Perşembe Şubat 27, 2025

Modus vivendi...Riskler ve olanaklar

Uluslararası hukukta anlaşmazlık içindeki iki entitenin anlaşmazlığın çözümünü erteleyerek geçici bir anlaşmaya varmaları durumuna Modus Vivendi deniyor.TC ile PKK arasında süregiden çözüm sürecinin evrildiği durumu bundan daha iyi özetlemek mümkün görünmüyor.

Yurtsever blokta süreci en iyi takip ve analiz eden isimlerden biri olarak Cahit Mervan “PKK Silah mı Bırakıyor?” başlıklı bir yazı kaleme aldı birkaç gün önce.Dedi ki: ”Öcalan’ın çağrısı ‘silah bırakmayı’ değil, ‘silahlı mücadeleyi’ sonlandırmayı ön görmektedir.Bu iki olgu aynı içeriğe sahip değildir. Çünkü, PKK açısından Türkiye’nin siyasi sınırları içinde silahlı mücadeleyi sonlandırmakla, silahları bırakma sanıldığından daha köklü ve niteliksel bir durumdur.  Bu iki olgunun bilerek veya farkında olmadan karıştırıldığı, eş anlamda kullanıldığı gözden kaçmamaktadır. Bu ise yanlış sonuçlara ve farklı beklentilere yol açmaktadır. Bir kez daha hatırlatmakta yarar var ki, PKK açısından silahların bırakılması asla söz konusu değildir. Kürdistan, Kürt ve diğer halklara karşı soykırım tehdidi devam ettiği müddetçe bu mümkün değil. Kaldı ki, Kürdistan Savunma Güçleri çözüm sürecinin ve kalıcı barışın sadece bir parçası değil, aynı zamanda olmazsa olmaz güvencesidir." Buna Duran Kalkan'ın "Dolmabahçe'de yapılan açıklamanın, "seçime kadar bir çatışmasızlık durumu" olduğuna işaret ederek, "AKP her şeyi seçim için yapıyor. Gelişmeler seçim sonuçlarına göre olacak, bunu herkes bilmek durumundadır"  deyişini ve PKK'nın silah bırakacağına yönelik iddialara, "PKK silah bırakmaz, niye bıraksın? Kürt silah bırakmaz. Türk devleti silahsızlansın" sözleri ile cevap verişini ekleyin.Söylenmek istenen dünyada savaşta olmayan yüzlerce ordu bulunduğu ve Kürd ordusunun da Kuzey Kürdistan’da böyle bir pozisyona geçmesinin ordunun tasfiyesini gerektirmediğidir.Tıpkı savaşmayan Türk ordusunun tasfiyesini kimsenin tartışmadığı gibi.

Sonuç olarak sürece nasıl bakarsanız bakın,varacağınız nokta Modus Vivendi'dir ve üzerinde anlaşılmış tek şey çözümün ertelenerek ateşkesin tahkim edilmiş olması ve bunun TC hükümet yetkilileriyle Kürdistan özgürlük hareketinin legal alandaki temsilcilerinin katıldığı bir basın toplantısıyla ilan edilmiş olmasıdır.Mevcut Modus Vivendi hem ulusal hareketin Kuzey Kürdistan'daki konsolidasyon ihtiyacına,hem de Batı Kürdistan'a odaklanma ihtiyacına cevap vermektedir.TC yönetimi açısından da gelmekte olan iktisadi krizi atlatmak,sorunların çözümünü zamana yayarak ertelemek,anadilde eğitim,yerinden yönetim gibi evrensel kabul görmüş hakların realizasyonunu geciktirerek Kürdlerin entegrasyonunu hızlandırmak ana başlıklardır.TC’nin stratejik hedefi Kürdistan'ın işgal ve ilhakının entegrasyonla tamamlanmasıdır.Gap projesindeki sulama sistemlerinin tamamlanması sonucunda oluşması beklenen tarımsal üretim artışına denk düşen emekçi ihtiyacı sayısı 4 milyonun üzerindedir.Bunun aileleriyle birlikte 15 milyonun üzerinde bir nüfusa denk geleceğini hesaplayabiliriz ve bu nüfus Kürdistan'ın sadece Gap projesine dahil olan illerindeki emekçi ihtiyacına denk gelen nüfustur.Sulama yatırımlarının yapılmamasının / geciktirilmesinin ardındaki neden Kürdistanlıların ekonomik nedenlerle Türkiye'ye göçünü  ve zamana bağlı olarak da entegrasyonunu gerçekleştirmektir.Bahsettiğimiz Modus Vivendi'nin böyle bir riski de mevcuttur.

Olgu böyle iken,yaratılmaya çalışılan bir algı var, TC ile Öcalan'ın Kürd ulusal dinamizmini imha noktasında anlaştıklarını vaaz eden.PKK alanının dışında yeralan Kürdistanlı yurtseverlerin çok sıkça yaptığı bir metodoloji hatası var.Aynı metodolojik hatayı ben de yaptığımda değerli araştırmacı Cemil Gündoğan kişisel bir mesajla beni uyarma gereğini duymuştu.Demişti ki: " "Kürdün biri "bağımsızlık istiyorum" diyor, bir başkası "hayır özerklik bile istemiyorum", bir başkası da "sadece Kürdistan'ı değil,Ortadoğu'yu özgürleştireceğiz" diyorsa, siyaset üzerine yazdığınızda bu durumu iki biçimde ele alabilirsiniz: Bir: Bu sözlerin içeriklerinin doğrudan doğruya o sözleri söyleyen kişilerin gerçek istek ve eylemlerini yansıttığını varsaymak; iki: bu ifadelerin, hem birbirleriyle hem de başka ifadelerle ilişki içerisinde söz sahiplerinin birbirlerine ve piyasadaki başka aktörlere karşı pozisyonunu sabitlemeye çalışan işaretler olarak ele almak.Kürdlerin ezici çoğunluğunda birinci bakış açısı egemendir.Benim kanaatime göre, gerçeği yakalama şansı daha büyük olan ikincisidir." Söylemlere yaklaşımdaki ölçü bu olmalı.

Sonuç olarak Kürdistan bir günde işgal edilmedi.Kurtuluş da bir günde olmayacak.Aktörlerin ne söylediğinin bu kurtuluşa katkısı sınırlı.Ne söylendiğinden çok ne yapıldığının önemi var.Bir bütün olarak, dört parçalı Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi kefenini yırtmış,slogan atma dönemini aşmıştır."Dünyayı bir satranç tahtası olarak olarak kullanan güçler açısından artık dört parçalı Kürdistan sosyolojik değil,siyasal ve ekonomik bir alandır.Kürdistan enerji kaynaklarının denize çıkışı meselesi dünya ekonomisi açısından yaşamsal önemdedir." Öğrenmemiz gereken şey , kahrolsun sömürgecilik sloganları atılmadan da sömürgeciliğin kahredilebileceğidir. Kobane'de gerçekleşen tam da budur.Stratejik hedef Batı Kürdistan kantonlarının birbirine bağlanarak stabilizasyonu ve Kürd koridorunun altyapısının örülmeye başlanmasıdır. Kürdistanlıların sömürgeci yapılara entegrasyonunu engellemenin en temel yolu budur.Soğuk savaş öncesinin kalıplarına da takılmamak gerekiyor.O dönemde genelde Sovyet kampının desteğini de alarak bayraklarla,marşlarla,silahlarla sosyal ya da ulusal kurtuluş mücadelesi verilirdi.Soğuk savaş sonrası dönemdeyse tabiri caizse post-modern bir ulusal kurtuluş mücadelesi sürdürme zorunluluğu var.Dünyanın sinir merkezlerini dikkate alıp onlarla ilişki sürdüren,dünya kamuoyunu önemseyen,sadece Kürdistan'dan dünyaya değil,dünyadan da Kürdistan'a bakabilen bir tarza ihtiyaç var.Kürdistanlıların bu tarzı hızla öğrendiklerini de görebiliyoruz.Demirtaş Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer'i neden ziyaret ediyor ya da Hollande PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah ve YPJ Komutanı Nesrin Abdullah'ı neden Elysee Sarayı’nda ağırladı sanıyorsunuz? PKK'nin silah bırakmasını umut edip,buradan kendilerine bir politik alan açılacağını sanan eskimiş tüfeklere bir ipucu daha: PYD heyetini Hollande özel jetle aldırdı ve YPJ Komutanı Nesrin Abdullah görüşmeye askeri üniforması ile katıldı.

ZÜLKÜF AZEW, 05.03.2015

 

83986

Zülküf Azew

Sitemizin yazarlarından olup politik ve teorik yazılar yazmaktadır.

Zülküf Azew

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

Sayfalar