Cuma Eylül 20, 2024

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Büyük yürüyüşün iddialı insanları geçtikleri her yerde derin devrimci izler ve unutulmaz anılar bırakır. Sözlerin ötesinde bir hikâye taşıyan Komutan Orhan tanımlandığı gibi bir derviş misali sosyalizm ve özgürlük ideallerine son derece bağlı kalarak yaşadı ve savaştı. Onunla karşılaşan ve tanışan her devrimci, her insan üzerinde unutulmaz saygın izler bıraktı. Ciddiyeti, mütevazi duruşu göreve ve yoldaşlarına olan bağlılığıyla tanındı. Ve cesaretiyle bilindi. Dağ yüzlü komutan Orhan, hayallerini anlatmakla kalmadı yaşatmak ve büyütmek için soluksuzca çalıştı. Komutan Orhan son nefesine dek verdiği söze bağlı kaldı.  Herkesin kolay kolay vazgeçemediği sistemden o köklü kopuşu gerçekleştirerek yaşamında en değerli şeyi olan canını bir an olsun tereddüt etmeden özgürlüğe ve Kürdistan’a adadı.

Emeğin derin sömürüsüne, kadın ve çocuk kırımına, Kürdistan’ın işgaline, Kürtlerin-Alevilerin soykırıma uğrama suçlarına sessiz kalmadı. Haksız savaşa karşı haklı savaşı, köleliğe karşı özgürlüğü, işgale karşı bağımsızlığı sadece sözüyle değil eylemiyle savundu. Yüzünü dağa, Kürdistan sevdasını sonsuzluğa yazdı.

Komutan Orhan’la ilk kez Medya Savunma Alanları’nda karşılaştık. Sanki dağın zirvesindeki bembeyaz karlar üzerine yağmıştı. Saçı, sakalı ve kaşları, bembeyaz kar görünümüyle bir dervişi andırıyordu. Bulunduğu yoldaş ortamında herkesten farklı görünüyordu. Dağ bakışlı yoldaşın sakin, duru, ciddi duruşu insan üzerinde büyük bir etki bırakıyordu. Mücadele konulu sohbetimiz saatlerce sürdü. En az kelimeyle yaptığı sohbetle yazılan uzun romanın unutulmaz bir komutanı olduğunu her davranışında gösteriyordu.

Komutan Orhan’la ikinci kez yine karşılaştık. Benden 42 numara siyah Mekap ayakkabı istedi. Neden Mekap sorusu aklıma takıldı. Neden başka marka ayakkabı değil de Mekap? Mekap ayakkabı talebi beni komutan Nubar Ozanyan yoldaşın mütevazi yaşamına götürdü. İki yoldaş ne kadar çok birbirlerine benziyorlardı. İkisinin de kara dönmüş saç sakal ve bıyıkları en azla yetinen devrimci yaşamları cesur ve ciddi duruşları insanlar üzerinde büyük saygı yaratıyordu. Çocukların yaşamları çalınmasın, dudaklarındaki gülüşleri ölmesin diye yaşamlarını adadılar. Güneşi karartmak isteyenlere karşı cesurca durdular.  Zalimlere karşı savaşmaktan bir an olsun vazgeçmediler. “Bir lokma bir hırka” felsefesinin yaşayan dervişi gibi dağları dolaşarak çoban ateşini yakmaya çalıştılar.

Komutan Orhan Bingöl yoldaş yaşamı boyunca özgürlük arayanın toprağı ve silahı, adalet yazanın siyah kalemi, özgürlük okuyanın yüreği, şarkı söyleyenin elindeki sazı oldu. Gerillanın elinde düşmeyen hakikat bayrağı oldu.

Savaşın ve zorlukların içinde gelişen ve derinleşen Heval Orhan dürüstlüğün oldukça pahalı olduğu kapitalist dünyada onurun, erdemin temsilcisi oldu. Gidenin geri gelmediğini iyi biliyoruz. Aramızdan kopup giden her can aramıza tekrar dönmese de hayalleri her anımızda ve tükenmeyen ideallerimizde sonsuza dek yaşayacaktır. Şarkılarını dağlara söylemeye devam edeceğiz.

Yaşamını dağları evlat kokan Kürdistan çocuklarına adayan Orhan Heval yaşamı gerçeğin ve özgürlüğün sembolü haline getirmek için asi yaşadı. Komutan Orhan Bingöl, komutan Tekin Goyi, özgürlüğün yılmayan sesi olan Gülistan Tara, Hero Bahadin arkadaşlara büyük saygı ve sonsuz minnetle.

1176

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Sevdiği Renk Mavi; Tutkusu Da Aşk ve Devrimdi[*]

“Nerelerdeydin diye sorarsan ‘hep eskisi gibi’ diyeceğim.”[1]

 
Mütevazı bir dev nasıl anlatılır?
Çok zor. Ama yine de hakkında yazılabilecek şey, “Yazdıkları gibiydi” olabilir.
Aşkı, ayrılığı yazan ve “Tüm çiçekleri koparabilirler ama yine de baharın gelmesini asla engelleyemezler,” diye haykıran bir sosyalistti O.
“Evet, şiir isyandır… Biz şairler nefretten nefret ederiz ve savaşa karşı savaşırız,”[2] derdi.

CHP bir alternatif değil AKP'nin sınıf kardeşidir!...

Kapitalist toplumda temel çelişki emek-sermaye arasındaki çelişkidir ve kapitalist toplum içerisindeki temel iki sınıftan burjuvazi ile proletaryanın ve bu iki sınıf menfaatine faaliyet yürüten en basitinden en karmaşığına bütün siyasi örgütlerin sınıf savaşının neresinde durduklarını belirleyen de bu çelişkidir. Elbette Türkiye toplumunun sosyo-ekonomik yapısına paralel, bu temel çelişkinin yanında başka çelişkiler de bulunur ve bu çelişkiler sınıf mücadelesinin dinamiklerini oluşturur.

İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

Paramaz! (Nubar Ozanyan)

20 devrimci militanın darağacına çekiliş tarihidir 15 Haziran 1915. Paranın ve korkunun egemen olduğu bir dünyada Türkçülüğün ve Turancılığın hüküm sürdüğü bir coğrafyada Hınçak militanı 20 Ermeni devrimci, son nefeslerini korkusuzca darağaçlarında verdi.

Paramaz’ın (Madteos Sarkisyan) yiğit sesiydi gecenin karanlığını parçalayan. “Yoldaşlar! Yiğitçe, başımız dik gideceğiz ölüme!” Cellatlar korktu. Karanlık sindi 20 Ermeni devrimcinin önünde.

Politik gerilik ve yetmezlik…

Geçen sayımızda okuma ve özellikle yazma faaliyetine uzak duruşumuz üzerine bir şeyler söylemeye çalışmıştık. Bu alabildiğine ilişkili iki başlıktaki geri durum, başka bir dizi çalışma-önlem-öneri vb.nin yanında pratik müdahale ve çeşitli kararların alınması ile tersine çevrilebilir.

Dönemsel olarak ya da faaliyet alanları özgülünde yoğunlaştığımız zamanlar olsa da bütünlüklü ele alma ve sonuçları kolektifimize mal etme anlamında beklenen tablonun gerisinde olduğumuz kabul edilmelidir.

Unutmamalı… Kanıksamamalı![*]

“Haklarımı aramaktayım. Onları gören oldu mu?”[1]

 
 
Yaşar Alperen Savaş (17)… Felek Batur (7)… Raşid Oso (8)… Hakan Sarak (5)... Mahmut Buluk (16)… Zeliha Cuma (7)… Helin Şen (12)… Serhat Savaş (15)… Enes Ata (8)…
Bu isimleri olasıdır hiç duymadınız. Ya da belki duydunuz/okudunuz, sonra da unuttunuz.

Haklar(ımız) İçin Devlete Karşı Özgürlük Mücadelesi[*]

“İnsan hakkı olarak özgürlük, insanın insana bağlılığına değil, tersine insanın insandan ayrılışına dayanır.”[1]

“Kolluğun Kötü Muamelesi, Ayrımcılığa, Cinsiyet Eşitsizliğine, Yaşama Hakkı ve Temel İnsan Hakları İhlâlleri”, vb’leri meselesine dair ilk saptamam: Özgür ol(a)mayanların, hiçbir hakkı ol(a)madığı; yani haklarına sahip çıkabilmenin bir özgürlük eylemi olduğu/ olması gerektiği yönündedir. Çünkü, “İnsanın temel özgürlüğü, yaşamını daha iyi kılma özgürlüğüdür,” diye uyarır hepimizi Bertolt Brecht!

15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi Yol Göstermeye Devam Ediyor!

Pandeminin dünyada etkisini devam ettirdiği süreçte, yeni değişimler hızlıca gündemimize girmektedir. Çokça bahsedilen pandeminin dünyada açığa çıkardığı ortak özelliklerinden biri eşitsizlikleri arttırması, emperyalist kapitalist sistemin tüm özelliklerini artık gizlenemeyecek bir şekilde ortaya çıkarmasıdır.

Süryani Soykırımı: SEYFO (Nubar OZANYAN )

Ortadoğu tarihin ve medeniyetin gizemleriyle doludur. Kadim halkların yurdu, uygarlıkların beşiği olan bu topraklar aynı zamanda en büyük kıyım ve kırımların da acımasızca yaşandığı coğrafyadır. Süryanilerin ataları tıpkı Ermeniler, Pontuslu Rumlar, Asuriler gibi büyük bir felakete uğradılar. Yaşadıkları topraklardan koparılan yüzbinlerce Süryani, tıpkı Ermeniler ve Pontuslu Rumlar gibi Osmanlı asker ve jandarması tarafından zorla ölüme sürüldü. Üzerinde yaşadıkları toprak, dağlar, vadiler, nehirler mezarları haline geldi.

Devrimci Kamuoyunun Bilgisine!

"KARANLIĞIN TANRILARI" FERMAN BUYURMUŞ: HALİL GÜNDOĞAN'IN SURATINA TÜKÜRMEK ÖNÜMÜZDE DURAN DEVRİMCİ GÖREV VE SORUMLULUĞUMUZDUR.

 

Halil Gündoğan

 

İsviçre/ Basel 1 Mayıs etkinliğinde ve ardından 24 Mayısta Zürich'te yaşananlara dair kaleme aldığım "provokasyon 'siyaseti' üzerine" ve "bir kez daha provokasyon 'siyaseti' üzerine" başlıklı iki yazım üzerine, belli bir odaktan yönlendirildiği açık olan, "sosyal-medya korsanları"nca, itibar cellatlığı yapılarak hakkımda kara propaganda başlatıldı.

Hatıra Değil, Hafızadır Çeliğe Su Veren(ler)[*]

“Büyük aşklar yolculuklarla başlar

Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu
Soyları tükenen birer çılgındırlar
Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
Ne de aşktan başka bir sığınakları
Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki
Derler ki,

Sayfalar