Perşembe Nisan 24, 2025

Mecbur insanlar vardır... (1)

Yaşar Kemal bir röportajında şu cümleyi kuruyordu; “Mecbur insanlar vardır!” Hikaye şöyle; Osmanlı’nın son dönemlerinde, hikayenin geçtiği yöredeki köylülerin umudu, ağaların da korkulu rüyası olmuş bir eşkıya vardır.

Bu eşkıyaya, bölgeden ayrılması karşılığında para ve hayatının bağışlanması teklifinde bulunulur, fakat o, bölgeye yığılan güçle öldüreceğini anlamasına rağmen, Osmanlı’nın teklifini köylüleri düşünerek reddeder. Ve teklifi neden reddettiğini soranlara “mecburum” diye cevap verir.

Onun mecburiyeti, köylüleri ağaların zulmü altında bir yaşama terk etmeyi, böyle bir ihaneti düşünememesinden kaynaklanıyordu. Yani bir bakıma, bütün halk önderlerinin, Pir Sultanların, Şeyh Bedrettinlerin durumu ve tavrının özeti gibidir. Örneğin Şeyh Bedrettin de bir mecbur insandır. Neden böyle söylüyoruz? Çünkü onun eriştiği bilgi seviyesi, Osmanlı’nın ve birçok devletin saraylarında maddi zenginlikler içerisinde bir yaşam kurmasına imkân veriyorken, o, tüm bunları elinin tersiyle iterek, kendi doğruları ve gerçeğine uygun yaşamayı tercih etmiştir. Adalet düşüncesiyle başladığı devlet görevlerinin, ne kadar hakkaniyetli davranırsa davransın, sömürü çarkının dişlilerinden biri olduğu ve bu düzen hüküm sürmeye devam ettiği için adalet uğraşısının bir işe yaramayacağı, aksine sömürünün devam etmesine hizmet edeceği sonucuna varmış ve o da artık bir “mecbur insan” olmuştur.

Çağımızın devrimcileri de “mecbur insan”lardır. Çünkü ezilenlerin baskı ve sefalet koşullarını bizzat yaşayıp, görüp hissetmelerinin yanında, bunun nedenlerinin tam ve doğru bilgisine sahiptirler. Bu açıdan bakıldığında devrimciliğin, genel anlamda ezilenlere karşı duyulan sorumluluk ve bunun için gösterilen fedakârlık şeklinde açıklanması, gerçeğin bir yanını ifade etmesi bakımından doğrudur ama tek yanlıdır. Devrimciler, toplumsal sorunlara yatkınlıklarını sorumluluğa dönüştürerek sahip oldukları ideoloji sayesinde kendilerini insanlaşmasının tek yolu bu olduğu için de devrimcidirler.

Yani sadece “kendi dışındaki insanlar” için değil, en az onun kadar kendileri için de devrimcilik yapmaktadırlar. İnsan olarak var olmanın-kalabilmenin tek yolu budur. Zorunluluğun bilinci, tek tek insani yanlarımızı geliştirdiği kadar, aynı oranda da örnek, güzel, sevilesi kişiler yapmaktadır devrimcileri. Bu noktada zorunluluğun bilinci ile hareket eden kutup yıldızlarımız şehitlerimizdir.

Her birimiz hayatımızın en azından bazı kesitlerinde şehitlerimizin yaşamından etkilenerek kendimizi sorgulamış ve de sorular sormuşuzdur. Onların ölümü kucaklayışları, yoldaşlık ilişkileri, işkence karşısındaki direnişleri, halka yaklaşımları, sorunları kavrama ve çözme yöntemleri, zayıf yanları ile hesaplaşma yöntemleri vb. “acaba ben yapabilir miyim?” sorusunu sormamıza yol açmıştır.

En çok da ölüm-yaşam ilişkisi düşündürür bizi. Bu bir yanıyla doğalken diğer yanıyla da kökeni doğru ve yeterli anlaşılmadığında onların ölüm karşısındaki gücü; gizemli, erişilmesi zor, herkesin sergileyemeyeceği bir örnek olarak kalır.

