere refah değil, tekelci burjuvazinin refahı için, işçi sınıfı ve emekçilere baskı ve daha fazla yoksullaşmadan başka bir şey veremez. Başka kanıtlara gerek yok, tarihsel olarak bu bilinen bir acı gerçektir.
Faşizmin bölücü, kutuplaştırıcı, kriminalize edişi, kadın düşmanlığı, cinsiyetçiliği ve milliyetçiliği ile burjuvazi, kendi sistemini kurtaramayacaktır. Bugün, göçmenler üzerinden yürüttüğü faşist politikalar, özünde kendi beynine sıktığı kurşundan başka bir şey olmayacaktır. Çünkü, bütün emperyalist ülkelerin, gelinen aşamada (kendi işgücü nüfusunu üretemez oluşu nedeniyle) göçmenlere doğrudan gereksinimi vardır. Sadece ABD’de 13 milyon kaçak göçmen işçi çalıştırılmakatdır.[6] Göçmen olmazsa üretim için sermaye birikimi için yeterli işgücü de olmayacaktır. İşgücü potansiyelin olduğu ülkelere üretimin daha fazla kaydırılması tekeller için yeterli bir çözüm değildir. Emperyalist ülkelerdeki göçmenler, yoksullaşmanın, işsiz kalmanın nedeni değil, tersine kapitalist üretimin devamı için olmazsa olmazdır. Bunu bilmesine biliyorlar. Bu nedenle de dışarıdan işgücü çekmek için yasalarını değitiriyorlar. Örneğin, İtalya’nın faşist başbakanı Meloni, yeni 425 bin göçmen işçi almak için yeni yasa çıkarmıştır.[7] Çünkü kapitalist tekellerin yeni işgücüne gereksinmleri herzamankinden daha da fazladır. Alman burjuvazisi, ekonomilerini sürdürebilmek için yılda en az birmilyon göçmene gereksinim duyduklarını ifade ediyorlar.[8]
Yeni emperyalist Türkiye gibi ülkeler dahi, yabancı işçiye gereksinim duyuyor ve bu nedenle Suriyeli, Afrikalı, Asyalı (daha çok da Afganlı) göçmen işçileri köle gibi çalıştırıyorlar. Öbür yandan ise, „işçiyi işçiye kırdırma“ politikası ile, göçmen (özellikle Suriyeli) düşmanlığı üzerinden iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Emepryalist burjuvazi „düzensiz göç“lerden rahatsızmış. 1960‘lardaki gibi „dişlerine bakarak“ almak istiyorlar. Ama, o süreçler çok gerilerde kaldı ve kapitalizmin tahribatı ve yıkımı her yerde kat be kat arttı. Mülksüzleştirilmiş, topraksız, işsiz ve yurtsuz bırakılmış kitleler dalgalar halinde oradan oraya savrulmaktadır.
Ve artık, esas olarak da emperyalist ülkeler, demografik yapı açısından hiç de 1930‘lardaki gibi „homejen“ değil, tersine giderek hetorejenleşen bir demografik yapıya sahipler.[9] Bunun, üretimin uluslararsılşaması, sermayenin temerküzü ve kapitalizmin kendi işgücü nüfusunu üretemez oluşuyla doğrudan ilgisi olduğu gibi, kapitalizmin bütün ülkeleri, esas olarak da yarı-sömürge ülkelerin doğal yapısını ve doğayı tahrip etmesi, bölgsel çatışma ve savaşları körüklemesiyle doğrudan ilişkisi vardır. Kapitalizm, kendi kozmopolit üretim yapısını ve ilişkilerini ülkelerin demogrofik yapısına yansıtması ve kendisine benzetmesi onun doğal bir eğilimidir.
Sosyalizm Yarından Da Yakın
Evet, kapitalizm tarihi bir toplumsal kırılma yaşarken, toplum bu çöküş ve bitişin üzerinde kendini yeniden, ama daha ileri bir noktada sosyalizmi inşa ederek kendini daha ileri bir noktada varedecektir.
Emperyalist sistemin taşıdığı çelişmeler 1917‘lerin çok çok ilerisindedir. O gün savaş ve ekonomik krizlerle kendi çelişmelerini çözebilecek üretim ilişkilerine sahip iken, yukarıda saydığım nedenlerle, bugün bunu yitirmişlerdir. Ve uluslararası proletarya da dünün nicel olarak cılız proletarayası değildir. Üretimin uluslararsılaşmasıyla devasa bir uluslararsı sanayii proletaryası doğmuştur. Dün 1917 devrimin sesine güçlü ses veremediler. Ama bugün, üretimin uluslararasılaşmasıyla, birlik içinde hareket ederek kendi kaderlerini kendi ellerine alacak duruma gelmişlerdir. Bu devrimin uluslarası niteliğini daha da öne çıkarmıştır.
Dünya, özellikle, 2000‘lerin başından beri yoğun bir kitlesel mücadelelere tanıklık etmektedir. 2011 yılında Kuzey Afrika halklarının kalkışmasının üzerinden fazla bir zaman geçmeden, ayaklanmalar, zaman içinde, neredeyse dünyanın çoğu ülkelerine yayılmıştır. Emperyalist ülkeler ve emperyalizmin yıkıma uğrattığı ülke halkları ve işçi sınıfı, emperyalist yıkıma karşı ayağa kalkmışlardır. 2017 yıllarında Avrupa işçi sınıfı ve emekçikleri ayağa kalkarken, 2018 son ayları ve 2019 yılının başlarında da tam 40 ülkede[10] aynı anda ya da aynı aylarda ayaklanmalar olmuştur.
Kapitalizmin karamsarlığı içine gömülenler ya da ona teslim olanlar, kitlelerin bu devasa devrimci kalkışmalarını görmezden gelmeyi seçerek, ruhlarını burjuvaziye teslim ediyorlar. Neredeyse, „sosyalizm öldü yaşasın kapitalizm“ diyecekler. Oysa, ölen kapitalizmdir. Kapitalizm bu yüzyılı çıkaramayacaktır. Bütün ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmeler bunun böyle olacağının göstermektedir.
Bütün bu gerçeklere rağmen, elbette kapitalizm kendiliğinden ölmeyecektir. Ölü yatağında insanlığı ve doğayı çürütmeye devam edecektir, ta ki, işçi sınıfı ve emekçiler tarafından mezarı kazılıp üstü toprakla kapatılana kadar…
Önümüzdeki süreç zorlu kavgalara gebe. Emperyalistler arasındaki çıkması kaçınılmaz gibi gözüken savaş, dünyayı çok büyük bir tehlikenin -atom savaşı- içine sokacağı bir gerçektir. Diğer yandan doğanın tahribatının yüksek olması ve ekolojik dengenin bozulması nedenyile, doğal felaketlerin canlı yaşamı yok etme düzeyine gelmesi, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin aciliyetini bir o kadar zorunlu kılmaktadır. Emperyalist burjuvazi, işçi sınıfının mücadelesine karşı ne kadar zora başvurursa vursun, uluslararsı işçi sınıfı emperyalist yıkımlar üzerinden yeni bir sosyalist dünya inşa edecek güce ve azime sahiptir.20.07.2024
[1] Bkz. Yusuf Köse, „Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih“, Nisan Yayımcılık, 2023
[2] Bu konuda bkz. Yusuf KöseEmperyalist Türkiye,
[3] https://www.pwc.com/gx/en/services/deals/trends.html. 2023 ve 2024 ilk altı ayında „satın alma ve birleşme“lerde 2021 yılına göre bir düşüş yaşanmasının nedeni ise, Rusya-Ukrayna savaşı ve emperyalist savaş tehlikesinin artmasının neden olduğu ileri sürülüyor. (YK) Ve ayrıca, dünya servet dağılımını incelediğimizde, mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirilmesi olayını daha net olarak görebiliriz. Bkz. Dünya Servet Raporu 2024 (https://www.ubs.com/global/en/wealth-management/insights/global-wealth-report.html)
[4] Bu konuda en iyi bilimsel kaynak: MLPD’nin çıkardığı, Stefan Engel’in „Die Globalle Katastrophe hat begonnen“ (Küresel Doğal Felaket Başlamıştır) araştırmasıdır.
[5] Bkz. Stefan Engel, Yeni Emperyalist Ülkelerin Oluşumu, El Yayınları
[6] https://budget.house.gov/imo/media/doc/the_cost_of_illegal_immigration_to_taxpayers.pdf
[7] https://mediendienst-integration.de/artikel/italien-will-mehr-arbeitsmigranten-weniger-gefluechtete.html
[8] Alman İşçi Ajansı başkanı Andrea Nahles (SPD eski başkanı ve eski çalışma bakanı); „yılda 400 bin işçi için en az bir milyon göçmene ihtiyacımız var“ dedi. https://taz.de/Jobaussichten-fuer-Arbeitnehmer/!5334558/
[9] Federal Almanya İstatistik Dairesi, 2060 yılında, Almanya’da almanların azınlığa düşeceğini hesaplamış.
[10] https://www.indyturk.com/node/dünya-alev-aldi-küresel-eylemlerle-ısınan-40-ülke-40-isyan-3
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
Devrimci Pratik ve Militanlaşma
Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I
Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.
Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!
Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.
Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:
Tehlikenin farkında mıyız?
"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,
Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:
Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.
Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...
Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II
II.Bölüm:
Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler…
Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I
Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.
TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!
Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.
Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...
"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.
TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”
” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”
– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.
Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi
Ah... kuzucuğum ah...
Ne oldu bize böyle.
Ne oldu.
Her şey tıkırında giderken...
Neler yaşadık böyle.
Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne
Veyahut da.... veyahut da...
"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.
Yoksa... yoksa...
Daha dün bir; bu gün iki