O zaman şu soru gündeme gelir; “Şehitlerimiz ölümü nasıl oluyor da böyle korkusuz karşılayabiliyor?” Cevap, onların ölümün karşısındaki güçlerini devrimci yaşamlarından aldıklarıdır. Yaşamla ölümün nesnelliğinin bilincini, zorunluluğun bilinciyle pekiştirerek yakaladıkları yaşam, onlara her türlü zorluğun üstünden gelme gücünü vermektedir. Yitirdiklerimizin yaşamlarına baktığımızda birçok zaaf ve yenilgileri olsa da başarı ile ölümü yenebilmelerini sağlayan üç temel özelliğin olduğunu görüyoruz. Bu özellikler değişen oranlarda, az veya çok hepsinde bulunmaktadır. Birincisi emekçilik; ikincisi kolektivizm ve kitlelerle kurdukları güçlü bağ ile yakaladıkları toplumsallık; üçüncüsü tüm bunları ve bunlarla birlikte çok önemli başka özellikleri de kazandıran, doğru temelde inşa etmeye çalıştıkları bilinçleridir.

Bilinç belirleyicidir, evet. Çünkü kendiliğinden haldeki tüm diğer olumluluklarını, edinebildikleri bilinç oranında iradi kılabilmekte, yönlendirebilmekte ve daha üst biçimde gerçekleştirebilmektedirler. Örneğin, emek onlar için artık çok daha önemlidir. Yaşamsal bir amaçtır ve yaşamak için bir araç olma halinden çıkmış, bu yola girilmiştir.
Girildiği ölçüde de “on bin yıl çok uzun/sarıl güne sarıl saate” şiarına uygun hareket ederek herhangi bir sınır, koşul, engel vb. tanımadan tüm hünerini, tüm gücünü kavgaya vermeye başlamışlardır. Yorulur, ama yorulmak bilmezler. Yorgunluktan düşüp bayılacak hale gelmesine rağmen yürümeye devam eden, günlerce uykusuz kalan, saatlerce kazma kürek sallayıp ardından hiç dinlenmeden kilolarca yük taşıyan, aylarca açlıkla savaşan, saatlerce zorluklar içinde takip atlatmaya çalışan, hücrede tıpkı dışardaymış gibi direnen vb. vb.

Örneğin Bülent Ertürk yoldaş...

Çok küçük yaşlardan itibaren çalışmak onun yaşamına girmişti. 12-13 yaşlarında inşaat işlerinde çalışmaya başlamış, yaşamı boyunca değişik işlerde çalışmıştı. Proletarya partisi ile ilişkisinin henüz başında, ardından tutsak düştüğünde, şehit düştüğü ana kadar, gerillada da proleter emekçi tavrı, pratiğinde hep daha gelişerek devam etmiştir. Bir metre karın yağdığı ve henüz barınağın yapılamadığı bir günde odun toplarken dahi gerillaların parmaklarının donduğu, çakmağı zar zor çakabildiği koşullarda hemen işe girişip ateşi yakmak için uğraşması, ardından hiç beklemeden tekrar odun toplamaya gitmesi sadece bir örnektir.

Barış Aslan ve Kemal Tutuş da emekçi yönleri ile öne çıkan yoldaşlarımızdandır. Barış yoldaş, gerilla birliğinin kışın dışarıda kaldığı bir süreçte, gece-gündüz düşman takibinin devam ettiği, birliğin bu yüzden konaklama yerine vardığında bitkin düştüğü bir zamanda, ayakta kalmasını bilmiş ve hemen ateş yakmak için işe koyulmuştur. Kemal yoldaş da, kışın karda ya da buz gibi sularda bata çıka ilerler ama moralini hiç bozmazdı.

Bu yoldaşların ağızlarından bir kez bile, yaptıkları işin fiziksel zorluğundan yakınmaya ait bir söz duyulmamış, herhangi bir eringenliklerine tanık olunmamış ve yaptıklarını anlattıkları-övgü bekledikleri görülmemiştir. Ya da Murat Deniz yoldaş... O daha da zorlu dönemler yaşamış, yoldaşları tarafından zorunlu olarak tutuklanmış, sınırlanmış bir şekilde uzun zaman kalmış olsa da, duyarlılık ve hassasiyeti bir an olsun bırakmamış, kolektifin verdiği görevleri almaktan geri durmamıştır.
(Devam edecek)

5016

Pusula

Pusula

Son Haberler

Pusula

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar